- 667 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünceler
Bir adam düşünün ki; Gördüğü her güzel sözü bir not kağıdına yazıp evin herhangi bir köşesine yapıştırıyor.
Çok kitap okuyor, çoğu yazarların da hayat hikayelerini biliyordu. Söyledikleri sözler hakkında fikir üretiyor, kağıda yazıp yapıştırıyordu.
Bir çok yazarı okuyordu, her okuduğunda da etkileniyordu.
Fakat durum öyle garip bir hal almıştı ki, hangi notu nereye yazdığını, notun kime ait olduğunu ve nereye yazdığını hatırlamıyordu.
Bir gün roman okuyordu, ertesi gün öykülerden yapılmış bir dünyada dans ediyordu.
Romanı okuduğun da; O romandaki karakterleri kendi hayatındaki insanlarla karşılaştırıyordu. Ve bir çoğu da benziyordu birbirine, romandaki insanlar kendi hayatındaki insanlardı ve hepsi bir şeyler söylüyordu.
Not yazmaya ne zaman başlamıştı, hatırlamıyordu.
Nerede güzel bir söz görse bu Tanrı’dan diyordu ve ekliyordu. Bunu yazan kişi iyi biri de olabilir, çok kötülükler yapmış bir insanda olabilir; bu hiç önemli değil, içinden gelmiştir içimizden gelende yürekten gelmiştir, yürekten gelende tanrıdan gelmiştir.
Her görüp beğendiği yazı sanki bir önceki yazının devamı gibiydi. Ve her not günden güne farklı bir hal almaya başlıyordu.
Evin içinde odadan odaya volta atıyor, bazen cama çıkıyor ama tekrar hemen kapatıyordu.
Yalnızlık cahil insanlarla oturmaktan daha hayırlıdır demiş Hz. Ömer ; bilakis onun devri de geçmişte değildi.
Cahil insanlar hemen hemen her toplumda olmuştur . Ve onlar çıngıraklı yılan gibidirler, çıngıraklarını sallaya, fıslaya gezinirler. Çıngıraklı yılanlar beynine gelen avıyla ilgili bilgiyi saniyenin 1/20’si kadar kısa bir sürede alıp değerlendirip tepki gösterebilir.
Cahil insanlarda böyledir sizi tanısın veya tanımasın, sizin hakkınızda bilgisi olsun veya olmasın; hemen değerlendirir ve hükmünü verir.
Hz.Ömer okumuş bir halifeydi. Arap edebiyatını ve şiiri çok severdi. Tüccarlık yaptığı dönemde Roma’ya ve Pers şehirlerine gitti ve buradaki düşünürlerle tanışmıştı. Bilge bir insandı ve çok adaletliydi. Cahil insanlar onun döneminde de şimdi ki dönemimizde de çoktu.
Camı kapattıktan sonra evdeki odaların hiç birinin birbirine uymadığını gördü, hepsin de metrekare ya eksik ya fazlaydı, duvarların kenarlarında da rutubet vardı, oturdukları bina çürümekteydi.
Bende çürüyorum işte dedi kendi kendine; sonra daha bir yüksek sesle konuşmaya başladı kendisiyle konuşanlar ne çok konuşuyorlar her şeyle ilgili dedi.
Bu kadar konuşmaya ne gerek vardı ki; her şey iki kere ikinin dört ettiğini kanıtlar gibiydi.
Metre kare hesabına girersen işin içinden çıkılmaz, odalarda dairelere sığmaz holde de volta atılmaz.
Hasan yine de devam etti volta atmaya evin içinde, yürüyordu devamlı, yürürken düşünüyordu, düşünürken yürümek, yürüyorken düşünmek hoşuna gidiyordu.
Bugün işten kovulalı tam üç ay oluyordu. Ve devlet ona işsiz kaldığı için günde yaklaşık olarak on sekiz tl para veriyor bu da hemen hemen beş yüz seksen tl’ye yakın bir para ediyordu, yetmiyordu ama yetinmeye çalışıyordu, sigarayı bırakmıştı, alkolden kesinkes kaçıyordu.
Nazım hikmet’in Galip ustasına benzetti kendini, merdivenlerde durmuş, garip şeyler düşünüyordu.
Heybeler merdivenleri çıkıp, merdivenlerden iniyordu.
Yarın öleceğimizi bilsek! Ne yaparız diye düşündü, sonra tanıdığı insanları düşündü, onlarında düşündüğü şeyden haberdar olduğunu düşündü.
Herkes bir anda sokağa dökülmüştü.
Gök gürlemeye başlamıştı, yağmur yağıyordu, insanlar yağmura aldırmadan, birbirlerinin yüzüne şaşkınlıkla bakıp; işte senin öleceğin tarih alnında yazıyor, sen göremiyorsun kendini ama benimkini görebilirsin; senden rica ediyorum. Tarihi, günü söyleme, insanlar tam bir çıldırmazlık içindeydiler.
Yarın ölecekler vardı insanların içinde, onlarda çıldırmış gibiydi.
Yarın ölüyorlar diye bir dernek kurulmuştu hemen; Yarın ölecek insanlar toplanıyordu bir çatı altında son dualarını ediyorlardı.
Kimisi gençti, kimisi yaşlı ve bir çoğu da hasta. En sevdikleriyle ve en sevdikleri eşyalarıyla birlikte gelmişti.
İmam kuran okuyor, papaz dua ediyordu.
Yarın ölecek olanlar için bir yemek düzenlenmişti. Papaz İsa’nın son yemeğine son yemeğine benzetmişti bu durumu, İmam’sa karnı acıkmıştı iyice.
Yarın ölecek olanlar için her şey hazırlanmıştı.
Miraslar bırakılmış, kimine borç, kimine para, kimine eşya bir çoğu da bir şeyler bırakmanın ya da bırakamamanın endişesi içersindeydiler.
Biri son kadehini tokuşturdu arkadaşıyla; Boş ver be rıza, nasıl olsa ölüyoruz, ver şu kutsal kadehi, son kez içelim.
Bir başka biri Namaza durdu.
Bir başkası yaptıklarını düşündü, neyi doğru yapamadığını anlamaya çalıştı. Yarına az bir zaman kalmıştı, yarın bu saatte dünyada olmayacaktı.
Bir başka biri hamleti hatırladı; to be or not to be, işte bütün mesele bu.
Yağmur hızını iyice artırmıştı.
Sokaklar her zaman olduğundan daha da bir kalabalıktı. Kimse birbirinin alnına veya yüzüne bakmıyor, herkes birbirinin yanından hızlı adımlarla geçip gidiyordu.
İnsanların alnında öleceği tarih yazıyordu ve insanlar birbirlerinin yüzüne bakmaktan ödü patlıyordu.
Dostluklar bitmişti, kimse kimseye gidip gelmiyor, insanlar sokakta; kafaları önüne eğik Mahkumlar gibi; ya da alınları bir maskeyle kapalı bir şekilde yürüyorlardı.
Herkes perişanlık içindeydi.
Bu durumdan etkilenen bankalar, sigorta şirketleri; insanların alnına bakıp öyle işlem yapıyordu.
Kısa bir zaman sonra ölecek olan bir insan için artık her kapı kapanmıştı. İşsiz insan çoktu, patronlarda aynı muameleyi yapıyordu.
Kimi patron iş adayının alnına bakıyor, maalesef beyefendi az bir zamanınız kalmış, bu yüzden sizi işe almam mümkün değildir diyordu.
Meclis ve bakanlar ortak bir karar almış ve bildiri yayınlamışlardı.
Kimse kimseye tarihi söylemeyecekti..
Bunun yerine az veya çok diyeceklerdi, tarih söylemek kesinlikle yasaktı. Tarih söyleyenler için ağır cezalar, ağır yaptırımlar uygulanacaktı.
Karakollar, hastaneler dolup taşmıştı. Karakollar da herkes birbirinden şikayetçiydi.
Sokaklarda sen nasıl benim yüzüme bakarsın diye atışmalar oluyor, atışmalar, kanlı, bıçaklı kavgalara dönüşüyordu.
Alnındaki tarihe inanmayıp hastaneleri dolduran insanların sayısı da az değildi. Hepsi de kontrole gelmişti.
Cezaevinde mahkumlar ayaklanmış, ordu da isyan eden askerler ortaya çıkmıştı. Ülke tam bir kaos içersindeydi.
İki yıl sonra öleceğini öğrenen başbakan derhal istifasını vermiş, eşiyle ve çocuklarıyla inzivaya çekilmişti.
Hükümet yoktu. Cumhurbaşkanının günleri de sayılıydı. Oda kısa bir zaman sonra ölecekti.
Öleceğimizi bilmek!..
İnsanlara korku vermişti. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanlar her dakika ölümü düşünür olmuştu.
Bu dünya geçici bir handır,
Sanma ki yaptıkların yanına kalır.
Tanrı çok merhametli ve çok adaletliydi. Kim kime ne yaşattıysa, aynısını yaşayacaktı, ya da yaşattığına benzer bir durum kesinkes yaşayacaktı.
Kim kime zulüm ettiyse en beterini yaşayacaktı.
Hasan’ın gözünden yaşlar geldi, saatin kaç olduğunu unutmuştu, derin düşüncelere dalmıştı.
Saatlerce gözü yaşlı bir şekilde yazdığı notlara baktı, her gün yaşıyoruz dedi
Ama bir gün öleceğimizi hep unutuyoruz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.