- 657 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük Siyahî Şeyler Üzerine Zaman ve Mekân
Bir yeraltı şehrinde değildim ki! Aklıma ilk gelen buydu onları gördüğümde. Önce iki kardeş zannettim. Sonra öğrendim ki, Suriye’den gelen iki arkadaş Türkmenmiş.
O gün üzerimdeki korkunç sıkıntıyla evden çıkmış, evde bir lokma bile ağzıma atamamıştım. Salonun zebra çizgili perdeleri arasından fırlayıp üzerime atlayacakmış gibi karmaşık bir duygu yumağıydı bu. Çıkıp gittiğim yer Mevlevîhane’nin rüzgârından etkilenmiş üzerinde çeşitli kafelerin olduğu dar bir sokaktı ki, sonu merdivenle aşağıdaki sokağa bağlanıyordu. Yani bulunduğum yer epeyce üstte kalmış, ben de tarihî evlerin arasından Haliç’i seyredecektim. Jüt ipliği olduğunu düşündüğüm çuval minderlere geldiğimde ellerinde yiyecek poşetleriyle iki esmer çocuk oturdu. Bende yeşil rengini şimdiki dekorasyon firmalarının kullandığı koltuk gibi sandalyeye yerleşir yerleşmez ilk dikkatimi çeken şey kafenin gemi dümeni şeklinde küllükleriydi. Sigara sevemediğim için benim için gereksiz bir aksesuardı koltuğun kolunda duran küllük. Yine de tasarım olarak beğendim. Koltukla birlikte farklı bir atmosfer oluşturdu baktıkça gözümde. Bir taraftan da oturduğum yerden iki sevimli çocuğu izliyordum biraz daha öteye gitseler de oraya bende otursam der gibi bakmış olacağım ki, kafenin çalışanlarından biri yanlarına yaklaşarak:
“Çocuklar biraz öteye gider misiniz?”
Diye yiyeceklerini yemekte olan çocuklara yanaşarak sordu. İki arada kalmıştım. Jüt minderlere oturmak mı, yoksa yeşil koltuk da mı kalmak istiyordum? Doğrusu koltukta oturmak daha keyifliydi. Çünkü o ana kadar bunu yapmayı istemiş ama yapamamıştım. Birden iki güzel çocuk hemen toparlandılar ve biraz daha ileri giderek bana seslendiler:
“Abla gelin böyle biz kalkacağız zaten.”
“Kalkmayın sakın”
Dedim. Bir taraftan da kendi kendime kızıyordum çalışanda böyle bir his uyandırıp konuşturduğum için. Ama yanlarına oturduğuma da çok mutlu oldum. Buraya gelirken tüm olumsuz zamanlar üzerime birikmiş siyah bir zift gibi bedenime yapışarak derimi kazıyordu. Çocuklarla sohbet etmekse tüm bu olumsuzluğa sihirli bir değnek gibiydi. Kendimi çocuk hissetmek istediğimden midir nedir kimi zaman, oturduğum yerden şalıma bürünmüş konuşuyordum.
“Nereden geliyorsunuz?”
Çocuklardan daha büyük olanı önce sandviçinden bana ikram etti.
“Aç mısınız, almaz mısınız abla?”
“Hayır. Ben kek yemek istiyorum. Siz kek yemez misiniz? Ben size kek ikram edeyim…”
İkisi de başlarını sallayarak.
“Hayır”
Dediler.
Anlaşılan tatlıyla araları fazla yoktu. Sonra sorumu yineledim.
“Nereden geliyorsunuz? Aa! Bu kadar iyi Türkçeyi nerede öğrendiniz?“
“Abla biz Suriyeli Türkmeniz. Suriye’den geliyoruz. Türkçeyi biliyoruz zaten.”
Sonra ısrarla patatesinden uzattı yine. Bir tane aldım. Küçük bir parça ağzımda yine hüzün olarak parçalara ayrıldı.
“Allah bize yaşattıklarını size asla yaşatmasın. Biz sizin için iki gözümüzden birini çıkarıp veririz.”
Böyle bir konuşmayı bana daha önce kimse yapmadığı için önce şaşırarak baktım yüzüne:
“Sakın böyle bir şey söyleme. Tabi ki birbirimize yardım edeceğiz.”
Çocuğun gözleri siyah boncuklara benziyordu. Ve içimden geçen onlara küçük de olsa bir ikrâm da bulunmaktı. Misafirperver olmak istemiştim ama yapamadım işte! Çünkü başka bir şey yemek istemediler. Ayağa kalktılar. O anda ki hüznüm sıkıntısı çözünerek suya dönüşen metaforlara benziyordu.
“Hoşçakal Abla!”
“Güle güle!”
Dedim içimden bir sonraki karşılaşmamızda onlara bir şeyler yedirmek için kendi kendime söz vererek…
YORUMLAR
Saygıdeğer yazarım, ben öykü yazan kalemleri çok seven, saygı duyan biriyim. Sizin öykülerinizi kısa bir süre önce keşfetmiş olmakla birlikte, hayranlıkla okuduğumu itiraf etmeliyim. Bu kısa öykünüz de kurgusu ile çok etkileyiciydi. Ben her zaman Suriye'den gelip ülkemize sığınmış Türkmen kardeşlerimize empati ile yaklaşmak gerektiğini savunmaktayım, bu konuda face bookta olsun, bu sitede olsun pek çok yazın dostumuzu da ikaz etmeye çalıştım. Hoş görünüze sığınarak yazınızda dikkatimi çeken bir konuda uyarıda bulunmak istiyorum. Dialogları tırnak içinde nokta ile nihayetlendirdiğinizde, tırnak sonrasında o ifadeyi tamamladığınız "dedi" gibi ifadeler otomatikman büyük harfle başlıyor. Cümle "dedi" ifadesinden sonra tamamlandığından noktayı tırnak içinde kullanmayıp ifadenin sonunda kullanırsanız bu olumsuzluk ortadan kalkacaktır. Öykü kitabınızı okumayı ve kitaplığımda bulunmasını çok arzu ederim. Nasıl temin edebileceğimi yazarsanız mutlaka temin etmeye çalışırım. Bu güzel öykünüz için on puanı tıklıyorum. İnşallah günün yazısı seçilir. Selam ve saygılarımla.