- 936 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İCATLARI YAKALIYAMIYORUM
İCATLARI YAKALIYAMIYORUM
Aslında Cebrullah Abi çok yaman bir adamdır. Dünyanın neresinde olursa olsun; her hangi bir şey icat edildimi, mutlaka onun haberi olur. Haberi olması bir yana, bir de o, yeni icat edilen şey üzerine; en ince ayrıntılarına kadar bilgi edinirdi. Bu bilgilerini, Nasreddin Hoca’nın kırk yıllık sirkesi gibi saklamazdı. İster dinlesin, isterse dinlemesin herkese anlatıp, izah ederdi. Cebrullah Abi, sadece yeni buluşları, yeni modaları, yeni sanat ve siyaset akımları hakkında bilgi sahibi olmaz; ayrıca öğrendiği bu bilgileri günlük hayatında da uygulamaya çalışırdı.
Sosyalizmin moda olduğu yıllarda, oturduğumuz kentin kenar mahallelerine gidip, oradaki görünümü fotoğraflar ve saydam görüntülerle tesbit edip, bizlere gösterirdi. Maksim Gorky gibi yoksulluk edebiyatı yapardı. Onun konuşmalarını işaret parmağımızı dudaklarımızın arasına sokup, dişlerimizle sertliğini deneyerek dinlerdik. onun görüşlerine hayran olup, ağzından bal akıyor diye iç geçirirdik. Sosyalist cennetlerden bahsede bahsede, bizi bir rüyâ alemine çekerdi.
Bir yaz günü külüstür arabalarımıza bindik. E 5 yoluna düştük. Eski arabalarımızla Hunların ülkesi olan Macaristan’a girdik. Dedelerimizin at oynattığı bu yerleri dolaştık. Romanya, Bulgaristan gibi sosyalist ülkeleri gezdik. Gittiğimiz her yerde aynı renkte gazete, aynı türde resim ve heykeller, insanların gözleri donuktu. Sanki ağızları bantlanmış gibi konuşmayıp, boyun büküyorlardı. Ellerini birbirlerine kenetlemişler belki de kim bilir güneşin doğacağı sabahı bekliyorlardı. Cebrullah Abi, bu manzaraları görüp, yaşayınca yoksulluk edebiyatını terk etti. Sosyalistliği bırakıp „toplumsal paylaşma“ adında bir teori ileri sürerek; bu günlerdeki „serbest piyasa ekonomisine“ balıklama daldı.
Uygarlığa karşı büyük tutkusu olan Cebrullah Abi, video keşfedilince; fiatının kaç para olduğuna bakmadan hemen bir tane aldı. Değişen her modelden birer tane denedi. Onun evinde bütün filmleri ikişer, üçer hatta beşer defa izlemek imkânını bulduk. Filmleri izlerken kiminde ağladık, kimisinde de güldük. Konuşmalarımız izlediğimiz filmlerde oynayan sanatçıları andırıyordu. Videodan sonra teypler, teleteks makinası derken bunun ardından bir de tele sekreter aldı. Hele şu tele sekreter denen makinaya kızdığım kadar hayatta başka bir şeye kızmadım... Acele bir işim oluyor; basıyorum telefonun tuşlarına, karşı tarafta bir ses; „Şu anda evde bulunmuyoruz ...“ demeye başladı mı, „Çaaat!“ diye ahizeyi yerine koyuyorum. Bu yüzden tam üç tane sokak telefonunun ahizesini bozdum. Hatta birinde söylemesi ayıp çişim gelmişti; Cebrullah Abilere yakın bir yerde bulunuyordum. Güç bela bir telefon kulübesi buldum. Çevirdim numarayı, yine tele sekreter. Öfkelendim. Ne yapacağım derken bacaklarımın arasında ılık bir ıslaklık hissettim: Oradaki ahizeyi nasıl kırdığımı şimdi bile hatırlıyamıyorum.
Biz tele sekreterden kurtulduk derken; Cebrullah Abi, bir de faks makinası aldı. Sanki büyük bir şirketi vardı... Bu seferde telefonu açtığımızda kısa dalga Türkiye’nin Sesi Radyosu’nu dinler gibi „çıııırrr!“ sesleri kulakları tırmalıyordu. Sokakta gördüğüm dostlarımız „Yahu şu Cebrullah Abiye söyle; telefonunu tamir ettirsin: Eğer parası filan yoksa; üç beş arkadaş kendi aramızda toplayıp, üçretini telafi ederiz“ diyorlardı. Zavallılar köyden inmişler Almanya’ya, nereden bilsinler faks makinasını...
Cebrullah Abi bu sabah yanıma geldi. El kadar sacını ense köküne toplayıp, fino köpeğinin kuyruğu gibi düğümlemiş. Allah ne kadar demir halka verdiyse de onları kulaklarına iliştirmiş. Keskin bir de esans sürmüş. „Öğlene kadar yatma. Haydi hazırlanda bu gün cuma namazına gidelim!“ dedi. Hatırını kırmayayım deyip, onun yardımıyla abdest aldım. Besmele çekip düştük Merkez Caminin yoluna.
Camiye vardığımızda ezan okunuyordu. Tam hocanın hizasına geçip, orta saflarda yanyana bir yer bulduk. Yanımızdan bir genç geçti. Delikanlının belinde barebellum tabanca gibi bir şey asılıydı. Ceketinide çıkarmış, o, acaip şey tam manasıyla görünüyordu. Yan gözle Cebrullah Abiye baktım: Gözlerini o gencin belinde asılı olan şeye dikmişti. Önümüzde duran bu genç, ayaklarını açtı, sağ elini belindeki o şeyin üzerinde gezdirdi.
Hoca cuma namazının farzını kıldırmak için safları düzeltti. Hepimiz hazırlanıp, hocayı bekledik. „Allahu Ekber!“ dedi ve namaza başladık. Tam hoca, Fatiha Suresini okumaya başladı; caminin içini bir uyarı zilinin sesi kapladı. Mübarek acı acı feryat ediyordu. Ardındanda „Mamıt Abi! Mamıt Abi! O, Hollanda’dan kaçak getirttiğimiz hıyarları polis yakaladı. Neredeysen hemen gel! Felaket, felaket!“ diye bir bağırdı. Cemaat bu arada namazı bıraktı. Sağa sola koşuşanlar telefon konuşmasının sadece „felaket“ bölümünü işitmişlerdi. „Kimi yanıyoruz, kimi bomba var!“ diye bağırıyordu. Hoca dahi şaşırdı. Bu ses nereden geldi diye soranlar, kaçışanlar yüzünden ortalık ana baba gününe dönmüştü. Bu karmaşayı hoca önledi. Mesele anlaşılmıştı. Tekrar namaza durmak için nizama girdik. Hoca tekbir getirmeden Cebrullah Abi, „Şu yeni buluşlara bir türlü yetişemiyorum. Benim için dua et ki, icatları yakalayabileyim!“ dedi. Ben de „Amin!“ deyip, hocanın ardından tekbir aldım.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 24.04.1997
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.