ISSIZ YAŞAM****************
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ÖN NOT: “Issız Yaşam” adını taşıyan bu kısa öyküm, bir babanın yaşattığı katı kuralların, özlemleri ve umutları olan bir genç kızı nasıl bir felakete sürüklediğinin öyküsüdür.
Emine, annesini hiç tanıyamamıştı. Otorite ve realite meraklısı subay babasının yarattığı korku ve gerginliğin gölgesinde umutlarını, özlemlerini yaşayamadan ve özgün bir kişilik oluşturamadan büyümüştü. Erkek arkadaş edinmesi yasaklanmış, hiçbir zaman yarenlik edebileceği bir kız arkadaşı da olmamıştı. Zorlanarak tamamlayabildiği lise öğreniminden sonra bir üniversiteye kaydolamamıştı. Babası emekli olup da kırk beş yıl önce subay olmak için ayrıldığı köyüne çocukluğunda kalan çiftçiliğe özlemini gidermek için dönünce, o da bu değişikliğin kendi yaşamına neler getirebileceğini yaşayarak görmek istemişti. Ne var ki, yeni yaşamı da dış dünyaya tamamen kapalı bir yaşamdı. Komşuluk ilişkileri yoktu. Akrabalık ilişkileri yoktu. Arkadaşı yoktu. Köyün girişinde bahçeli, oldukça büyük bir konakta devam eden ıssız yaşamındaki iki insan babasından ve Kırgız asıllı yardımcılarından ibaretti.
Çirkin bir kızdı Emine, bunun farkındaydı; aynalarla küsüşmüştü bu yüzden. Saçları da kısacık kesilmişti, oysaki bir kızın saçları onun cinselliğini gösteren bir faktördü. Babasının namus anlayışı yüzünden cinsel yaşamdan yoksun bırakılan Emine’nin saçları kesilerek güya cinselliği kamufle edilmekteydi.
Yirmi sekiz yaşına girdiği yıl, süregelen bu ıssızlığı aşmak istediğinde karşısına çıkan erkek bahçe işlerinde çalıştırdıkları yevmiyeci olmuştu. Konağın bahçesinde yaban otları adam boyuydu, onları temizleyip toprağı bellemesi ve ekmesi için tutulmuştu adam. Sıradan bir figürdü, doğuşundan itibaren ırgat çocuklarının ezikliğini yaşamış, ırgat olarak kalmış, iş arasında çıkınından çıkarttığı bir parça tandır ekmeğini bir baş soğanla kemirerek öğün savan gariban biriydi. Buna karşın savurduğu topraklardan aldığı sertliği yarı çıplak vücudunun her adelesinde yansıtan güçlü, kuvvetli “erkek”… Emine, odasının penceresinden onun güneş yanığı gövdesini ve kaslı kollarını saatlerce seyretti, doyamadı. Mutfaktan bir sürahi buzlu su ile bardak götürdü ona, adamın sempatisini kazandı. Arkadaş oldular. Emine’nin ilk erkek arkadaşı…
Arkadaşlıkları, Kırgız asıllı yardımcının konağın bodrum katındaki barınağında sürdü. Orada sık sık bir araya geliyorlardı. Burası babanın asla uğramadığı bir bölümdü, korkmaya gerek yoktu.
Korkulması gereken, son günlerde iyice yavaşlayan bahçe işlerinin babayı kızdıracak olmasıydı. Adam, “ne biçim bir bahçıvan bu, iki karışlık bahçeyi bir haftadır halledemedi!” diye söylenerek dikkatini bahçıvanın üzerinde yoğunlaştırdığında onun sık sık kaytararak konağın alt katına indiğini fark etti. Önce ellisine merdiven dayamış Kırgız yardımcının ahlaksızlığına maletmek istedi bunu. Otuz yıldır ekmek yedirdiği kadının onun namuslu yaşamında bir kir olarak kalmasına izin vermeyecekti ve suçüstü yapıp hem onu, hem de evini bir randevuevi gibi kullanmaya kalkışan o ırgatı tekme tokat kovacaktı konaktan.
Takibi kısa sürdü, işte yine inmişti adam bodrum katına, hemen peşine düştü. Sinsice kapatılmış kapıyı kilitli buldu açamadı önce, sonra bir omuz darbesiyle yıkıp açtı. Gördüğü manzara karşısında donup kaldı önce; adamla sarmaş dolaş olup öpüşmekte olan Kırgız hizmetçi değil, kızıydı. “Ulaaannn!” diye haykırarak saldırdığı an bahçıvan, kızı bırakıp kapıdan dışarı attı kendini, kaçtı, gitti. Kızı korkuyla şoku bir arada yaşayarak titremekteydi karşısında, elini kaldırdı, tokatlamak istedi onu. “Orospuuu!” diye bağırabildi sadece, birden sesi soluğu kesildi. Kaldırdığı eli düşerken yaşlı bedeni de düştü, yığıla kaldı yere. Kalp krizi geçiriyordu.
Emine bir süre ne yapacağını bilemeden seyretti onu. Adam debelenerek gömleğinin yakasını ayırıp bağrını açmaya çalıştı kısacık bir an. Onun hiç kimseyle flört etmesine izin vermemişti babası. Aşırı derecede üstüne düşerek onu boğmuştu; “artık ölmesi gerektiğini” geçirdi aklından, o an bir hamle yapıp yanıbaşındaki yataktan aldığı yastığı olanca gücüyle adamın yüzüne bastırmaya başladı. Çok geçmedi, babası kıpırtısız bir et yığını gibi kalakaldı. Tüm isteklerinden onu yoksun bırakan, genç kızlık düşlerini yıkan zorba babasından öcünü almıştı işte.
Kırgız hizmetçi aşağı indiğinde onu babasının yüzünde tuttuğu yastıkla buldu; hemen aldı elinden yastığı, eski yerine koydu. Kızı adeta sürükleyerek, yukarı kata, odasına götürdü. “Babanız bir anda kriz geçirip öldü hanımcığım, lütfen ağlayınız… Ağlayınız ki, gelecek insanlar sizin çok üzüldüğünüzü görsünler!” diye tembihlerde bulundu. Ağlayamıyordu Emine, damarlarındaki kan, gözlerindeki yaş, içindeki her şey donmuş kalmıştı, buz gibiydi. Köyde çok çabuk yayıldı ölüm haberi. Bu haberi önemsemeyenler, üzülmeyenler çoğunluktaydı. Umursayıp gelenleri ise ön kapıyı açan hizmertçi usulca içeri alıyordu. Gelenlerin yanında içini çekerek oturan Emine, okunan kuran ayetleri ve edilen dualar eşliğinde babacığı için Allah’a yalvarışlarda bulunuyor, ağlamaklı mimiklerle babasının ne kadar mükemmel bir insan olduğunu anlata anlata bitiremiyordu. Cenaze yakın akrabaların gayretiyle çabucak kaldırılmıştı. Kendini toplumdan tamamen soyutlayan, yaşadığı toplumun gelenek ve kurallarını reddeden, aykırı ve ayrıksı davranışlarla tüm köyün tepkisini üzerine çeken adamın cenazesine köylülerin çoğunluğu gelmişti. Erkeklerin gelişi bir tür gösterişten ve teessürden olsa da; kadınların gelişi sadece ve sadece on yıldır hiç kimsenin girmediği evin içini görebilmek içindi.
Emine, adetten kesilip de karnı şişmeye başladığında anlayabildi hamile kaldığını. Kırgız hizmetçisini köyün içinde dolaştırıp bahçıvanı soruşturdu; kayıplara karışmıştı adam. Babası kayıplara karışmış bebeği karnında hissettikçe çılgına döndü. Düşük yapıp ondan kurtulabilmek için, bazen kendi yaşamını dahi tehlikeye atmaktan çekinmeyerek her türlü ilkel yöntemi denedi. Çocuk ona inat edercesine her gün biraz daha şişirdi karnını. Birkaç ay bahçıvanın döneceğini umut ederek yaşadı, sonra ondan da umudunu kesti. Tek başına, yapayalnız yaşamanın, tek başına yaşlanmanın dışında ona hiçbir şey kalmamıştı.
Ön kapı hiç kullanılmamak üzere kapatılmıştı. Onu oturmaya çağıran komşularını da, akrabalarını da hizmetçisi aracılığıyla sürekli geri çeviriyordu. Dış dünyayla bağlantısı tıpkı babasının sağlığındaki gibi kopuktu. Sadece Kırgız hizmetçisi alış veriş için arada bir bakkal dükkanına gidip dönüyordu. Zaman zaman konağın pencerelerinde, nadiren de bahçede görünen Emine, köylülerin dedikodularında da baş konuydu. Kimisi onun şişmanladığını, saçlarının ise ağardığını anlatıyordu ötekilere, kimisi de onun büyükannesinin de bir zamanlar aklını yitirmiş olduğunu anımsayarak insanlarla ve tüm dünya ile bağlantısını koparan Emine’nin de delirmiş olduğunu söylüyordu. Emine ve Kırgız hizmetçisi ise her bahçeye çıkışlarında hiç kimseye belli etmeden küçük bir mezar yeri kazıyordu.
Doğum sancıları başladığında yanında bir tek hizmetçisi vardı. Çok zor bir doğum oldu. Doğurduğunun nasıl bir şey olduğuna bakmadı bile, bacaklarının arasındaki o kanlı et parçasını bir torbanın içine atarak ağzını düğümledi. Hizmetçisine teslim ederken, “Al götür şunu, bahçede kazdığımız çukura göm!” diye emretti.
Telaş içinde canlı canlı gömüldü bebek o çukura.
O gece bebeğin ağlama sesleri doldurdu konağı. Çıldırtırcasına, susmamacasına ağlıyordu bebek. Emine, konağın bütün odalarını dolaştı, ağlayan bir bebek bulmak için. Bulamadıkça daha da çıldırdı. Sonra o seslerin bahçedeki mezardan gelebileceğini düşündü, bahçeye çıktı. Kazmayı, küreği aldı eline, mezarı kazmaya başladı. Kazdı, kazdı, nihayet topraklar arasındaki torbayı bularak çekip çıkarttı. Elindeki kazmayı tüm gücüyle, defalarca vurdu torbaya. Torba kıpkırmızı kana kesti. Bebeğin ağlama seslerini duymuyordu artık, onu yeniden attı çukura, toprakla örttü. Çok yorgundu. Altından bir çeşme gibi akan kanlardan ve yorgunluktan iyice halsiz kalmıştı.
Bir an başı döndü, mezarın üstüne düştü, öylece, hareketsiz kalakaldı.
YORUMLAR
Öncelikle şu konuyu belirtmeliyim ki, siz gerek mizahi gerekse yukarıda örneği görülen dramatik öykü yazılarında çok mahir bir kalemsiniz. Ben en çok da, sizin mizahi tarzda yazmış olduğunuz yazılarınızı beğeniyorum. Yaşamın içinden yürek burkan, düşündüren bir öyküydü kaleme aldığınız yazınız.
Yalnız, haddim olmayarak öykünün şu kısmını kafa yormama rağmen çözemedim. Bir mantık hatası mı var yazıda, yoksa ben mi geri zekalıyım da anlayamadım dedim.. İşte o kısım :
'' Önce ellisine merdiven dayamış Kırgız yardımcının ahlaksızlığına maletmek istedi bunu. Otuz yıldır ekmek yedirdiği kadının onun namuslu yaşamında bir kir olarak kalmasına izin vermeyecekti ve suçüstü yapıp hem onu, hem de evini bir randevuevi gibi kullanmaya kalkışan o ırgatı tekme tokat kovacaktı konaktan. ''
Kafam inanın karıştı. Buradaki tasvirinizi anlamakta güçlük çektim. Lütfen, tırnak içindeki kısmı bir kez daha okuyunuz, ama okuyucu gözüyle... Yazıda sözü edilen KADIN, kızı mı? Kızıysa KADIN olarak bahsetmişsiniz, ben sandım ki, orada çalışan başka bir kadın mı ki diye..
Bir de tabi, şu mezardan gelen ağlama sesleri... Neyse; çok kafa yormayacağım.
Güne düşen yaşanması muhtemel öykünüzü okurken içim acımadı değil.
Bir de şu konuyu düşündüm. Bir asker olan, yıllarını askerliğe vermiş otoriter bir baba kızının saçlarını sırf kızının cinselliğini düşünerek kesebilir mi? Ordudaki bir başçavuş bile yapmaz, sonuçta okumuş, mürekkep yalamış bir baba. Diyorum ki; yapmış olsun.. Bunca yıldır verdiği hizmetlere yazık. Emrindeki askerlere yazık. Ne diyeyim daha.
Selam ve sağlıcakla kalınız usta.. Dediğim gibi, sizin mizahi yönünüz baldan daha tatlı. Size yakışıyor, çok yakışıyor mizahi konuları işlemek. Mizahi konular üzerine yoğunlaşsanız da bizler de ağız tadıyla ballı kaymaklı lezzet bulsak...
yaşanmamış aşkların şairi tarafından 5/30/2016 11:48:00 AM zamanında düzenlenmiştir.
Kemnur
babalar ve kızları...ne zordur ama ne de derindir bir babanın kızından beklediği hele ki ilk göz ağrısı ise.
yüreğinize sağlık Kemal hocam.
yine güzeldi ve yine yüreğe dokunan.
kıymetli kaleminizi saygıyla selamlıyorum.
hüzün nakşeden ki ömrü bir parçası hele ki varlığımızın uzantısında ne çok duygu harmanladığımız.
ömrünüze bereket.
selam ve saygılarımla tüm içtenliğimle...
Kemnur
Kemnur
Kemal derecesinde bir öykü
Edgar Allan Poe misali gerilimi de tatlı tatlı yediriyor hani
İnsanı ürpertiyor inceden
İşte benim güzide hocam dedirtiyor usulca
Güne gelen eseri içten kutlarım
Yüreğe, emeğe, kaleme, kelama bereket
Saygı ve selamlarımla...
Kemnur
Off!...
Üzdü hikaye yav!...
Zaten sıkıntılar ile boğuşuyoruz bu ara,
tuz biber ekti üzerine bu hazin hikaye de.
Ama,
maalesef hayatın gerçekleri bunlar.
Ne demeli?
Gerçekten çok güzel kaleme alınmış.
Kutluyorum.
Kemnur
Kemnur
Duyguları unutuyoruz, sevgi sözcüklerini unutuyoruz,kalben dokunuşlar unutuluyor ve ortaya acı bir profille ıssız bir yaşam çıkıyor. Vede bu yanlışları yapan kültürlü bir otoriteyle, baba veya babalarsa sonuç budur. Ve halen günümüzde bedava olan ,içten sevgiyi , çocuklarından esirgeyen baba adayları maalesef varlar.
Tebrik ediyorum değerli yazarımız...
Saygılarımı bıraktım...
Kemnur
Kusur, kural tanımayan bir özellik midir? Kuralsızlık ahlak yoksunluğu mudur? Her insan, hayal dünyası yaşadığı dünyaya daha da güzellik katması için kullanmaya çalışır.. Ama her insanın hayalleri iyi ile kötünün savaşını orada da ayrıca sürdürür…
‘’Babama... ve bütün O babalara....
Remiz sözcüklerden ağdalı sözlere, latife yazılardan lafız kelimelere kadar, üstü-başı hiç kimseye benzemeyen bir insandı kız çocuğu…Edepten uzak ,edilgen bütün sözlerin başına konulan kız çocuğu…Masal değil, hikaye değil, roman hiç değil… Hayattı baştan sona onun göz yaşları…
Siz daha çocukken ... Annem anlatırdı, bir hikayenin ucundan tuttu mu babalar çekiştire çekiştire, yırtarcasına orasına-burasına vurarak büyütürlermiş kız çocuklarını. Büyürler miydi ? Kendi bedenlerinden önce korkuları, hayalleri, haykırışları en çokta namusları büyürdü. Hasım sahibidir kız çocukları, hasımdırlar, suçludurlar hep bir adım geriden koşuşturulurlar.
Bir yerlerde mi okumuştum bu hikâyeyi, yoksa tv de mı izlemiştim, belki de bir dizinin 124. bölümüydü. Bilmiyorum. Belki de hatırlamak istemediğim bir tarihte yaşamış ya da "siz daha çocukken" diye annem mi anlatmıştı ? Bilmiyorum ! ‘’
Sevgiler…
Kemnur
Öncelikle belirteyim ki senin kaleminden okuduğum en güzel öykülerden biriydi. Bir yoruma verdiğin cevapta çok mu abarttım demişsin ya, bence abartı da yok.Çünkü elbette ki sık rastlayabileyeceğimiz bir olay olmasa da olmayacak bir şey değil bu öyküde anlatılanlar.
Asıl önemli mevzu ise başından sonuna kadar okuyanı yakalamış bir yazı olması. Kendi hesabıma ilk satırları okuduktan sonra '' Devamını yarın okurum'' Diyebileceğim bir yazı değildi. Anlatım tek kelimeyle harikaydı.
Uzun lafın kısası çok çok beğendim. Günün yazısı olmayı fazlasıyla hakketmiş.
Kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
Kemnur
Üstadım, kusursuz bir anlatım, okuyucuyu konunun özüyle baş başa bırakmakla ispatlıyor kendini...
Bunu sağlayan da canlandırmadaki ustalık...
Başta sunulan mesajın iddiası böylece herhangi bir eleştiriye mahal bırakmıyor...
Diyorum ya, sitenin 'kariyerlerinden' biridir imzanız...
Selam ve saygılarımla.
Kemnur
Kemal hocam. Ne diyeceğimi nasıl yorum yapacağımı bilemedim. Emin olun okurken kanım dondu. Her ne kadar kurguda olsa şu hayatta neler oluyor dedirten, kız ya da erkek fark etmez çocuk yetiştirme konusun da önemli dersler çıkarılması gereken harika bir öykü. Baskıcı olmak ne kadar yanlışsa saldım çayıra mevlam kayıra anlayışı da o kadar yanlıştır onun için orta yolu bulmak gerekir diye düşünüyorum. Günün yazısı olmayı hak eden bir çalışma on puanımı veriyorum ve gönülden kutluyorum.
Kaleminize emeğinize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.
Kemnur
Bir dram hikâyesi bu kadar güzel anlatılabilirdi kutlarım hocam...
Her anını içimde yaşadım...saygılarımla.
Kemnur
H. Çiğdem ŞİİRBAZ
Ben günün seçkisini fazlasıyla hakeden yazınızı tekrar kutluyorum...saygılarımla.
Can Dost bu nasıl bir öykü böyle?
Bu nasıl bir hayal gücü?
Bu nasıl bir kalem?
Şair rahmetli Hasan Hüseyinin dediği gibi;
Acıyı bal eylemiş bir yazı bu...
Sağ olasın.
Günaydın.
Selamlarımla.