BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM ? 1.BÖLÜM-3-
ÇÖZÜM ÜRETMENİN İLGİNÇ YOLLARI
Henüz okul çağında olmadığımdan Vildan, Ceylan ve Kınalı isimli keçilerin peşinden o tepeden bu vadiye sabahtan akşama kadar dolaşıyordum. Sabahleyin kuru bazlamadan ibaret azığımızı belimize bağlayıp, emsalim komşu çocuklarıyla birlikte patikalardan çalıların arasına seğirtirdik. Ben bazen Topal Hasan’ın kızı Cennet, bazen da Hocaların Ümmühan’ı ile giderdim. Ara sıra Ümmühan’ın küçük kardeşi Mehmet de aramıza katılırdı. Büyük sürüsü olanlarların çobanı da büyük olduğundan bizim kategorimize uymazdı. Keçiler çok hareketli olduklarından kontrolü de hayli zor olurdu. Ama insan her işte olduğu gibi çobanlığında sırlarını kısa zamanda öğreniyor. Hayvanların yönetimini yayılım sahasına göre planlamak zorundaydınız çevreye zarar vermemesi için. Keçilerle bazen ıslıkla, bazen isimleriyle hitap ederek iletişim kurmayı başarmak zorundaydınız. Yaz döneminde kuşluk vaktinden sonra keçilerin hareketleri doygunlukları-na paralel yavaşlamaya başlar ve gün tepeye çıktığında istirahat edecekleri gölgesi büyük bir ağacın altına yönelirlerdi. Genellikle İniş dibi mevkiindeki ceviz ağacının altında gölgelenir-dik. Hayvanlar aceleyle tepiştirdiklerini geviş getirerek sindirime hazır hale getirmeye çalışırlarken biz de azıklarımızı açıp karnımızı doyurmaya çalışırdık. Çoğu zaman yanımızda bazlamaya eşlik edecek bir şey bulunmazdı. Mevsimine göre etraftan topladığımız otları katık etmeye çalışırdık.
Bir gün canıma yetmiş olacak ki! Aklıma en uysal keçimiz Kınalı’nın memesinden süt içmek geldi. Bir elimde bazlama dürümü, keçinin memesine yanaştım bir lokma dürümden bir yudum süt memeden katık eyleyip karnımı doyurdum. Zamanla bu bende alışkanlık yapmıştı. Akşam sağımında sütün azalması babamın dikkatinden kaçmamış olsa gerek benim akşam ağıla girdiğimi görüp takip etmiş ve Kınalı’nın memesinden süt içerken yakalamıştı. Babamın gözlerinden birkaç damla yaş süzüldüğünü ve bana bir şey söylemeden geri döndüğünü hatırlıyorum. O günden sonra ben de bir daha bu eyleme hiç kalkışmadım. Arkadaşım Ümmühan bazen yanında ayran, bazen de süt getirirdi. Sütü kap içerisinde güneş altında biraz ısıtıp, içerisine birkaç damla yaban incir çiçeğinin sütünü damlatarak ‘Teleme’ yapıp afiyetle yerdik. Böylece çözüm üretmenin muhtelif yollarını bulmayı hayat bize öğretmişti..
DEVE YAVRUSUNUN AYAĞI KIRILIRSA NE OLUR?
Bahar mevsiminde Çukurova’dan gelip kademeli olarak Meryemçil Yaylasına çıkan Yörükler, güz aylarının başlangıcında tekrar dönüşe geçerlerdi. Koyun sürüleri, çoban köpekleri, yük taşıyan develeri, yaylada yanakları elma gibi kızarmış Yörük çocuklarının geçişlerini ilgiyle izlerdik. Yörükler develerini gelin gibi rengârenk desenli örgülerle süslerlerdi. Tabi ki develer çok ilgimizi çekerdi hem yakından görmek isterdik, hem de ısırır diye korkardık. Bir defasında at kestanesini andıran kurumuş deve dışkılarını topladığımı hatırlıyorum.
Devedüşen mıntıkası, bir yanı uçurum, diğer tarafı yar olan patika genişliğinde bir geçit idi. Buradan geçişlerde cesameti büyük ve yüklü develer bazen kayıp düştüklerinden bu isimle anılır olmuştu. O sene dönüşte bir deve yavrusunun buradan kayarak bir bacağının kırılması yüzünden yolculukları aksamış, bu hayvanı kasabanın tek kasabı da almak istemeyince sahipleri ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Sonunda bunu alsa alsa saatçi(yani babam) alır diyenlere uyup deve yavrusunu güçbelâ evimize kadar getirdiler ve babam bu yavru deveyi 7,5 Liraya satın aldı. Hayvanı kesip-yüzüp teslim ettiler. Harman yerine ağaçlar arasında gerilen iplere koyu kahverengi etler dilimlenip bol tuza bandırılıp asıldı. O yıllarda başka bir koruma imkânı yoktu. Bir iki gün içerisinde etler takır takır kurumuştu bile. Hepsini telislere doldurup içeri aldık. İki yıllık protein ihtiyacımız karşılanmıştı. Ocakta közün üzerine atınca etler biraz yumuşar biz de afiyetle yerdik.
MEZARLIKTA ABDEST BOZUNCA
Evimize yakın oyun alanlarından biri annemin mezarının da bulunduğu kasaba mezarlığı idi. Mezarlığın etrafı yığma taşlardan yapılmış bir duvarla çevriliydi Duvar fazla yüksek olmadığından içerisine istediğimiz yerden dalar çeşitli oyunlar oynardık. Kabirlerin toprak yığını etrafına dizilen taşlar sınırlarını oluştururdu. Yağan yağmurlar bir müddet sonra bu sınırları ortadan kaldırınca, neresi mezar neresi değil belirsizleşirdi. O zamanlar yaz mevsiminde üzerimizde köynek denilen uzunca kızların fistanı gibi tek bir giysi bulunurdu. Zaten o köyneği çıkarınca çırıl çıplaktınız. Bu ‘yalın ayak başıkabak’ halimizle mezarlık içerisinde dört dönerdik. O gün ilk defa bir mezarın üzerinde abdestimi bozarken ağabeyim fark edip beni uyarmış, hatta engellemek için birkaç tane küçük taş fırlatmıştı üzerime doğru. Abdestin sonunda elime aldığım küçük bir taş parçası ile silmeye çalıştığımda (yöntem ya bir taş parçası ya da uygun bir yaprak kullanmaktı) elime makatımdan sarkmış bağırsağım gelmişti. Çığlık çığlığa mezarlıktan dışarı fırladım. O sırada eve dönmekte olan babam beni sakinleştirip bağırsağımı yerine yerleştirdi. Zaten kasabada hastane, doktor vb. olmadığından bunu kendisi yapmak zorundaydı. Beni çokça korkutan bu durumun ihtiyacımı bir kabrin üzerine gidermiş olmamdan ileri geldiği zannım, çok sonraları beslenme yetersizliğinden kaynaklandığı bilgisiyle yer değiştirdi. Ama bu ölülere de saygılı davranmam hususunda iyi bir uyarı olmuştu.
./..
YORUMLAR
gerçekten de zor günlermiş
ilgi ile okumaya devam ediyorum
devamını bekliyoruz efendim
saygılar