- 755 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Trenin Penceresinden
Karşı tepelerin eteklerinde doğu-batı yönünde uzanan tarlalar, yeşerdim, yeşereceğim diyordu. Çayırlar ise yemyeşildi. Yamaçların bittiği yerlere tutunmuş olan köylerde, baharla gelen umut ve sevinç kımıltıları görülüyordu.
Bulduğum sendin doğaya inen baharda.
Olağan hızıyla yol alıyordu tren. Ankara’dan bir saat önce ayrılmıştı. Yolun yakınlarında eski, yeni büyük ak yapılar çıkmaya başlamıştı karşıma. Cadde ve sokaklarda yürüyen insanlar telaşlı görünüyorlardı.
Bendeki ise bir an önce sana ulaşma telaşıydı.
Özlemin, toz duman sabırsızlığımın burgacında zordaydı.
Çok geçmeden, geride kalmıştı ak yapılar. Gördüklerim, hızla değişiyordu. Sağda tek katlı, ak badanalı birörnek evlerden oluşan bir köy çıkmıştı şimdi karşıma. Az sonra da tepecikler kuşatmıştı sağımı, solumu. Ardından, iki yandaki tepeleri, ekili tarlaların kapladığı düzlükler birbirinden uzaklaştırmaya başlamıştı.
Kuzeybatıda beliren karlı yamaçlar, hangi adla anılıyordu acaba? Daha aşağılarda, kül renkli, yaşlı, kupkuru tepeler vardı.
Uzunca bir süre, ıssız, tekdüze topraklardan geçerek ilerlemiştik. Sağda, batıya doğru yorgun, boz bulanık bir derecik akıyordu.
Ya sevgin? O, nereye akıyordu?
Şimdi de anlatılmaz güzellikte bir başka görünüm çıkmıştı karşıma. Sağımda ve solumdaki yamaçları kaplayan sık ağaçlıklı orman, küçük, yeşil bir denizi andırıyordu. Trenimiz, Anadolu bozkırında, kimi ağır, kimi de hızlı akan bir ırmaktı.
İçimdeki sevgin de dur durak bilmiyor, akıyor, akıyordu.
Yarılamıştık yolu. Coğrafya, gözle görülürcesine değişmişti. Yeşil örtü burada daha kabarıktı. Sağdaki yapılar, alçak tepelere yaslanmıştı. Bunların bize bakan yüzleri, geride bıraktıklarımızdan daha güleçti. Tepecikler, iğne yapraklı ve geniş yapraklı ağaçlarla kaplıydı.
Tren, bu kez bizi bir vadiye sokmuştu. Yakınımızda yükselen dik yamaçlar, gökyüzüne yükselmiş oldukları izlenimini uyandırıyordu. Dakikalarca ilerlemiştik bu vadide. Çıktığımızda derin bir soluk aldığım vadi, iki yana açılım göstererek, önümüze bir ovacık çıkarmıştı. Baharlarda sellerle kabaran çayın yaydığı humuslu, alüvyonlu topraktan oluştuğu anlaşılıyordu bu düzlüğün.
Ya sen?
Alevden bir ateş topu gibiydin yüreğimde.
Tren, batıya akışını sürdürüyordu. Karşıdaki güzelim villa, çam ve köknarlarla donanmış bir yamaca kondurulmuştu. Doğanın güzelliğine insan soluğundan daha çok yaraşan bir şey var mıydı?
Tren ilerledikçe, gördüğüm güzelliklere yenileri ekleniyordu. Aşağıda demiryoluna koşut uzayıp giden bir asfalt yoldan, trenle yarışırcasına kamyonlar, otomobiller akıyordu.
Tren yolundan biraz aşağıdaki küçük ovada, insan elinin göverttiği bağlar, bahçeler görünmeye başlamıştı. Çok yıllar öncesinden beri yurt edinildiği anlaşılıyordu bu küçücük ovanın. Su arkının iki yanında, taze yapraklarına yeni kavuşmuş kavak ağaçları göze çarpıyordu.
İçimde çiçeklenen sevgine benziyordu gördüklerim.
Şu yerleşim yerine köy mü demeli, kasaba mı? Güneye bakan yamaçlarında bembeyaz, pespembe çiçek açmıştı erikler.
İlkbaharın en erken açan ağaçlarıydı erikler;
Yüreğimde ilk açansa senin sevgindi.
Coğrafyadaki yükseklik gittikçe eriyordu. Güneş, ortalığı daha çok ısıtmaya başlamıştı. Karşı tepelerdeki bitki örtüsü doğaldı; ova ise insan emeği ile örülmüştü. Gördüğüm küçük, deli çayın kıyılarını kuşatan söğütler çıldırdı, çıldıracaktı. Yeşeren dalların uca yakın yerleri, henüz tomurcuktaydı. Karşı yamaçlar, korkutucu sarp kayalıklar ve ardıçlarla kaplıydı.
Sevginse örtü mörtü tanımıyordu; kımıl kımıldı her yerimde.
Şimdi önümüze çıkan alan, bir başka güzeldi. Burada, hayli gerilere çekilmişti tepeler. Öndeki az eğimli yamaç, canlı, gür ve sık bir çamlıktı. “Sadık yâr”, bu baharda da kanıtlamıştı cömertliğini.
Doğa gibi cömert, onun kadar sadık mısın sen de?
Doğaya koşmanın, içimizi ısıtmanın tam zamanıydı. Trenin dönen tekerlekleri, bizi bağı bahçesi daha gür yerlere ulaştırıyordu.
Önümüze çıkan ova genişlemişti. Ovadan geçen çayın bulanık suyu, oldum olası kabarmıştı.
Sevginse hep dupduru akmaktaydı içimde.
Kim sevmezdi, baştan aşağı yeşil örtülü tepeleri! Ovacığı kat eden çay, yorgun akıyordu. Yeşil örtülü yamaçların ovayla buluştuğu eteklerinde köyler görünüyordu.
El ele yürümek vardı şu orman denizinde, seninle.
Orman havasını solumak vardı birlikte.
Bu kez, zeytinliklerin gümüş renkli yeşillikleriyle; ardından da kimi başkaldırıcı, kimi uysal, kimi orman örtülü tepeler çıkmıştı karşıma. Ormanın içinden, arada bir başını kaldırıp çevreyi izleyen kayalar göze çarpıyordu. İki yamacın arasındaki güzelim vadinin yamacında üç yapı vardı.
Trenimiz, kimi yerde yürür gibi; kimi de koşarcasına ilerliyordu. Bir süre sonra önümüze görkemli bir ova serildi. Bu düzlük, çok uzaklardaki çil çil karlı dağlara doğru uzanıp gidiyordu. Ovanın bitimindeki az eğimli yamacın eteğinde, evleri ak badanalı köyler görünüyordu.
Bahçe içinde bir köy evinde yaşamak vardı seninle;
Bahçe içinde bir köy evinde.
Şimdi de sanki yaz güneşi altındaydık. “Merhaba!” demiştik ikindi sıcağına. Önümüze bir ova daha çıkmıştı. Açmalarla oluşturulan tarlalar, ovayı çevreleyen yamaçları kelleştirmişti.
İyi ki durmadan ilerliyordu trenimiz;
Yoksa yüreğim dura yazacaktı özleminden.
Uzaktaki karlı tepe, şimdi daha yakınımızdaydı. Uzunca süren bir doğa kırım ve yıkımından çıkmış, eskimiş, yıpranmış bir hali vardı karlı tepenin.
Görmekte olduğum yamaçlarda doğa ile insan eli, işbirliği etmişti. İnsanlar, nerede bir vadi tabanını düzleştiren humuslu, alüvyonlu toprak görmüşlerse oraya yerleşivermişlerdi.
Yine sarp kayalıklarla kaplı bir bölge ve art arda geçtiğimiz tüneller... Yamaçlardaki ağaçlar çiçeklenmekle kalmamış, yaprak da açmıştı. Kuytudaki sarıçiçekli ağaç, kızılcık olmalıydı.
Seni görüyordum her çiçekte.
İstasyonun kıyıcığındaki salkım söğüdün dalları yere değiyordu. Söğüt, taptaze açmış yapraklarıyla çoktan “merhaba” demişti bahara. Koca çınarların ise, ağırdan aldıkları belliydi; bahar, onları daha kımıldatamamıştı.
“Şu yorgun ırmak mı bizi izliyor, yoksa biz mi onu izliyoruz?” dememe kalmamış; ırmak, kıvrılıp kuzeye doğru uzaklaşmıştı. Hayır, hayır, şaka yapmış! Yine geri dönmüştü işte! O da ne! Irmak, yeniden uzaklaşıyordu!
Sen de böyle yapardın bir zamanlar;
Anımsadın mı?
Bir ovaya daha ulaşmıştık. Bu geniş ovada, büyük bir köy vardı. Yoksa bir çiçek bahçesi mi demeliydim bu köye? Ağaçların tama yakını, bembeyaz, pembe çiçeklerle yüklüydü. Her evin önünde bir iki salkım söğüt vardı. Köyün dört yanı, tarla, bağ bahçeydi. Doğada bu mevsimde geline benzeyen bir köşe söz konusuysa eğer, bunun için en uygun yer, burasıydı.
Seçebiliyordum çiçekleri;
Çoğu pembeydi yanakların gibi;
Yanakların kadar tazeydi.
Çok geçmemiş, yakın geçmişte, kırk bin köyümüzü canlandırma ülküsüyle yurdun 20 ayrı bölgesinde kurulan eğitim yuvalarından birinin açıldığı yere varmıştık.
Burada dağ taş, yapıydı sanki.
Ve işte deniz!. İzmit Körfezi’ni daha yeni görmüştük ki uzun bir tünele girmiştik.
Kıyılar, tümüyle yeşermişti. Ağaçların üstü, burada da bembeyazdı, pespembeydi. Kimileri çiçeğini dökmeye başlamıştı bile. Kimi yerdeki otlar, bir karışı geçmişti. Körfezin karşı kıyılarında, çoğu kırık dökük yapılar görünüyordu.
Aman Allahım! Bu ne yaman bir sürprizdi! Bakışlarımı baharın yeşil bolluğundan uzaklaştırıp uzaklara yönelttiğimde ne görmüştüm dersin? Biraz önce izlediğim o karlı tepelerin, karlı vadilerin uzantısı, yeniden yanı başımıza gelmişti!
Ders almalı doğadan,
Onun gibi tutunmalı yaşama;
Doğa denli doğal olmalı insan.
Yol ilerledikçe, karlı tepelerin batıya doğru uzayıp gittiğini görüyordum. İstanbul’a varmaya az bir süre kalmıştı. Yanımız yöremiz, adım başı insan kaynıyordu. Her santimetrekaresine insan eli değmiş topraklardaydık.
Trenimiz, son durağa yaklaşmanın hevesiyle İstanbul’a doğru akıyor gibiydi. Ve yapılar, yapılar görünmeye başlamıştı yine; eski, yeni, hurdahaş.
İzmit’e mi girmiştik yoksa? Evet, evet; İzmit’teydik. Her yandaki düzensiz, iç içe, üst üste evler, fabrikalar, insanın içini daraltıyordu. Tam ortasından ilerliyorduk, kentin.
Ve işte İstanbul’a, Haydarpaşa’ya ulaşmıştık. Bir başka diyardı İstanbul! Kaç çeşit kültürü; eski, yeni nice güzelliği barındırıyordu koca kent, karmaşık kent; her gün kişisel, toplumsal, evrensel büyük sevinçlerin, büyük kaygı ve üzünçlerin kozasını ören kent! Acaba şimdiye dek bir dökümü yapılmış mıydı bu olup bitenlerin?
Sabahı zor etmiştim otelde.
Yollarına düşmüştüm sonra,
Köşe bucak seni aramıştım.
Hiçbirini açmamıştın çaldığım kapıların;
Yokluğun karşılamıştı her kapının önünde
Ne sen vardın aradığım yerlerde ne de
Senden bir haber.
Yaşayamam sanmıştım uzun süre sensiz
Ama yaşıyorum hâlâ.
YORUMLAR
Rasim Bakırcıoğlu
Benzer duygularda buluştuğumuzu dile getirmeniz, özgüvenimi güçlendiriyor, haberiniz olsun. Bir şeyler yazma peşine düşen herkesin beklentisinin bu olduğunu sanıyorum.Yazdıklarınız, beklentimin gerçekleştiğini dile getiriyor. O sevinçle selam ve sevgilerimi söylüyorum size; güzel günler diliyorum.