BEKLEDİKLERİM
Evet, sesim tekrar geriye geldi bak. Sen olmasan, kiminle konuşurum ben? Sen olmasan.. sen olmasan hiç zaman geçer mi, sen olmasan?
Elimde küçük bir recorder var. Ses, sesimi kaydediyorum buna. İşte sen olmasan, tek dostum bu şimdi. Sesim, sesim kaybolmasın istiyorum. Sesim, yankılansın istiyorum. Bu gök kubbenin altında ses kalsın istiyorum. Sen olmasan…
Son günler çok dalgınım. Çok, çok dalgın. Siz de dalgın mısınız, bilmiyorum. Bir şeyi anımsamak için çok zorlanıyorum. O nedenle birçok tedbirler aldım. Aniden aynanın önünden geçerken “bu adam kim?” diyorum. Kendi kendime gülüyorum.
Evet, ses cihazı olmasa kiminle konuşacağım ben, şaşıyorum. Bilgisayarı açıyorum, oyun oynuyorum. Saatler sürüyor. Elim ağrıyor, boynum ağrıyor, gözüm ağrıyor ama oyun oynamaya devam ediyorum.
Evet, her tarafa ayna asıyorum. Tuvalette üç tane ayna var. Üç değişik açıdan kendimi görüyorum. Bazen pantolonumun fermuarını, çekmeden çıktığım oluyor. Eğer hava sıcaksa sıcak bir hava içeriye doluyor bacaklarımın arasına; soğuksa, serin bir hava. O zaman fark ediyorum fermuarımın açık olduğunu ve hemen kapıyorum. Ceketimle dolaşıyorum hep. Sıcak havada bile bazen ceket giyiyorum. Kollarım, kollarım buruşmaya başladı. Her sabah egzersiz yapıyorum. Çekiyorum, jimnastik yapıyorum sanki.
Evet, çok dalgınım diyorum. Siz de dalgın mısınız? Sizin de daldığınız olduğu mu hiç? Dalgın dalgın yürüdüğünüz, nereye gittiğinizi fark etmediğiniz oldu mu?
Bir şey almak için, yatak odasına gidiyorum; başka bir şey görüyorum masanın üzerinde, onu alıyorum, geri dönüyorum. Niçin yatak odasına gittiğimi unutuyorum. Tekrar bekliyorum.
Tuvalette hiç, anımsadığınız oldu mu? Her şeyi ben tuvalette anımsar oldum. O nedenle tuvalette uzuuun süre kalıyorum.
Not defteri taşımaya başladım. En ufak bir şeyi not etmeye başladım.
Kamera taşıyorum ben. Durmadan kamera. Geçtiğim yolları, kareliyorum. Geçtiğim sokakların, isimlerini kareliyorum. Kare kare kamera, kapkara kamera… İşte böyle.
Yemeği unuttuğum oldu çok. Yanık kokusu doldu evin içerisi. Yangın alarmı verecek diye korktum. Koca bina ayağa kalkacak, herkes dışarı fırlayacak: “Kim gene bu, kim?” diyecek
Evet, bazen Pazar günleri, et kokusundan geçilmiyor bu binada. Herkes et pişiriyor sanki et oburu insanlar. Bu insanlar yüzünden kaç tavuk, kaç öküz, kaç koyun kesiliyor, kaç balık avlanıyor bu insanlar yüzünden. Bilmiyorum. Ben et yemiyorum uzun süredir. Doktor dedi ki, “vitamin 12 eksikliği var sende,” eksikmiş, ne yapalım. Herkeste bir şeyler eksik. Bende bir şeyler fazla. Onlarda bir şeyler eksik.
Evet, aynanım önünden giderken, geçerken aniden bakıyorum; bir gölge. Bu adan kim, diyorum. Gülüyor bana. Gülüyorum.
Her gün meyveciye uğruyorum, sebzeciye uğruyorum. Bir İtalyan dükkânında çalışıyor şişman Avusturalyalı bir kadın, yok, Avusturalyalı değil, Maltalı. İngilizcesi pek düzgün değil. O kadın da gülüyor. Bana bir şey verince gülüyor. Ben de tebessüm ediyorum. Teşekkür etmeye çalışıyorum, yok. Kadın bana bakıyor, donuk. Teşekkür ettiğimi sanıyorum, teşekkür ettim belki ikinci kez niye teşekkür edeyim. Burada herkes ikinci kez teşekkür ediyor bilhassa kasada çalışan kadınlar. Evet, kadınların çoğu, hep kasada çalışıyor. Kadınlar çok dikkatli, zeki erkeklerden. Kasada çalışıyor, onlara kasa işi vermişler. Kasa gibi kadınlar. Çok şey biriktiriyorlar. Dert biriktiriyorlar, dert; sadece para değil. Altın yüzükleri var kadının. Küpesi de var. Değişik bakıyor insanlara. Yorgun görünüyor.
Evet, bugün dört tane domates aldım, dört dolar. Tanesi bir dolar. Dört limon, iki dolar. Yok, üç dolar. Evet, cebimdeki para ne kadar bilmiyorum. Sayıyorum, elli dolardan aşağıysa dışarı çıkmıyorum. Bekliyorum. Maaş gününü bekliyorum. O gün dışarı çıkıyorum. Yalnız ben değil, bu binanın çoğu insanları, maaş günü dışarı çıkıyor. Sakatlar, tekerlekli arabalılar maaş günü dışarı çıkıyorlar. Şişmanlar, iyice şişmanlar geceleri çıkıyor. Marketleri dolduruyorlar. Et oburları, şeker oburları, obur bu ülke obur. Bu ülke oburların ülkesi; yiyip, sıçamayanların ülkesi. Evet, ben de onlardan bir tane oldum. Çok yiyorum, hareketlerim zayıfladı, biliyorum, evet.
Yattığım yerden gökyüzü görünüyor. Bulutlar, çok dağınık bugün. Rüzgâr, her yerde ses çıkarıyor. Pencereleri açık bırakıyorum, ıslık çalıyor hep. İstiyorum ki, rüzgârın sesi, odayı doldursun.
Evet, radyoyu kapatıyorum. Buranın politikacılarını dinlemek istemiyorum. Hiç politikacıları dinlemek istemiyorum. Müzik dinliyorum çoğunlukla. Klasik müzik dinliyorum çoğunlukla. İçinde hiçbir kelime olmayan müzik dinliyorum çoğunlukla. Güftesi olmayan müzik dinliyorum çoğunlukla. Beni alıp, götürsün diyorum.
Evet, gene telefon gelmedi. Yine telefon etmedi bana. Biliyorum, meşgul biliyorum. Hava kararmıştır orada. Burada sabah, orada akşam. Orada sabah, burada akşam. Bugün ne, bugün günlerden ne, bilmiyorum, evet.
Her odada bir saat var. Oturma odasında üç tane saat var. Her açıdan saati görebiliyorum. Bir de bilgisayarın saati var.
Evet, not tutuyorum. Notları asıyorum. İlaç listem var her yerde; sabah, öğleyin, akşam, gece ilaçlarımı zamanında almam lazım. İlaç şirketleri, benden zengin oluyor biliyorum. Evet, ilaç şirketleri, silah yapan şirketlerle ortak. Bunları da biliyorum. Ben, ölümlere neden oluyorum. Yavaş yavaş ölerek. İlaç şirketleri zengin oluyor. Evet, şirketin sahipleri de ölüyor benim gibi, ölecek.
Gülüyorum, insanlar öldürüyor, ölüyor; bir parça iyi yaşayabilmek için. Bir parça güzelden yana yaşayabilmek için. Çalışanlar çok ama, öldürenler daha çok.
Evet, bugün Cuma mı, hayır. Çarşamba, yok. Bilmiyorum. Bilmek istemiyorum, bugün ne. Zaten önemi yok benim için. Bir yere gitmiyorum. Gitmek istemiyorum. Niçin zamana ihtiyacım var benim? Hangi zaman diliminde yaşadığım önemli mi, yaşıyorum ya.
Bugün Çarşamba, hayır Perşembe. Doktora gitmem lazım. İğne olacaktım. Hmmm, hep unutuyorum. Not tutuyorum hâlbuki. Resimlerime bakıyorum; neredeyim, ne yapıyorum. Artık unutacağım. İnsan yüzlerini unutacağım.
Çocukların resimlerini duvara astım. Sevdiğim insanların resimleri duvarda. Duvarda savaş resimleri var. Duvarda açlık, duvar çok gizli, hepsini saklıyor, yutuyor sanki. Bana göstermiyor bazen.
Duvarları siliyorum, kirli ne varsa sildiğim, dün sildim, bugün de sildim, evet.
Unutuyorum sildiğimi. Tekrar ellerimi yıkıyorum, kirli. Parmaklarım, kirli. Tırnaklarımın arasını fırçalıyorum. Dişlerimi fırçalıyorum, sonra unutuyorum.
Tekrar yüzümü yıkıyorum, yüzümü yıkamadan çıktığım oluyor.
Çorabımı giyiyorum. Çorabımın teki yok. Teki hep kayboluyor. Teki arıyorum. Yok!
Terlikleri giymiyorum. Terliklerim var üç tane. Kapının dibinde bekliyor. Misafir bekliyor terliklerim. Terlikler, misafir bekliyor ama terliklerin beklediği misafirler gelmiyor. Terliklerim koltukları arasına sıkıştırılmıs insan kokusunu bekliyor belki de.. ayak kokusuna bile razı.
Ben beklemiyeceğim, ayakkabılarım beni bekliyor ama ben giymiyorumBeklemeyen insanlar çok çabuk ölürmüş, hiç beklentisi olmayanlar daha da çabuk.
Ben, hep bekleyenlerden oldum..ne beklediğimin farkına varmasam da çoğu kez.
Kapı çalınıyor sanki, kapıya koğuyorum..gözetleme deliğine dayıyorum gözümü..Koridorda ayak sesleri..çocuk sesleri neşeli, okula giidiyor olmalılar..dilini bimediğim insanların konuşmalarını dinlemekten zevk alıyorum..
Ben, kaybettiklerimi bekliyorum belki de. Belki de hiç dönemeyecek olanları.
Belki de kendimi..
Siz hiç kendinizi beklediniz mi? Kendinize mektup gönderdiğiniz oldu mu..Damgalı pullarla süslenmiş zarfları açmanın heyecanını yaşamak istediniz mi siz hiç?
Elektronik mesajlardan sıtkınız hiç sıyrıldı mı? Ekranlara orta parmağınızı göstediniz mi?
Yüzünü bile bir kez görmediğiniz insanlara yüzlerce kez email attığınız ve onlardan günlerce gecelerce yanıt beklediğiniz oldu mu?
Size sadece parti amplemli kağıtlarla bayram tebrikleri postalayan politikacılara kızdınız mı hiç?
Aniden kapınızı çalan din tacirlerine sinirlendiniz mi hiç?
Artık ne onlardan nede şunlardan bile mektup gelmez oldu..onlar bile kapımı çalmaz oldu..
Seçimler eli kulağında oysaki.. Şeker bayramı da geldi gelecek..
Bugün kaçıncı kez posta kutusuna koştum..yok..
Gelmiyor.
Neden bilmiyorum.
Siz biliyor musunuz..?
Ben unuttum..beklentilerimi; aynadaki yüzlerimi, gözlerimi..
Tırnaklarımla duvara çizdiklerim, takıntılarım kalmış..bir çocuk gülüşü gibi hala taze ve umarlı..
Artık, beklemeyi beklemeyeceğim..
Sokaklarda kaybolmaya koşuyorum..sokaklarda unutmaya beklentilerimi..
Sahile doğru uzayan gölgeme tutunsam, denize düşer miyim?
Volkan Kemal
Görsel: Uz
YORUMLAR
Aklıma Geoffrey Rush’ın oynadığı Shine filmi geldi. İzlemiş miydiniz? O da böyle konuşuyordu. Belki de sesli düşünüyordu.
Selam olsun oralara.
Sağlıcakla,
Volkan70
kendimle hesaplasmalarim surmekte hep..sesli sesiz ciglik cigliga..
katkilarina tesekkurler..
Volkan70
Yasamlarimizda hep bir "baba" figuru, baski araci olarak varolagelldi, onlar da farkinda degildi cogukez..Ben cocukken..deye baslayan oykulerinin kurbani olmadik mi..?
Tabular zor yikiliyor..hep..
tekrar tesekkur ederim dostum....
film:http://www.vizyonfilmizle.com.tr/5816-shine-filmi-izle.html
https://www.youtube.com/watch?v=-xR5_qyvQqQ
Zeki Müren - Bekledim De Gelmedin
yokluğunuz farkediliyor, sizi merak ettiğim - ne zamandır görünmüyor dediğim günler, oldu...
sağlıcakla kalın, biraz B12 vitamin takviyesi yapın : )
severek : ) selamlar, saygılar bi' de...
Volkan70
sevgiyle dostcakal hep
yazım diliniz çok akıcı
yazdığınız konularda çok ilginç
nice paylaşımlara
saygılar
Volkan70
tesekkurler
doatlukla hep
Gabriel Garcia Marquez'in ''Albaya Kimseden Mektup yok.'' romanını anımsadım değişik bir versiyonla. Ne dersin dostum yüz yıllık yalnızlığı mı anlatıyorsunuz.?.Gölgenize tutunmayın Bence..Taşımaz. İyi ya da kötü,bu insanlarla iç içe yaşamak zorunda değil miyiz.?
Sadece, elinize bir liste alın ve Sizi yoranların üstüne kırmızı bir kalem çekin. Gerçi diğerleri de yoracaktır ama Siz de onları yorar, ödeşirsiniz. Kalın sağlıcakla..
Volkan70
Golgem tasimazsa beni, ben nasil ayakta kalirim, tum golgesizler gibi? Siginacagi bir liman olmali insanin..Galata olsada olur..ekmek arasi balikla idare edersin..ayakta kalabilmek mesele..tutunacagimiz yer kalmdigi an..toprak imdadimiza yetisecek nasil olsa..o gunedek dost almissa ona tutunmayi deneyelim mi, dostum?