- 3841 Okunma
- 14 Yorum
- 3 Beğeni
-İNSANI ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR Mİ?-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir dönem ünlü tiyatro sanatçımız Kenan Işık tarafından sunuculuğu yapılan ve ülkemizin en çok ses getiren programlarından olan (şimdilerde ise yine değerli bir sanatçımız Selçuk Yöntem sunum yapmaktadır) “Kim Milyoner Olmak İster” adlı bilgi yarışması programını izlemeyen hemen hemen yoktur. İnsanda, kim istemez ki şeklinde karşı bir soruyu da uyandırdığı söylenebilir. İlk yıllarında sürekli izlerdim. Şimdilerde ise denk geldikçe izliyorum. Soruların kolaydan zora doğru gitmesi kimi zaman ilk sorularda bile, bilene kolay havası estirmesi kadar yarışmacılara tanınan joker haklarıyla da dikkat çeken bir formata sahip.
Bilgi yarışmalarının yapısını bilirsiniz. İlk sorularda genellikle cevap belirgindir, neredeyse ortadadır. Adeta ben buradayım der. Oysa sorular ilerledikçe doğru cevap belirsizleşir. Yanıltıcılık oranının yükselmesiyle beraber en umulmadık şıkka doğru kayma yapar. Hani deyim yerinde ise hiç olmaz dediğiniz şık bir şekilde kendi mantığını içerisinde saklar ve doğru olabilir. Elbette, bu arz ettiğim mantık kurgusuyla soru cevaplamakta yarışma sırasında risk meydana getirir. Açıkçası sözünü ettiğim mantığı kullanma hakkı bir ölçüde o konuda bilgi ve fikir sahibi olmayı gerektirecektir.
Kim Milyoner Olmak İster adlı yarışmanın da bu tarz nice soruya sahne olduğu söylenebilir. Bu tip meşakkat uyandıran, öyle ki insanı muallakta bırakabilecek sorulardan biri de şu şekildedir.
Almanya’da hangi binanın kapısında “Çalışmak insanı özgürleştirir” deyişine rastlanmaktadır? Şıklar nedir?
a)Berlin Parlamento Binası, b) İşçi Partisi, c) Münih Olimpiyat Stadı, d) Nazi Dönemi Toplama Kampı.
Böyle bir soruya verilecek en son cevap her halde, Münih Olimpiyat Stadıdır. Peki ya diğer üçü arasında nasıl eleme yaparsınız? Bir parlamento binasının kapısında bu ibare mantıklı bir duruş sergiler mi acaba? Kanunların yapıldığı bir binanın girişinde hukuk ve adalet duygusunu yansıtan ya da egemenlik kavramının kullanılışını ortaya koyan bir söz daha şık durmaz mı? Öyleyse gelin Berlin Parlamento Binasından da vazgeçelim. Eğer konu hakkında hiçbir ön fikrimiz yoksa İşçi Partisine balıklama atlayabiliriz. Ancak unutmamak gerek İşçi Partisi Kapitalist sistem içerisindeki siyasi rejimlerin partisidir. Eski sosyalist rejimlerde bu adın Sovyetler Birliği Komünist Partisi örneğinde olduğu gibi Komünist partisine dönüştüğünü hatırlar veya bilirsiniz. Gerçekte doğru soru şudur: Kapitalist ekonomik sistemde muhalif bir ideolojik yapı çalışmak insanı özgürleştirir der mi? Ya da başka bir ifade ile işçilere böyle bir telkinde bulunur mu? Yoksa tam tersine siyasi ve hukuki mücadele araçları mı öngörür?
Şimdi bana şunu sorabilirsiniz. Eee! Doğru cevap ne peki, Nazi Kampları mıdır yani? Bu noktada ister maalesef deyin, ister küçük dilinizi yutun, ister akıllara zarar bulun ama cevap ne çare ki bundan ibaret.
Hemen söylemeliyim ki, hayatın saf, berrak mantık yürütmeyi mümkün kılmayacağı durumlardan biriyle karşı karşıya bulunmaktayız. Kendi başına çalışmak kavramı müspet çağrışımlar yapar değil mi? Bizim kültürümüzdeki meşhur bir atasözü ile söylersek “İşleyen demir ışıldar” sözünü hatırlayabiliriz. Ya da çalışmanın insanı günlük stresten, olumsuz bir takım his ve düşüncelerden kurtarıcı özelliği düşünülebilir. Hatta bazen kendimize çalışmayı da telkin edebiliriz. Bir işle meşgul olmak suretiyle kafa dağıtmak isteyebiliriz. Kişinin işe yani kendisinin dışındaki bir meşguliyete odaklanıp ben merkezli hissetmekten arınması akla uygun gelebilir. Totaliter bir sistemde bu hususların nasıl bir dönüşüme uğrayacağını sorarsak; siyasi ve felsefi sorgulamaların istenmeyeceği yapılardır bu tip rejimler. Demem o ki, çalışmak suretiyle insanın boş ve atıl hislerden uzak durması beklenecektir.
Tekrar Nazi Almanya’sına dönersek; o dönemleri konu edinen bir metinden söz etmek isterim. “Auschwitz Cehenneminden Nasıl Kurtuldum” başlıklı bir yazıdır bu. Samuel Pisar adlı Yahudi genci Auschwitz toplama kampına geldiğinde on dört yaşındadır. Kampın girişinde bir levha dikkat çekmektedir. “Arbeit Macht Frei” ya da yukarıda bilgi yarışması sorusu olarak verildiği şekilde “Çalışmak İnsanı Özgürleştirir”. İlk gün bu Musevi genci ilginç bir olay yaşar. Kamptaki yüzlerden biri kendisine tanıdık gelir. Dikkatle baktığında çocukluk arkadaşını tanır. Sevinçle ve ismiyle seslenerek boynuna sarılsa da diğeri ciddiyetini bozmaksızın hatta ölgün bakışlarla dolu ve kolları sarkık olarak karşılar bu sıcaklığı. Yazar o zaman anlayamadığı bu tutumu ileriki günlerde kamp hayatı devam ettikçe çözdüğünden bahseder. Açıktır ki, kampta duygusallığa yer yoktur. Sıcak arkadaşlık ve dostluklar kişinin yaşama şansını azaltacaktır. Tamamen bireysel davranmak gerekir. Bunun zamanla farkına vardığını söyleyen Yahudi genci yine Auschwitz’de hastaların ve zayıfların öncelikli olarak elimine edildiği üzerinde durur. Diri ve çalışkan olmak ya da en azından öyle görünmek avantajlı kılmaktadır. Ölgünlük kabul görmez. Kampta revir vardır ancak aynı mantıkla buraya gitmek kişinin yaşamını riske etmesi anlamına gelir. Her bakımdan güçlü olmak, dik durmak ve duygusal olmamak esastır.
Bir gün Samuel Pisar gaz odası sırasının kendisine de geldiğinden söz eder. Listede adı okunmuştur. İsmi açıklanan kişiler bir salonda toplanır. Ortamı ölümün soğukluğu kaplar. Derin bir umutsuzluk anıdır yaşanan. Yazar birden kenarda duran bir kova su ve fırçayı fark ettiğinden söz eder. Dizlerinin üzerinde sürünerek ve insanların arasından geçerek kovaya ve fırçaya ulaşır. Ölümün bitmişlik duygusu yerini umuda ve giderek yaşamın sıcaklığı ve coşkusuna bırakır. Şimdi şevkle çalışmaktadır. Büyük bir titizlik ve ciddiyetle salondaki her karış zemini silmektedir. Bir an evvel salonu terk etme çabası yoktur. Sanki o esnada orada görevli bir temizlik elemanıdır. Yerleri silerek yavaşça odanın dışına doğru seğirtir. Koridorda da silme işlemi devam eder. Fakat birdenbire önünde çizmeleriyle bir muhafızın yükseldiğini fark eder ve dehşet içinde kalır. İşte sonum geldi der. Şimdi askerin düdüğünü çalmasıyla birlikte başka görevlilerinde içeriye doluşacağını ve kendisini yaka paça götüreceklerini düşünür. Fakat korktuğu gibi olmaz. Muhafız koridorun kenarını gösterir. Şurası kirli orayı da sil! Canla başla ve sükûnet göstermeye çalışarak siler. Muhafızın gösterdiği bir iki yeri de ciddiyetle siler ve bir müddet sonra bahçeye doğru çıkar. Binanın bahçeye açıldığı bölümdeki merdivenleri de sildikten sonra özgürdür artık. Bu özgürlük yukarıda arz ettiğimiz çalışmak insanı özgürleştirir sözünün hükmü müdür yoksa kişinin bu dünyada henüz içeceği çorbanın, yiyeceği ekmeğin ve alacağı nefesin varlığı olayı mıdır düşünülebilir tabi.
Tüm bu sözlerden sonra bir hususu belirtebilir miyiz? “Çalışmak İnsanı Özgürleştirir” sözü geleneksel, dinsel, ahlaki ya da felsefi inanç ve düşünce sistemlerinde müspet bir karşılık bulabilir. Çalışmanın türlü biçimlerde bir erdem ya da fazilet olduğundan söz edebiliriz. Ancak iş gelip totaliter bir siyasi sistemin ideolojik hedefleri kapsamında toplumu biçimlendirmeye, yönlendirmeye ve disipline etmeye dayandığında da en hafif düzeyde çılgın bir projenin ya da çatlak bir kafa yapısının ürettiği bir sloganı karşımızda bulabiliriz.
L.T.
YORUMLAR
Öküzde,Eşekte çok çalışmaktadır,öküzün sonu etli yemek ve eşekte eşekler cennetine gider,demek ki çok çalışmak özgürleştirmez ,zihninide işe sokmak ve sorgulamak ve gerekirse onurun için ölmek gereklidir,insan onuru gitmişse hiç bir şeydir,kesilecek koyundur,gelir keserler.Güzel konuydu selamla.
levent taner
Varlığınızla şeref verdiniz
Saygı ve selam bizden olsun...
Kendini tanımaya çalışan insan Rabbini tanır, Rabbi özellikleri kadar özgür olur.
levent taner
Saygı ve selamlarımla...
duruma göre değişir kanımca, bazen köleleştirir bazen de özgürleştirir.
çok güzel bir paylaşımdı teşekkürler
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Mümkün olsa da dünyanın tüm insanları Auschwiz cehennemine gidip insanların yakıldığı fırınları ve topluca katledildiği gaz odalarını vs o ürkütücü ortamları görebilse işte o zaman insan haklarının ne kadar önemli bir şey olduğunu çok daha iyi anlar.
Levent hocam günün seçkisine yakışan yazınızı ve kaleminizi gönülden kutlarım.
Saygı ve selamlarımla.
levent taner
Saygı ve selamlarımla...
Yazının başlığı tam anlamıyla hayatımın miladı belki de nihayeti olarak addedebileceğim bir varsayım ki bu tamamen özgür irademle ama diğer yandan kaderin ivmesiyle paralellik kurmuş bir hezimet belki de yine bir ömrü heba ettiğim.
Özgürlüğün tanımı çok çok göreceli ve kazanımlardan ziyade verilen kayıplar...
Güne gelen değerli çalışmanızı tüm yüreğimle kutluyorum değerli Taner.
En derin saygı ve selamlarımla...
levent taner
Kıymetli varlığınızla sayfamı taçlandırdığınızı fark ettim birden
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duyduğumu derhal söylemeliyim
Saygı ve selamlarımla...
İnsanın iki varlığı vardır; maddi ve sosyal. Manevi varlığı denilen tanımı da sosyal varlığı olarak görebiliriz. En azından konunun kapsamı bu tanıma yapılacak itirazları anlamsız kılar.
Maddi varlığıyla insan, bir açık sistemdir. Tıpkı Dünyamız gibi. Dünyaya da açık bir sistemdir ve ancak Güneş’le olan enerjisel ilişkisinden dolayı içindeki canlı varlıkları var edebilir.
Uzatmayalım, insanın açık sisteminin devamı, Dünya’nın organik örtüsünün şartı olan Güneş enerjisine bağlıdır. Çünkü o yapıyla bünyesine alıp, dönüştürüp ürettiği şeylerle kendi sistemini devam ettirebilir. Buna beslenme demişiz. Beslenmek için kendine gerekli, olmazsa olmaz şeyleri almasının tek bir yolu vardır; çalışma. İster toplayıcılık ister avcılık olsun, enerji harcayıp sağladığı yarar iştir. Bu, enerji-iş ilişkisi çalışmadır. Demek ki çalışma bize bağlı bir tercih değil, zorunluluktur.
İkinci varlığı dediğimiz sosyal varlığının olabilmesi ise maddi varlığının olmasına bağlıdır. Sosyal varlığının niceliksel zenginliği kendisine yaratabildiği spare time (boş zaman) ile artar. Bunun bedeli yine çalışılarak ödenir.
İşin bir konsensüsü olmalı değil mi? Ne kadar çalışarak ne kadar boş zaman kalır? Her dönemin teknolojik gelişmişliği bunu belirler. Günümüzde 35-40 saat/hafta en makul görülen.
Hitler Almanya’sında konunun özünden koparılıp bir ideolojiye şiar edilmesinin sebebi ise; bu dengeyi iktidar lehine bozup, insanı zorla çalıştırıp, elde ettiği ekstra iş’le bir grup insanı diğer gruba tahakküm için kullanmaktı.
Son tahlilde: Çalışmak varolmak için şarttır. Varolmadan özgürlük zaten olmaz.
Konu çok uzun ve kompleks. Sosyal bilimlerin hatırı sayılır bir dalı zaten bunu aydınlatmanın üstüne kurulu. Hatta tüm savaşlar o artan zamanı dolayısıyla “işi”çalmak için, yapıldı, diyebiliriz.
Sağlıcakla,
levent taner
Bir güneş misali tüm enerjisini yaymış bile
Bize ay ışığı misali bu enerjiyi yansıtmak düşer ancak
Orta okul Fen Bilgisi derslerimin
İş=KuvvetxYol
Güç=İş/Zaman formülasyonlarını da anımsar gibi oldum hayal meyal
Efendim! Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duyduğumu söylemem bile anlamsız
Saygı ve selamlarımla...
Naçizane yazımı günün yazısı olarak değerlendiren kıymetli "Edebiyat Kurulu" başkan ve üyelerine şükranlarımı sunarken, gerek sayfama ziyarette bulunma nezaketi gösteren gerekse güzide beğeni ve yorumlarıyla sayfamı taçlandıran değerli hocalarımı da saygıyla selamlıyorum.
Yazının başlığı kendi başına bir derinlik taşıyor.
Elbette ÖZGÜRLÜK ten anlaşılan da önemli, özgürlüğe herkesin bir bakış açısı var. Ben de elbette özgürlüğü daha çok zenginlik ya da klasik manada sadece istemlerini yapabilme doygunluğu olarak bakmıyorum. Fakat yazıda geçen manada ele almak isterim.
Bu bir atasözü müdür, bir deyim mi bilemedim fakat elbette her atasözü ya da deyimin doğruyu yansıtmadığı gibi, bu söz de yerini bulmadı, bulmuyor.
O kadar çok çalışan insan var ki, gündüzünü gecesine katıp, hiç eksiksiz tam anlamıyla emek harcayıp, o derece umuda sarılanlar... Ama ne yazık ki, hemen hemen tüm çalışanlar özgürlükten yoksun... hep umut kapılarında bekliyorlar, her gün yeni bir umut; ama yoksunluk, her şeyden yoksunluk maddi-manevi dizboyu... çizmeden taşan heba olan emekler, yani çalışmalar.
Samuel özgür oldu mu binlerce Yahudi yakılıp, katliamdan geçerken!.. ya da Yahudilerin tek sorunu tembellik miydi acaba? Ki Yahudilerin ne kadar çalışkan bir toplum olduğu bilinen gerçek.
Diğer bir deyişle bir toplum özgür olamadıktan sonra, bireysel özgürlük nereye kadar özgürlüktür...
diye sorular ardı ardına sıralandı yazıyı okuduğumda.
Güncel bir yarışma proğramından yola çıkıp oldukça derinleştirerek ele aldığınız yazınız, Samuel ile öyle güzel bir noktaya gelmiş ki, daha başka tarihi sorgulamaları ele alacağınız yazılara ilham olsun diyorum hocam.
Selam ve Saygılarımla.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Üstadım, en başında 'toplayıcı' olan insanın bile çalışmanın kendisini özgürleştirdiğini farketmesi kaçınılmazdı...
Ne var ki, durum bugün bu kadar basit değil...
Gittikçe karmaşıklaşan çalışma süreçleri, bugün insanı bu süreçlere çok daha fazla bağımlı hale getirdi...
Neredeyse, insan bu süreçlerin nesnesi haline geldi...
Yani, insanın "Bu benim eserim!" diyebileceği bir şey kalmadı...
Bu bağlamda, insanın özgürleşmesinden söz etmek de mümkün değildir artık...
Hatta, insan çalışmayı o kadar saptırdı ki, doğa karşısındaki gücünü, yani sağlığını bile kaybetti...
Bugünkü 'kaos'u bu bağlamda da ele alabiliriz...
Naziler bu durumu şiddete dönüştürdüler, diyebiliriz artık...
Ve onların karşılarındakiler de...
Herhalde, şimdi insanın başka bir çıkar yolu da kalmadı, çalışmaya devam etmekten başka...
Allah sonumuzu hayreylesin...:)))
Selam ve saygılarımla.
Yekta Attila tarafından 5/17/2016 3:55:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Çalışma amaç mı yoksa araç mı? boyutunda
İnsanın kendine ve emeğine yabancılaşmasını getirirse tam bir facia
İnsanın kendine ayırabildiği zamanlar da önemli
Eski çağlardan beri varsıl insanların kendilerine daha fazla zaman ayırabildiği, söz gelimi kültürel sanatsal faaliyetlere daha çok vakit ayırabildikleri söylenebilir
Nihayet hocam
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Belki inanmayacaksınız ama ben direk cevap bu dedim:) Sanırım ben çatlağım:)
Nazi Dönemi Toplama Kampı.
Neden mi ?Asıl ordaki insanların özgürlüğe ihtiyacı vardı bana göre.
levent taner
Kendinize dönük sembolikte olsa böyle bir tanımlama yapmanız bilakis yüce gönüllülük göstergesi de olabilir
Anlayabildiğim kadarıyla Nazilerin özgürleşmeye ihtiyacıysa söylediğiniz mükemmel bir tespit derim
Hasta ruhluluk bağlamında asıl zavallı olan da onlar bence
Ve benliklerinin kurguladığı bir zindanda yaşayan birer köledir bu insanlar
Ne ki uygulamada hem zorba hem de mahkum bağlamında çift taraflı işleyen bir zindan
Nihayet
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hanımefendi
Saygı ve selamlarımla...
Konuyu o kadar güzel işlemişsiniz ki hayranlıkla okudum.
Bir yarışma programıyla söze başlayıp, buradan toplama kamplarına dikkati çekip ve orada yaşanmış bir olayı anlatarak sonlandırmanız ve bütün bunları konuyu dağıtmadan okuyucuya aktarmanız takdire şayan. Çok sayıda holokost film izlediğimden ve konuyla ilgili çok kitap okuduğumdan Nazi kamplarıyla ilgili şunu söyleyebilirim; Nazi kamplarında çalışmak kesinlikle özgürlük demek değil sadece yaşam süresini uzatan bir eylem. Çünkü çalışabildiğiniz ve işlerine yaradığınız müddetçe yaşamanıza izin veriliyor ki bu bile çoğu zaman ne kadar şanslı olduğunuzla alakalı bir durum.
Günümüzde ise çalışmak kadın ya da erkek fark etmiyor özgürlüğe açılan bir kapı belki ama özgürlüğün kendisi kesinlikle değil. Yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir kuruma bir kişiye bağlı kalmak, onların koyduğu kurallar çerçevesinde ve tamamen onların belirlediği zaman aralığında hayatını idame ettirmek ne kadar özgürlükse o kadar özgürüz hepimiz. kimseye bağlı olmadan kendi işini yapanlar bile kısmen özgürdürler bence. Çarkı döndürmek için onların bile uyması gereken kurallar ve yerine getirilmesi şart olan mecburiyetler vardır. Gerçek özgürlük ise ‘Mandıra Filozofu’’ gibi bir yaşantıya sahip olabilmek diye düşünüyorum ben. Konu derin ve tartışmaya çok müsait teşekkür ediyorum böyle bir konuyu işleyip bize de fikirlerimizi paylaşma imkanı sunduğunuz için.
Yerini dolduran şahane bir yazıydı tebrik ediyorum.
Saygılar selamlar…
levent taner
Kıymetli varlığınızı solumak her dem onur
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla...
toplama kampında elimde kova ile silgi yapan bendim sanki
bilgilendim sayenizde
yine o güzel akıcı uslubunuzla buluşan keyifle okunası bir yazıydı
kutlarım
saygılarımla
levent taner
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Hemen her düşünce sistemi (Sistematik ideolojilerden Mardin'in soft ideology diye tanımladığı dinlere kadar) çalışmayı över. Her ne kadar sol düşüncenin arkasında ''çalışmamızın karşılığını alamıyoruz'' fikri yatsa da önermenin öncülü çalışmaktır.
Ben biraz daha bu evrensel çalışma etiğine temkinli yaklaşıyorum. Hatta şaka yollu Eğer çalışmak iyi bir şey olsaydı herhangi bir cennet tanımında yeralırdı derim. Daha da eklerim: Dünyada yirmi beş yıl çalışın, sonsuza dek dinlenme hakkı kazanın (Sonsuzlukla karşılaştırıldığında yirmi beş yılla bir saniye çalışmak arasında fark yoktur); böylesine yıpratıcı bir şeydir çalışmak. Burada da durmam: Çalışmak öylesine kötü bir şeydir ki, merhametli Yaratıcı'nın içi el vermemiştir onu cehennem koymaya: Ateşte yanın ama çalışmayın.Belli ki Almanlar İkisi birden niye olmasın? demişler. Saygılarımla.
İlhan Kemal tarafından 5/16/2016 9:24:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Saygı ve selamlarımla...
Doğru eylem doğru yaşam biçimi yaşamın anlamını ortaya çıkaranlar ...Ne kadar önemli bir eylem çalışmak bizi hayata bağlayan... Ancak hep kafama takılır bir sürü soru ki onlardan biri :yaşamdan bizim ne beklediğimiz ne kadar önem teşkil ediyor seçimlerimizi yaparken( ya da deli gibi çalışırken)diye .Bazen öyle bir zaman oluyor ki yaşam içerisinde, yaşamın bizden ne bekliyor olduğu gerçeği bizim yaşamdan ne beklediğimiz sorusunun/cevabının önüne geçiveriyor.Ve bu kapsamda da yaşamımızın anlamı olan çalışma hayatımız hakkında soru sormayı bırakıp belki de yaşam tarafından her gün sorgulanan olduğumuzu kabul etmeliyiz doğrudan görevlerimizin sorumluluklarını yerine getirerek.
Hiç unutmam ilk kızımı doğurup, illa kendim büyüteceğim telaşıyla üç yıl meslek hayatıma ara vermiştim. Tekrar çalışma hayatıma dönmek için kendimce mücadele verirken bir türlü iş beğenemiyordum. İşte o ara diş doktorumu ziyaret edip kontrollerimi yaptırırken iş bulamadığımdan yakınıyordum.Ki bu yakınma sadece kendimi kandırmaydı, tembellikten ve biraz da korkudan.Tam o yakınma esnasında doktorumun bir lafı benim hırsla iş hayatına dönmeme vesile olmuştur. O da şu ki " siz bu gidişle çalışmaya başlayamayacaksınız!" O an kafama dank etmişti benim istediğim değil yaşamın istediğini yaşayacaktım.( sağolsun sayesinde mesleğimde hayal bile edemeyeceğim noktadayım, artık seçilen değil seçebilen konumunda hem de gayet özgür biçimde)yani demek istediğim yaşam bazen sorgulamadan kabul etmeyi gerektirir sonrasında sorgular hale getirerek ve bu durum her konuda ve her durumda geçerli bence.
Çok derin bir yazıydı ki hakkında hiç durmadan iki gün konuşabilirim ama susuyorum :)))
Saygılar
levent taner
Saygı ve selamlarımla...