- 1865 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
YA NASİP.
( ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yukarıdaki resmi bir öğrencim olan Emine Çakır Altın’ın Face book sayfasında gördüm. Kızım ( Tüm öğrencilerim ya oğlum ya kızımdır) Şöyle yazmıştı: MEZAR TAŞINDA BİLE ADIMIZIN YAZMASI NASİP MESELESİ!!!) Yüreğim cız etti. Sonrasında işte böyle bir öyküye dönüştü bu resim.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu gün tamamen hayali bir öykü yazacağım..
Şermin Hanım...
-Orada dur bakalım. Adının Şermin olduğunu nereden biliyorsun?
+ Doğru. Adının ne olduğunu bilmiyorum. Ama bir adı olmalı öykü kahramanının değil mi? O halde neden Şermin olmasın? Bence pek âla da bir isim.
Evet...Şermin Hanım o gün yatağından oldukça keyifsiz bir şekilde kalktı. Oğullarına ve kızlarına...
-Oğulları ve kızlarına mı? Oğulları ve kızları olduğunu da nereden çıkarıyorsun?
+Aslında oğulları ve kızları olduğunu da bilmiyorum. Ama böyle zırt pırt araya girilirse öykü yazılamaz ki.
Evet... Oğullarına ve kızlarına defalarca çok hasta olduğunu söylese de gerek damatları, gerekse gelinleri ‘’ Naz yapıyorsun, sen hepimizi gömersin’’ Diyerek aldırış etmiyorlardı onun hastalığına. O değil de üç beş kuruş birikimi olmasa bu hayırsızlar ona doğru dürüst bir mezar bile yaptırmazlardı. Oysa Şermin Hanım oldukça zengindi ve elbette ki mezarı da çok görkemli olmalıydı.
-Haydaaa. Yahu zengin biri olduğunu nereden biliyorsun?
+Zengin biri miydi gerçekten de? Zengin biri olsaydı mutlaka bir tanıyanı olurdu herhalde. Ama bak ne diyeceğim? Öykü bitene kadar bir daha ağzını açarsan yırtarım o ağzı tamam mı. Sus da dinle.
Evet..Zengin ve yaşlı bir kadın olan Şermin Hanım oflaya puflaya telefonun yanına kadar gidip taksi durağının numarasını çevirdi.
-Şeyyy. Yaşlı olduğu kesin mi?
+Bilmiyorum ulan. Bil mi yo rummmm. Bilmiyorum ama öyle hayal ediyorum. Hem konu, adı ya da yaşı değil. Konumuz ‘’Ya Nasip’’ Lütfen bir daha kesme.
-Tamam tamam.Yaz sen.
Beş dakika bile sürmemişti taksinin gelmesi. ‘’ Nereye?’’ Diye soran şoföre.’’ Mezarlıklar Müdürlüğüne’’ Diye cevap verdiğinde şoför gülmemek için zor tuttu kendisini. İçinden ‘’ Gideceği yeri ne de güzel biliyor. Başka bir yer paklamaz zaten bu moruğu.’’ Diye düşündü. Öte taraftan Mezarlıklar Müdürlüğü bayağı uzak olduğuna göre nereden bakarsan bak en az elli kağıt cukkadaydı.
Keyifle gaz pedalına abandı.
Şermin Hanım telaşlandı.
-Yavaş evlat. Az yavaş lütfen. Kendime bir mezar yeri satın almadan öldürme beni.
Şoför pek umursamasa da laf olsun diye sordu.
-Kendinize mezar yeri mi alacaksınız hanım teyze?
Şermin Hanım cevap verdi:
-Evet. Hem mezar yeri alacağım, hem de mezarımın nasıl olması gerektiği konusunda talimat vereceğim.
Çok da uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra Mezarlıklar Müdürlüğüne geldiler. Şermin Hanım Şoföre ‘’Sen bekle. Ücretin neyse ödeyeceğim merak etme. Dönüşte buradan taksi bulmak zor olur.’’ Deyince şoför kelepir bulmuş Yahudi gibi ellerini ovuşturarak ‘’ Emrin olur hanım teyze ‘’ dedi.
Şermin Hanım içeri girdi ve yetkili vatandaşa isteğini açıkladı. Yetkili şahıs karşısındakinin yağlı bir kuyruk olduğunu anlamakta gecikmedi. İşte böyle yağlı kuyruklar her zaman için yolunmaya aday kaz gibi görünürdü yetkilinin gözüne.
-Ah hanım ablam ah. Öyle istediğiniz gibi ağaçların gölgesinde, kuş sesleri ve çiçek rayihalarının insanı mest ettiği bir mezar yeri bulmak o kadar zor ki. Üstelik de siz ayrıca bayağı bayağı geniş ve lüks bir mezarlık istiyorsunuz. Mümkün değil. Bu mezarlık tıklım tıklım dolu. Haa şehrin dışındaki mezarlık derseniz bir şeyler ayarlarım ama bahsettiğiniz bu mezarlıkta nâ mümkün.
Şermin Hanım düşündü. Şehrin içindeki bu mezarlığa bile o hayırsız evlatlar ya gelir ya gelmezdi. Şehrin dışındaki mezarlığa gömülse kesinlikle uğrayan olmazdı. Oysa oldukça bol Fatihaya ihtiyacı vardı. Hele de az sonra yapacağı şeyden sonra...
Yapabileceği tek bir şey vardı o da paranın ucunu göstermek. İçinden ‘’ Allah’ım günah yazma’’ dedikten sonra yetkiliye:
-Bakın ne diyeceğim efendi oğlum. Şimdi sen benim şu minik hediyemi kabul buyuruyorsun, sonra da bana şehrin göbeğindeki mezarlıktan, tam da benim tarif ettiğim gibi bir mezar yeri ayarlıyorsun. Ha, bunu bir başka mezarı kaldırarak mı yaparsın yoksa mezarlığın duvarını yıkıp ana caddeden benim mezar yerim kadarını mezarlığa mı katarsın orası senin marifetine kalmış. Ama bana mutlaka buradan bir yer ayarlıyorsun tamam mı?
Elbette ki tamamdı. Tamam olmasına tamamdı ama öyle üç beş yüz liraya olacak iş değildi bu. Eh zaten Şermin Hanım da üç beş yüz lira gibi rakamları telaffuz bile etmezdi.
Al takke ver külah derken hem mezarlığın yeri, hem de o yere nasıl bir mezar kondurulacağı tespit edilmişti. Yapılacak mezar kesinlikle dört sütun üstünde kubbesi olan ve kan renkli Elazığ mermerinden yapılacaktı.
Mezarlıklar Müdürlüğündeki etkili ve yetkili şahıs. Kapısında ‘’ Her nefs mutlaka ölümü tadacaktır.’’ Yazılı kapıdan Şermin Hanım’ı uğurlarken asla ve asla öteki aleme götüremeyeceği paralar cebinde bir hayli büyük bir kabartı oluşturmuştu.
Aynı kapı önünde bekleyen taksi şoförü de ‘’ Morukta çarık sağlam. İki misli fiyat çekeyim şuna. Böylelerine komaz’’ın hesabını yapmaktaydı. Ayrıca bu moruk daha çok gelip giderdi buraya. O halde bu yağlı işi başkalarına kaptırmamalıydı. Hemen atıldı.
- İşlerinizi hallettiniz mi muhterem efendim?
Paranın kokusu şoförü de tellak kesesinden geçmiş kalem efendisi gibi yumuşacık biri yapıvermişti.
Şermin Hanım şofördeki bu ani değişimi fark etse de üzerinde durmadı. Nezaketle cevap verdi.
-Hallettim evladım. Teşekkür ederim.
Şoför devam etti:
-Muhterem efendim. Müsaade buyurursanız bir teklifim olacak size. Sanırım siz bu mezarı yaptırmak ve yapım işlerini denetlemek için buraya sık sık geleceksiniz. Diyorum ki, size telefonumu vereyim. Direkt beni arayın. İnanın o an yolcum olsa bile bırakıp anında emrinize amade olurum. Böylece vakit kaybetmemiş olursunuz. Ha, ne dersiniz?
Şermin Hanım ‘’ Olur’’ dedi ve adı Fırtına Tayfun olan şoförün telefon numarasını kendi akıllı telefonuna kayd etti.
Fırtına Tayfun bir kez daha oğuşturdu ellerini.
Daha sonraki günlerde Fırtına Tayfun o mezarlığa bir hayli sefer yaptı Şermin Hanımla birlikte.
Şermin Hanım’ın neredeyse Tac Mahal ile yarışacak görkemdeki kabrinin inşasının bitmek üzere olduğu günlerde şehrin dışındaki mezarlıkta da hummalı bir çalışma ve aynı zamanda tartışma vardı.
Yetmiş beş yaşında olmasına karşın oldukça sağlıklı bir insan olan Hacı Sıtkı Efendi kendi mezarını yaptırıyordu. Oğulları, kızları, damatları, gelinleri ise onunla tartışıyorlardı. ‘’ Niye biz ölmüş müyüz? Allah geçinden versin, sen ölürsen bir mezar yaptıramıyor muyuz da sen hayattayken kendi mezarını yaptırıyorsun?’’ Diye Hacı Sıtkı Efendi’ye sitem ediyorlardı.
Hacı Sıtkı Efendi oldukça ince düşünceli bir insandı. Kendi öz evlatlarına bile sıkıntı olmak istemezdi. O bakımdan ölmeden önce mezar yerini almış, mezarının hazırlığı işlerine başlamıştı.
Evlatlarının sitemleri üzerine şöyle dedi:
‘’ Evlatlarım! Ben sadece bir mezar yaptırıyorum. İçinde kimin yatacağı belli olmaz. Ya Nasip. O bakımdan mezar taşına isim yazdırmıyorum. Her hangi bir tarih de yazdırmıyorum. Sadece ‘’ Hüvelbaki’’ Yazdıracağım. İçimizden kim herkesten önce ölürse onu buraya defnedersiniz. Allahu alem ben hepinizden önce giderim. Yine de ya nasip.
Mezar taşının üzerine herhangi bir isim yazılmadığı için Hacı Sıtkı Efendinin evlatları, gelin ve damatları fazla itiraz etmediler. Yani neticede hiç kimse ‘’ Hacı Sıtkı, evlatlarına güvenmediği için kendi mezarını kendi yaptırmış’’ Diye dedikodu yapamayacaktı. Çünkü mezar taşında bir isim yoktu.
Neticede şehrin tamamen dışındaki bir mezarlıkta da henüz hayatta olan bir insan, öncelikle kendisi için bir mezar yaptırmıştı. Tabii ki Şermin Hanım’ın yaptırdığı mezar yanında Hacı Sıtkı Efendininki gökdelen yanındaki gecekondu gibi bir şeydi.
-Buraya kadar fena değildi. Bakalım sonunu nasıl bağlayacaksın?
+Ya nasip. Yapacağız bir şeyler artık.
Şermin Hanım ve Hacı Sıtkı Efendi mezarlarını yaptıralı bir kaç ay olmuştu. İlle velakin bırakın ölmeyi sanki her ikisi de gençlik iksiri almışlar gibi daha diri, daha enerjik, daha ağrısız sızısız insanlar haline geldiler. Şermin Hanım’ın mezar taşında ismi yazılı olduğu için o mezara sülaleden bir başkasının gömülmesi mümkün olmasa da sülaleden de ölen filan yoktu. Hacı Sıtkı ailesinden de ölen yoktu. Boş mezar, isimsiz mezar taşıyla birlikte içinde yatacak olan Hacı Sıtkı ya da ailesinden birini bekliyordu.
Bir kaç ay daha geçti.
Ağustos ayının en sıcak günleri yaşanmaktaydı. Aslında o yöre için Ağustos ayı bolluk ve bereket ayıydı. Ancak aynı zamanda felaket ayıydı. Çünkü her sene mutlaka bir kaç çocuk, bazen küçükbaş hayvanlar, hatta büyükbaş hayvanlar bile derin sulama kanallarına düşerler ve maalesef çoğu kurtarılamadan bu dünyayı terk ederdi. O bakımdan özellikle küçük çocukları olup sulama kanalları çevresinde oturanlar yaz aylarında devamlı teyakkuz durumundaydılar.
Ah...Ah... O yörelerde ( Özellikle Adana, Mersin, Antalya, Muğla vb.) yaşayan bilir. Bazen sıcaklık ve nem o derece yükselir, o anda kanaldaki su size öylesine bir ‘’ Haydi atla, ne duruyorsun’’ der ki, tepenize tepenize çakılmış olan güneşin artık hiç bir şey düşünemeyecek hale getirdiği beyniniz otomatik olarak kendini kanalın soğuk sularına bırakır.
Sonrası?
İyi bir yüzücüyseniz ne âla, değilseniz müstakbel bir rahmetli adayı olursunuz. Hatta bazen iyi bir yüzücü olmak da yetmez.
Evet..Sıcak ve nem delirtir insanları. Çocuklar dinlemez anayı babayı. Gençler zaten o kanallarda olgunlaşır hep. Kızlar ve kadınlar gündüzleri girmeseler de akşamları onlar da kaçamak yaparlar tüm uyarılara rağmen.
İşte o Ağustos ayı da öylesine sıcak ve nemliydi.
Akşam namazı için hazırlanan Hacı Sıtkı Efendi bahçede ekmek pişirme işlerinin sonuna gelmiş olan gelinlerine sevgi ile baktı. Bahçe kapısı sürgülenmiş, tüm çocuklar içeri alınmıştı. Gözleri ile saymaya başladı: Hasan, Sait, Süleyman, Mehmet, Furkan, Rıza, Asiye, Meryem, Hatice, Rukiye.... Rıdvan? Rıdvan yoktu. Heyecanla bağırdı:
-Rıdvan nerede?
Gelini Sümeyra kafasını kaldırdı. Etrafına baktı. Rıdvan yoktu ortalıkta. Bir hayli seslendiler ‘’Rıdvan, Rıdvan’’ Diye ama yoktu Rıdvan.
Hacı Sıtkı, oğulları ve gelinlerine verdi veriştirdi. Herkesi bir telaş sarmıştı. Konu komşuya soruldu, onların da bir haberi yoktu Rıdvan’dan.
Sümeyra ağlamaya başladı. Çünkü Rıdvan’ın olabileceği tek yer kanalın dibiydi.
Hacı Sıtkı daha bir şey demeden oğullarının hepsi kanala daldılar. Ellerinde uzun sırıklarla kanalın yosunları arasında Rıdvan’ın cesedini aramaya başladılar. Her nedense hiç kimsenin aklına Rıdvan’ın o kanalda olmayabileceği ihtimali gelmiyordu. Çünkü özellikle bu aylarda ne zaman bir çocuk ya da herhangi bir canlı kaybolsa mutlaka kanalın dibinden çıkıyordu.
On beş dakikalık bir arayıştan sonra Hacı Sıtkı’nın oğullarından Ömer Faruk heyecanla bağırdı.
-Baba burada galiba. Sırığım bir şeylere değdi.
Sümeyra bayıldı. Hacı Sıtkı ‘’ Vay benim ceylan gözlü Rıdvan’ım’’ Diye ağlamaya başladı.’ Ya nasip’’ dediği mezara ailenin en küçüğünü mü yatıracaktı? Tüm hazırlıklar- farkında olmadan- Rıdvan için miydi yani? Bu nasıl acı bir kaderdi böyle. Konu komşu, hısım, akraba ağıtlara, zılgıtlara başlarken Hacı Sıtkı’nın tüm oğulları ile birlikte komşu gençler de kanala girip Ömer Faruk’un işaret ettiği yere dalış yaptılar. Evet..Gerçekten de o noktada bir şey vardı.
Mahalle gençlerinden Salih ‘’ Hacı Amca ! Kolunu yakaladım’’ Dediği anda minik bir el Hacı Sıtkı’nın omuzuna dokundu.
‘’ Dede ne olmuş. Suya düşen mi var?’’
Gerek Hacı Sıtkı Efendi, gerekse Kanaldaki insanlar hayretle Hacı Sıtkı Efendinin yanındakine baktılar. Bu Rıdvan’ın ta kendisiydi.
Babası Ömer Faruk öfkeyle bağırdı.
-Ulan piç kurusu. Neredeydin sen? Yüreğimiz ağzımıza geldi.
Korku ve paniğin yerini sevinç almıştı. Herkes yavaş yavaş sudan çıkmaya başladı. Salih hariç.
Salih heyecanla bağırdı.
-Heeeeyyy.Nereye gidiyorsunuz? Burada biri var. Şu anda elini yakalamış vaziyetteyim.
Kanaldan çıkanlar tekrar kanala girdiler ve suya daldılar.
Beş dakika sonra Hacı Sıtkı Efendinin oğulları ve mahallenin diğer gençleri kanaldan yaşlı bir kadının cesedini çıkardılar.
Jandarma gelene kadar tüm mahalle kanaldan çıkan kadın cesedinin kim olduğunu sordu birbirine. O mahalleden ya da o çevreden olmadığı besbelliydi. Herkes onu hayatında ilk kez görüyordu.
-Şermin Hanım ?
+Evet Şermin hanımdı kanaldan çıkarılan.
-O kanala nasıl düşmüş?
+Bilmiyorum.
-Sonra?
Sonra ceset morga, oradan da otopsiye gönderildi. Kanala nasıl düştüğü asla tespit edilemediği gibi şehrin bu kesimine niçin geldiği de asla öğrenilemedi.. Dahası kim olduğu hakkında da bir fikri yoktu hiç kimsenin. Uzun süre cenazeyi almaya gelen olmadı. Hacı Sıtkı Efendi sık sık gerek hastaneye, gerek adliyeye ‘’ Kadının sahibi bulundu mu?’’ Diye sorsa da her seferinde ‘’ Hayır cevabını aldı. Sonunda kadını kimsesizler mezarlığına gömmeye karar verdiler. Ancak Hacı Sıtkı ‘’ madem buralarda öldü o halde bizim mezarlığa gömülmeli. O artık bizden biri’’ dedi. Belediyenin de canına minnetti zaten. Neticede Hacı Sıtkı kendisi için yaptırdığı kabre Şermin Hanım’ı yatırdı.
-Şermin Hanım’ın kabri ne oldu peki?
+ Yıllar sonra kızı Nermin’i yatırdılar o mezara. Şermin Hanım’ın izine asla rastlayamadılar.
-Dur şimdi dur...Bu kadar zengin ve ünlü birini bir tek tanıyan çıkmadı mı yani?
+Ben zengin dedim. Ünlü olduğunu söylemedim ki.
-Oğlu,kızı, konusu, komşusu, hiç mi merak eden, arayan, soranı olmamış? Kusura bakma ama fena sallamışsın.
+Valla hikaye belki de böyle değil ama neticede bir kadın, bir kanala düşmüş ve boğularak ölmüş mü? Ölmüş. Bu kadının adı soyadı, kimliği tespit edilmiş mi? Edilememiş. Kanalda bulunan bu kadın için vatandaşın biri bir mezar yaptırıp mezar taşına da ‘’ Su kanalında bulunan bayan- Ruhuna Fatiha ‘’ yazdırmış mı? Yazdırmış. Gerisi teferruat. Hem konumuz neydi?
-Neydi?
‘’Ya Nasip’’ di değil mi? O suda bulunan kadın kim bilir kimdi? Ama sanırım yaşarken aklının ucundan bile geçmezdi bir gün mezar taşında ismi bile olmayan ve kendisi ile hiç alakası olmayan bir kişi ya da kişiler tarafından mezarının yaptırılacağı. Yani senaryonun aslı ne olursa olsun değişmeyen bir şey var: Mezar taşınıza isminizin yazılabilmesi bile nasip işi.
-Ama olmaz... Bu kadar ünlü bir insan, kendisi için gayet görkemli bir mezar yaptırmış, ama gel gör ki üzerinde adı bile yazmayan bir başka mezarda yatıyor. Fazlaca zorlama bir senaryo değil mi?
+Dedim ya. Ya Nasip. Vehbi Koç için yaptırılan mezarda kim yatıyor? Ya da Vehbi Koç nerede, hangi mezarda yatıyor?
-???????
Nasip değilse ne yaparsan yap nafile. Elin oğlu gelir, cesedini mezardan bile çalar. Bunun zenginlikle, ünlü olmakla bir alakası da yok. Yani Şu hikaye bal gibi gerçek de olabilir. Öyle değil mi?
Ne dersiniz? Olabilir mi?
YORUMLAR
Kendimi alamadım sonuna kadar okudun Sami hocam,eline ,diline,yüreğine sağlık,selamlar
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Vallahi Sami Abi, bu kurgunun doğru olma ihtimali olmamasından daha fazla. Hatta, bu kurgunun yanlış olduğunu ispatlayacak babayiğidi tanımıyorum. Aslında mezarın dışında hangi kurgu olursa olsun, çürütmenin imkanı yok gibi. En sıkı itiraz "-Oğlu,kızı, konusu, komşusu, hiç mi merak eden, arayan, soranı olmamış? " ile verilmiş. Ama erken gidenin ardından erken paylaşılan miras... Tövbe tövbe
Amma velakin, senin bu kurmaca sıkı sıkı postmodern bir öykü olmuş. Bir kere, yazar metnin içinde ve devamlı öykünün bir kurmaca olduğunu hatırlatıyor. Aynı zamanda, yazar sürekli okurla iletişim halinde.
Asıl işin garip yanı, bunca müdahaleye rağmen okur metinden düşmüyor. İlgisini kaybetmiyor.
Tabii ki bunun sebebi öykünün türü değil, senin kaleminin kıvraklığı. Öyle çarpıcı benzetmeler yapmışsın ki, Allah hakkı için çok hoşuma gitti. Bir kere şoför ve mezarcı karakterlerini çok inandırıcı çizmişsin. Gözümde canlandı üç kağıtçılar.
"Paranın kokusu şoförü de tellak kesesinden geçmiş kalem efendisi gibi yumuşacık biri yapıvermişti." süperdi.
Kalemine sağlık.
Sağlıcakla,
Bu arada, önceki öyküdeki Japoca'yı Google translate'de çevirmeye çalışmadım. :)
sami biberoğulları
Bir tarafta ilginç bir resim, öte tarafta yazdığım öyküye benzer ama asla yazamadığım bir anı olunca ortaya böyle bir öykünün çıkması hiç de zor olmadı.
Öykü içinde hem okuyucu ile konuşsa hem de öyküye itiraz eden birine cevap verme olayı ise sadece yeni bir denemeydi ve anladığım kadarıyla pek de fena olmamış.
Tekrar teşekkürlerimle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
nitemtran
Öncelikle, samimi olduğuma inan bu dediklerimde lütfen. Bir kere, her ne kadar her yazdığına yorum yapamasam da, bil isterim: Yazılarını her okuduğumda iki duygu sarıyor beni.
İlki, inanılmaz bir hoşgörü ve adalet duygusu hissediyorum en muhalif yazında bile. Bu, kendimi sorgulamama neden oluyor ki, sana olan saygımı arttırıyor. Çünkü, konu ne olursa olsun, önyargını ne kadar dizginlemiş, terbiyenin içine hapsetmiş olduğunu görüyorum. Eşsiz bir meziyet.
İkincisi, bir daha tüm samimiyetimle, mizah anlayışın o kadar süzme ki, gülmekten yırtılıyorum. Bu kelamı etmek için çok düşündüm, mizah konusunda Aziz Nesin'den daha keskin bir kalemin var. Bir kere, oldukça tarafsız.
Bunları yazmasaydım eğer, öncelikle kendime ayıp etmiş olurdum. Biz de aile terbiyesi aldık ama.
Sağlıcakla,
Değerli hocam, öteki dünyaya ait hesaplar, bu dünyanın hırslarıyla, zaaflarıyla yapılamaz, diye özetlenebilecek özü yine ustaca biçimlendirmişsiniz...
Maalesef, hemen herkes 'su kanalında boğulan bayan' sayılabilir yani...
İnançsızlığın trajik gerçeği...
Yazmadan geçmeyelim... Medyatik bir hoca, pek farklı olmayan bir haberle yer almıştı televizyonda...
Buyurun bakalım!...
Selam ve saygılarımla...
sami biberoğulları
Güzel bir söz vardır.Bin tedbir, bir takdirin yerini tutmaz. O bakımdan atalar çok haklı olarak '' Kime niyet kime kısmet'' demişler.
Selam ve sevgilerimle.
Kurgu bile olsa olmayacak bir konu değil ki Ağabey. Ama anlatılması ve konusuyla ders niteliği taşıyor.
Kime niyet kime kısmet.
Yüreğine sağlık ağabey, yalnız o yanındaki densiz de çok kızdırıcı sorular sorup kafanı karıştırmasin.
Zevk aldık okurken, hem güldüm hem düşündüm.
Selam, saygı ve duam ile.
sami biberoğulları
Ben bu dünyada '' Olamaz'' Diye bir şeye inanmıyorum. Her şey olabilir.Yeter ki Yüce Allah takdir etsin.
Selam ve sevgilerimle.
neden olmasın ki
büyüklerimin "üç gün yatak dördüncü gün toprak " ver yarabbi dedikten sonra ekledikleri bir şey daha vardı
"ölümünde hayırlısını nasip et"
yaşımın çok genç olduğu dönemlerde algılayamıyordum, ama zaman geçtikçe ne kadar haklı olduklarını anladım
öykü kurgu bile olsa bir yaşanmışlıktan ortaya çıkmıştı
yine söylüyorum " neden olmasın"
paylaşıma teşekkür ederken, güçlü kaleminizi kutlarım hocam
saygı ve hürmetlerimle
sami biberoğulları
Ben de sizin gibi düşünürdüm eskiden.
Yani insan ölüp gidiyor. Hiç bir şeyin farkında değil. O halde bir denizin dibinde olsa ne yazar, toprağa gömülü olsa ne'' Diye düşünürdüm. Ama ecel yavaş yavaş yaklaşmaya başlayınca '' Yok, öyle değil'' Diye düşünmeye başladım.
Allşah ölümün bile hayırlısını versin.
Selam ve sevgilerimle.