- 1250 Okunma
- 10 Yorum
- 1 Beğeni
DI TİÇIR İZ ON DI BİLEKBORD
Efendim pek çok yazımda olduğu gibi yine eve doğru hareket etmekte olan minibüsteyim. Salıpazarı önünde çekik gözlü bir Japon bayan minibüse el etti. Yani ‘’ Dur ‘’ Dedi. Minibüs şoförü zaten o durakta mutlaka durur. Çünkü Salıpazarı- Metrobüs, Optimum Outlet, Palladium Tower, Ağaoğlu My World, Kent Plus gibi yerler minibüs şoförlerinin ‘’Ördek’’ denilen ayakta yolcu toplama mekanlarıdır.
Yokyahu ABD den bizim eve doğru filan geldiğim yok. Bu bahsettiğim duraklar bizim Kadıköy- Soyak Yenişehir arasındaki belli başlı duraklar. Sizin oraları bilmem ama bizim buralarda Türk kaşığı ile Amerikan moku yemek oldukça yaygın bir gelenekdir.
Neyse... Minibüsün durmasıyla Japon kız başını içeri uzattı ve ‘’ Yenisahra? ’’ Diye sordu. Bir Japon’un Yenisahra’da ne işi olabilirdi ki? İlle velakin Japonlar acayip bir millet. Hiç unutmam bir gün Eminönü’de Mısır Çarşısı yakınlarında şişe içinde sülük satan bir herifin başına toplaştı bunlar. En az yüz poz sülük fotoğrafı aldılar. Yani meraklı millet bunlar. Yenisahra’da kim bilir nasıl bir acayiplik olduğunu keşfetmişti bu hanım kız da.
Şoför, Japon Turist sanki Türkçe biliyormuş gibi cevap verdi: ‘’ Mahalle içine gideceksen kırmızı şapkalılara bineceksin hanım abla’’
Efendim memleketimizde maalesef sadece ve sadece minibüsler -halen yürürlükte olan- 671 sayılı ve 25/11/ 1925 kabul tarihli Şapka İktisası Hakkında Kanun’a riayet ediyorlar. Mesela Kadıköy- Soyak Yenişehir minibüsleri ile Kadıköy- Acıbadem minibüsleri yeşil şapkalı. Kadıköy- İmes minibüsleri Kırmızı şapkalı. Kadıköy- Atakent minibüsleri beyaz şapkalı, Kadıköy-Doğu Ataşehir minibüsleri siyah şapkalı,Kadıköy-Kartal minibüsleri mavi şapkalıdır ve dahi o şapkaları devamlı başlarının üzerinde olmak zorundadır.
Japon kız anlamadı tabii ki. Münevver bir Türk aydını olarak devreye girmem lazım.
-Pardon mamazel? Hav ar yu?
Kız aptal aptal suratıma bakıyor.
-Ya kızım nereye gidiyorsun? Yani ver ar yu going?
Kız anladı bu sefer.
-Yenisahra.
-Onu anladım da Yenisahra’nın neresi? Diz minübüs iz nat going to Yenisahra mahalle. Diz minibüs iz going to Yenisahra Üst geçit. Okey?
Kız elindeki kağıdı uzattı. Baktım kağıtta ‘’Ağaoğlu My World!’’ yazıyor. Yine ingilizce olarak anlattım. Çünkü Japon demek İngiliz demektir.
-Ohoooo. Burası not Yenisahra. Diz iz Batı Ataşehir. Haydi atla.
Neyse, kız’’ Atla’’ ifademi ya da yaptığım gel işaretini anladı, minibüse bindi. Gideceği yer yolumuzun üstü.
Ben kasıla kasıla ‘’ Boşuna dememişler bir lisan bir insan diye’’ Dediğim anda arkamdan bir el omuzuma dokundu.
-Afedersiniz beyefendi. İngilizce bildiğinizden emin misiniz?
Şimdi bu da soru muydu yani? Üç senelik orta okulda dört sene, üç senelik lisede beş sene, fakültede dört sene, toplamda on üç sene İngilizce dersi görmüşüm. Ben bilmeyeceğim de köylü Mehmet Ağa mı bilecek? Gururla cevap verdim.
-Elbette biliyorum. Mesela e buk, diz iz e buk. Vat iz diz ? İt iz e buk. Hatta dı tiçır iz on dı bilekbord.
Minibüs yolcuları ‘’ Maşallah amcaya. ‘’ Diye takdirlerini dile getirirken omzumdaki elin sahibi genç adam ve yine onun gibi genç olan bir bayan kahkahalarla gülüyorlar.O değil de Japon turist kız bile çekik gözleri daha da çekilmiş bir halde kahkaha atıyor.
Yüzüme karşı kahkaha atılmasından oldum olası hazzetmem. Öfkeyle söylendim.
- Vay ar yu sımayling? Du yu faynd boncuk in yor kaka?
Yani ‘’ Ne gülüyorsunuz? Mokunuzda boncuk mu buldunuz?’’ Diyorum. İlle velakin bu sefer minibüs şoförü de dahil herkes karınlarını tuta tuta gülüyor.
Minibüs tıklım tıklım ama misafirperver milletiz ya; hamile bir kadın ile yaşlı bir dedeye yer vermemek için cep telefonun kulaklığını kulaklarına takıp bir taraftan da oyun oynayan ergenin biri süt gibi beyaz Japon bacakları görünce hemen ok gibi fırlayarak yer verdi Japon Turiste.
Daha sonra benim omzuma dokunan genç adam Japon Turist kızla Japonca olarak konuşmaya başladı. Alla’ım Ya Rabbim. Herif sular seller gibi Japonca konuşuyor. O konuştukça Japon kız kikirdeyerek cevap veriyor. Resmen sinir olmuştum. Kızla ne güzel İngilizce konuşuyorduk. Şimdi salak salak onlar Japonca konuşurken ben seyrediyorum.
Dayanamayıp ben de lafa girdim ve İngilizce olarak sordum Japon kıza.
-Du yu nav Akiro Kuru soğan?
Gerek Japon kız, gerek genç adam, gerekse genç bayanın gözlerinden yaş geldi gülmekten. Yine de Japon kız kibarca cevap verdi.
- Ay dont nav Kuru soğan.
Yok be yahu. Bir de Japonlar kültürlü olur derler. Kız kendi ülkesinin dünyaca ünlü film yönetmenini bilmiyor daha. Böyle kültürsüz biriyle fazla muhatap olmaya değmez.
Japon kız tekrar genç adamla konuşmaya devam etti. Ben artık müdahale etmiyorum. Koskoca Kuru soğanı bilmeyen biriyle ne konuşursun ki zaten.
Bu ikili bir müddet konuştuktan sonra genç adam yolculara dönerek sordu? ‘’ Pardon Mimar Sinan Camii ne tarafta?’’
Nihayet anlaşılmıştı Japon kızın asıl görmek istediği yer. Cumhuriyet döneminde yapılan en son sanat şahaseri Mimar Sinan Camiini görmek istiyordu. Ancak genç adam caminin nerede olduğunu bilmiyordu. Oysa belki de her gün yakınından geçtiği halde... Ya da kim bilir o da bu tarafları pek bilen biri değildi. Hemen atıldım.
-Hımmmmm. Mimar Sinan mosk yani? Mimar Sinan mosk iz diz sayd.
Elimle işaret ederek camiyi gösterdim. Zaten görünüyordu.
İçimden ‘’ Gördün mü bak. Yine benim beğenmediğin İngilizceme kaldın’’ Desem de soruyu Türkçe olarak soran genç adama niçin İngilizce cevap vermiştim? Ne bileyim. O an bana saçmalık gibi gelmemişti nedense.
Bu sefer genç bayan da lafa girdi. Lafa girdi dediysem yanlış anlaşılmasın. Türkçe olarak değil. O da Japonca konuşuyor. Hem de sular seller gibi. Anladığım kadarıyla Japon turist kıza Mimar Sinan Camii hakkında sanat tarihsel bilgiler veriyor ( Japonca’dan da en az İngilizce kadar anladığım için(!) bu minval üzere konuştuklarını anlamam zor olmadı elbette.) Lakin böyle sanatsal bir konuşma Japon kızı niçin güldürüyordu bilemiyorum.
Genç adam irileşmiş gözleriyle genç bayana baktı ve sordu?
-Oooo ne kadar güzel ve düzgün Japonca konuşuyorsunuz? Tebrik ederim.
Genç bayan tebessüm ederek cevap verdi.
- Konuşmam lazım. Çünkü ben -ismi lazım değil- kolejinde Japonca Öğretmeniyim.
Genç adam şaşırdı.
-Aaaa. Türkiye’de kolejlerde Japonca da mı öğretiyorlar?
Kadın aynı tebessümle cevap verdi:
-Öğretmenini bulurlarsa ikinci yabancı dil olarak Sümerce bile öğretiliyor. Siz Japoncayı nasıl öğrendiniz?
Genç adam tebessüm etti.
-Annem Japondur.
Velhasılıkelam bizim Japon kızı oldukça şanslıydı aslında. Biri Japonca öğretmeni, öteki annesi Japon olan bir Türk vatandaşına denk gelmek her kula her zaman nasip olmazdı.
Derken efendim Japon kız Mimar Sinan Camii yakınlarında bir yerde minibüsten indi. Ayakta yolcu vaziyetinde olan genç adam ile genç bayan öğretmen hemen muhabbeti koyulaştırdılar. Muhabbet ‘’ Evli misiniz?’’ sorusunun cevabı olarak ‘’ Hayır bekarım’’ a gelinceye kadar gayet net ve anlaşılırdı. Ondan sonra birden bire Japoncaya dönüşüverdi. Birbirlerine Japonca bir şeyler anlatıp ‘’ Ha ha haaa’’ Diye kikirdeyip duruyorlar.
-Anata wa totemo kireidesu.
-Arigatōgozaimasu, anata wa hijō ni hansamudesu
-Anata wa jūyōna shigoto o motteinai dakede wa kōhī o motsu koto ga dekimasu
-Ha ha ha... Anata wa amarini mo jinsokudesu
-Ha ha haaa... Nani o shimasu ka? Sono anata ni totemo yoidesu
-Ha ha haaa... Dakara ukeiremasu. Nazedeshou ka? Doko kokunai kōhī gadarou ka?
- Ha ha haaa... Nan bēkarī ni tsuite İsmi lazım değil Pastanesi.[*]
Hâla okuyor musunuz bilmem ama ben bu konuşmanın sadece İsmi lazım değil pastanesi kısmını anladım. Bizim oradaki sosyete pastanesi... Özellikle kol böreği meşhurdur. Anası Japon ile Japonca öğretmeni belli ki pastaneye gideceklerdi
Lafa girdim tabii ki.
- Ha ha haaaa...Eks küz mi arkadaşlar. İsmi lazım değil pastanesi iz veri kazık. Sonra olmasın sizlere yazık.
Pis pis suratıma baktılar.
Amaaaan. Bana ne yahu. İki genç insan neticede. Yalnız bana iyi bir fikir verdiler. Acilen Japonca öğrenmem lazım. Görüldüğü gibi çok işe yarıyor. Acaba Japoncada ‘’ Dı tiçır is on dı bilekbord’’ Nasıl deniyor? Mutlaka en kısa süre içinde öğrenmem lazım.
[*] Japonca konuşmaların Türkçesi için Google Translate ‘e müracaat edebilirsiniz.
YORUMLAR
İstanbul'da bir Soyak minibüsü ve o minibüste de birbirleriyle bağlantıları olmayan ama yine de Japonca bilen üç kişi... Ya tesadüfün iğne deliği, ya da İstanbul çok değişti ve ben onu yanlış hatırlıyorum.Güzel, kendini okutan, okuyana 'Ben olsaydım, ne yapardım?' dedirten bir hikayeydi. Saygılarımla.
Not: Anası Japon olan beyin Japonca öğretmenine asılmak için turistin inmesini beklemesi de gözden kaçmadı.
sami biberoğulları
Bu öyküdeki en gerçek hususlardan biriydi bir minibüste biri japon, öteki Japonca öğretmeni ve bir diğeri de Japonca bilen bir bayın olması ( Anası Japon kısmı benim uydurmam ) Oldukça uzak bir ihtimal ama o gün o minibüsteydi her üçü de...İşin doğrusu öykünün bu kısmıydı zaten öyküyü ortaya çıkaran. Diğer yazılanlar biraz benim süslemem tabii ki.
Japon turistten sonra delikanlının Japonca Öğretmenine dönüş yapması benim de gözümden kaçmadı )))))
Selam ve sevgilerimle.
Hocam kalemine sağlık. Gülmek iyi geldi allah için. Tam bitti, hay allah derken, dip not yıktı bitirdi beni.
Sağlıcakla,
sami biberoğulları
Google translate e girerek tercümeye de baktın mı bilmem. Hepsi anlamlı cümleler aslında )))))
Allah yüzünüzden tebessümleri eksik eylemesin.
Selam ve sevgilerimle
Değerli hocam, bütün mesele şu güzelim Türkçeyi doğru dürüst konuşup, yazmak varken ve bunu da iyi bilen biri olarak sizi tanımayan anası Japonun, Japonca öğretmeninin ve Japon kızın kaynaşıvermeleri ne gam!...
Dünkü akşam haberlerinde, Fransızca bilmediği için tanıştığı kızı kaçıran birinin (yabancı) icat ettiği, internete bağlı akıllı telefonla anında çeviri yapan kulak içi bir cihaz vardı...
Neye yarayacaksa!...
Değil mi ki, yanıbaşımızdaki ve aynı gerçeklerle yüz yüze olan insanlarla aynı dille anlaşamıyoruz!...
Ben ise, mesela bir koku, bir ses, bir hap olabilir, alındığında kalplerdeki kiri, vatan, millet, devlet düşmanlığını bünyeden toksin gibi atan bir icat gerçekleştirmek isterdim...
O zaman, ne Gezi'de ortaya çıkan zombiler, ne de bu milletin makus talihinin yenilmeye çalışıldığı sıra terörle ittifak yapanlar olurdu!...
Selam ve saygılarımla, değerli hocam...
sami biberoğulları
Aslında çok güzel bir noktaya temas etmişsin.
Keşke dediğin gibi bir icadı gerçekleştirebilmek mümkün olsa. Kim bilir, belki de mümkündür ama önce böyle bir icadı gerçekleştirmeye niyet etmek gerekir.
En azından kendi ülkemizdeki insanlarla anlaşabilecek bir dil icad edebilseydik. Konuştuğumuz lisandan bahsetmiyorum. Onda sorun yok. En haine bakıyorum benden daha güzel kullanıyor lisanı. Ama konu ağızdan çıkan kelimeler değil. Kalpten çıkanlar. Beyinden sadr olanlar.
Güzel ve anlamlı yorum için çok teşekkürler.
Se3lam ve sevgilerimle.
İlahî Sami Hocam,
Evvelâ tekrardan yazılarınıza başladığınız için memnuniyetimi ifade ederek hoşgeldiniz diyor, güzel üslûbunuza hasretliğimi ifade etmek istiyorum.
İlginç olayları herkes yaşar amma bunu böylesine ballandırarak anlatamaz. Bu, ayrı bir yetenek işi.
Bir de asıl olan şu ki: Yabancı dil öğrettik zannıyla boşa harcadığımız yılları ne kadar etkili ifade etmişsiniz. Buna şimdi "ironi" diyorlar galiba. Eğitimimizin keşmekeşini çok net ortaya koyan bir yazı olmuş. Mizah içinde gerçekleri sarıp sarmalayarak (ipeğe sarılı çelik gibi) kafalara dank ettirmek gerek ve siz bunu gayet güzel yapıyorsunuz.
Tebrik ediyor, kalbî selâmlarımı gönderiyorum.
sami biberoğulları
Düşünün ki neredeyse bir ömür harcıyoruz. Çocukluk ve gençlik yıllarımızın büyük bir bölümü okullarda geçiyor. Sınavı atlatmak ve sınıfı geçmeye yetecek kadar bir şeyler öğrenmek ve daha sonra öğrendiklerimizin tümünü unutmak????
Bunca uzun seneler süren bir eğitim sürecinin gayesi bu olmamalı.
Bu gün - zamanında anamı ağlatan, üç seneme mal olan Trigonometri, Logaritma, Uzay Geometri, İntegral hesapları hakkında bilgi derecem sıfır. İngilizcedeki durumum bu yazıda yazdığım gibi. Zamanında tüm Avrupa devletlerininin neresinde hangi madenlerin çıkarıldığını bilirdim. Şimdi çoğunun başkentlerini bile bilmiyorum. Terliksi hayvanın boşaltımını, sıtma anofelinin hayat evrelerini, eşeyli ve eşeysiz üretimin ne olduğunu unutalı, Periyodik cetveli T cetveli ile karıştırmaya başlayalı seneler oldu.
Yani bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapıyoruz. En büyük yanlışımız da çok şey öğreteyim derken hiç bir şey öğretememek galiba.
Neyse...Konu uzun. Öğretmensin. Yabancısı değilsin bu sorunların. Meslektaşım olduğun için beni en iyi sen anlarsın zaten.
Selam ve sevgilerimle.
Ben şiirimde keyfiçin sana İstanbullu demedim!!! Gerçi okumadın ama canın sağolsun.
Yine yeniden gülmeye başladık ya o bize yeter!
Anlaşılan sizin evden her ayrılmanız bizlere macera olarak dönecek.
Yüreğin dert görmesin Ağabey.
Zaten yazının başlığına güldüm ve yazının içinde de kahkaha attım.
Selam, saygı ve dua ile.
sami biberoğulları
Her ne kadar kangallardan birini everip evden sepetlesem de bir kangal daha var beslemek zorunda olduğum.
Biraz fazla beslemişim anlaşılan. Tamı tamına 95 kilo oldu. Taaa çocuklukta geçirdiği ameliyatın izleri bile ayrılmaya başladı. Öyle olunca da doktora gitti ve doktor diyet verdi. Doktor diyet verdi demek bana ekstradan iş çıktı demek.
Azar azar olsa da günde altı öğün değişik şeyler yemek zorunda. Bunları hazırlamak da bana düşüyor tabii ki.
Yani bir kangala hem analık hem babalık yapmak bir hayli zamanımı alıyor. Bu arada kendi yazılarımı yazmak nereden bakarsan bak en az üç saatimi alıyor.
Arkadaşların yorumlarına cevap yazmak en az bir saat.
Çamaşır ve bulaşık da var tabii ki.
Daha fazlasını anlatıp da seni '' Vah hocam vah'' Diye ağlatmak istemem. Yine de şiirini okuyacağım. Ama sanırım anladın beni))))))
Selam ve sevgilerimle.
:))) iyi ki uğramışım sayfanıza. Tüm neşem yerine geldi. Ne büyük bir hayal gücü ve ne şahane bir anlatım.
Yüreğinize, emeğinize sağlık
Saygılarımla
sami biberoğulları
Rabbim yüzünüzden tebessümleri eksik etmesin.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
:)))
gerçekten güldüm hem de kahkaha attım
komik olaylar mı sizi buluyor yoksa siz mi gidip direkt onlara çarpıyorsunuz bilemedim :)))
paylaşıma teşekkürler
saygılar hocam
sami biberoğulları
Çok çok teşekkürlerimle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.