- 1270 Okunma
- 10 Yorum
- 2 Beğeni
Hikayenin Sahibi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Oturduğu bankta arada bir burnuna gelen kesif sidik kokusunun kaynağı kendi pantolonuydu. Bir saat kadar önce, tarihi surların duvarına hacet giderirken duyduğu ayak seslerinden utanmış, hemen uçkurunu toplamıştı. Tamamen kesemediği çişinin hatırı sayılır bir kısmı pantolonuna akmıştı. Yanının boş kalma sebebinin bu olduğunu anlayınca arsızca gülümsedi. Banka iyice yayılıp, arkasına yaslandı. Karşı plakçının bol banklı sahili dolduran müziğine ayaklarıyla ritim tutup, sözlerine mırıl mırıl eşlik etmeye başladı.
Sık sık gelirdi buralara. Semtli olmasa da, esnafı aşinaydı. Ne yapar, nerede kalır bilmezdi kimse.”
İçim sıkılıyor, hevesim kalmıyor yazmak için. Yazdığım cümlelere tek bir kelime dahi ilave edemeden öylece oturuyorum. Kapı çalınıyor sanki. Müzik dinlediğim kulaklığı sıyırıp alıyorum başımdan, kapıya veriyorum dikkatimi. Evet, kapı çalınıyor. Bir paçası yandaki divana, diğer paçası parke zemine uzanmış eşofman altını giyip kapıya gidiyorum. Gözetleme dürbününe gözümü dayayıp bakıyorum.
Kapıda, jöleli saçlarını kabartmış esmer, zayıfça, orta boylu genç bir adam var. Dürbündeki ışık oyunundan arkasından baktığımı anlıyor. Kafasını iyice dürbüne yaklaştırıp ağzını kocaman açıyor, kulaklarının yanına koyduğu elleriyle tuhaf hareketler yapıyor. Espri yapıyor hesapta.
-Aç, aç benim!
Açıyorum kapıyı.
-Selam Abi, diyor, bir eliyle beni nazikçe kenara iteleyip, kabadayı yürüyüşüyle içeriye süzülüyor.
Şaşkın,
-Buyurun, kime bakmıştınız, diyorum.
-Abi ya, bırak şu tanımamış ayaklarını, diyor. Yazasın diye öykümüzü iki aydır bekliyoruz. Artık gına geldi beklemekten. Anlat hikayeni, dedin, anlattık. Değiştireceğim yerler var, dedin, kabul ettik. Her hafta bir öykü paylaşıyosun, bizimkinden haber yok. Sana güvendik abi biz, yoksa bizim hikayemizi yazacak adam mı yok sandın, sen?
Gencin söyledikleriyle iyice kafam karışıyor. Unuttuğum ya da kaçırdığım bir şeyleri yakalama gayretiyle yüzüne, hareketlerine bakıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
-Kusura bakmayın, ama gerçekten hatırlamıyorum. Sizi tanımıyorum!
Yüzümdeki ifadeden samimi olduğuma kanaat getirmiş olmalı ki,
-Selim ben ya! Anlattım ya sana hikayemi. Yaşlı kadın var hani, adı Mahinur. Hazanlı hüzünlü bir ismi olacak, dedin. Yoksa hepten mi çöpe gittik?
-Ha, o öyküyü diyorsunuz. Onu paylaştım, ama yeniden çalışıyorum üstünde. O öyküde anlatılan sizin hikayeniz mi, ne alakası var?! Tamamen kendi kurmacam.
Kah kah, diye gülüyor. Sonra buruşturduğu yüzüyle,
-Çattık ya! Ve bana bir haber vermeden paylaştın he mi? Nerde abi şu öykü, aç bi okuyalım. Ben sana söylerim o zaman; senin mi benim mi.
İçimde kapıyı açmanın pişmanlığı, daha fazla uzatmamak için masanın üstündeki dizüstünün açma düğmesine basıyorum. Bilgisayarın çıkardığı yüklenme seslerinden başka çık yok mutfakta. Beraberce programların yüklenmesini beklerken inanılmaz bir rahatlıkla buzdolabını açıp bir elma alıyor kendine, bir tane de benim önüme koyuyor. Köşedeki tabureyi altına çekip, yanıma oturuyor. Genç adamın rahatlığı ve bu kadar emin konuşması kendime olan kuşkumu iyice arttırıyor. Gerçekten de böyle bir şey olabilir mi? Arada unutkanlıklarım olmuyor değil, ama bu kadar da olabilir mi? Yok, imkanı yok. Ya eğer doğruysa bu, ciddi bir amnezi hali.
Edebiyat Defteri’nde açtığım öyküyü okumak için bilgisayarı kendine doğru çevirip ekranı gözlerine göre ayarlıyor. Metni okurken ara ara gülümsüyor ara ara ciddileşip masanın üstüne vuruyor. Bir beş dakika sonra bitirip başını kaldırıyor.
-Bu ne abi ya, hak mı senin bu yaptığın? Bu öykünün benim hikayem olduğunu tüm Draman bilir, ama tek bir yerde adımı kullanmamışsın. Üstelik hikayeyi benim değil, kendi başından geçiyor gibi anlatmışsın. Evet, kadının eşyalarından arakladığım oldu, evet, kitaplarından araklayıp sattıklarımın olduğu da doğru. Ama yuh olsun sana ki, komşusunun çinko borularını çaldığımı yazmışsın. Semtlinin yüzüne nasıl bakarım ben? Yalan, külliyen yalan! Fakiriz evet, sizin gibi okumadık evet; ama hırsız biz değil, sizsiniz. Emeğimizi, paramızı, malımızı çalan sizsiniz. Bunlar yetmedi, şimdi de hikayelerimizi çalıyorsunuz. Bu ne dine ne imana ne de insanlığa sığar. Sizi entel dantel puştlar sizi. Ver lan öykümü! Sil, her yerden, sil. Bir yerde kalsın eğer, var ya, anam avradım olsun, hiç ummadığın bir yerde karşına çıkar, bozarım façanı, saplarım bacağına.
Haydi buyur, çattık belaya! Korkmasam da içine düştüğüm durum hiç hoşuma gitmiyor. Kuruyan ağzımı ıslatmak için masadaki sürahiye bakıyorum; boş. Buzdolabının yanındaki damacanaya kayıyor gözüm; boş.
-Biraz su içmem lazım, diye, yerimden kalkıp musluğu açıyorum, fışkıran suya tam ağzımı dayayacağım, omuzumdan çekip alıyor, iterek sandalyeme oturtuyor sertçe.
-Gel abicim gel, otur şuraya da sil şu öyküyü. Sonra ararsın su mu bira mı, ne istersen artık.
Çaresiz tekrar yerimdeyim, ama susuzluk dayanılacak gibi değil. Önce, öyküler dosyasında arayıp bulduğum kopyayı siliyorum. Sonra, Edebiyat Defter’ine bir daha giriyor ve oradaki kopyayı da siliyorum.
Bu arada elinde, neresinden çıkarttıysa artık, kocaman bir bıçak peydah oluyor. Üstüme susuzluğumu unutturan bir korku dalgası yayılıyor. İyice kısılmış, hırıltıya dönmüş sesimi düzeltmek için bir kaç kez öksürüp boğazımı temizliyorum. Nafile, düzelmiyor sesim. İyice kısılıp, boğuklaşıyor. Boğazımdan hiç ses çıkmıyor, sanki.
-Sildim, hepsini sildim. Hiçbir yerde yok artık. Ama isterseniz öyküyü sizin ağzınızdan, isminizi de kullanıp yeniden yazarım ve sizin adınıza paylaşırım internette.
-İstemez! Sıçim senin yazacağın öyküye. Sildin he mi, hepsini?
-Evet, tabii sildim. Hepsini sildim.
Kulağıma doğru iyice yaklaşıp, avaz avaz bağırıyor,
-Keriz mi sandın lan bizi, Allahsııız! Eşşek mi sandın bizi, şerefsiiiz! Bir siz mi akıllısınız bu alemde, bir siz mi anlarsınız bu sıçtığımın bilgisayarından? Sildiklerinin çöp kutuna gittiğini bilmiyor muyum, kitapsııız! Onları da silsene lavuuuk!!!
Elim ayağım birbirine dolaşıyor. Çöp kutusundan silmek aklıma gelmediği için kendime lanetler yağdırıyorum. Çöp kutusunu açarken, bir yandan da koltuk altıma, kaburgalarıma bıçakla yaptığı dürtmelerle korkudan altıma edeceğim neredeyse.
Tabii ya, tabii! Durduk yerde niye gelsin ki bu adam buraya? Neden bıçak çeksin, neden tehdit etsin? Neden bu denli risk alsın üstüne? Adam, çaresiz kalmış, tek çözüm bu kalmış elinde. En basit bir davanın yıllarca sürdüğü bu memlekette, mahkemeye mi gidecek, bilir kişi mi isteyecek? Bu süreci kaldıracak maddi durumu var mı ki?
Gerçi bu boktan hikaye için böyle risk alır mı insan? Bu kadar mı önemli bir hikaye? Diyelim ki, kaçırdığım bir şeyler var. Diyelim ki, önemli onun için. Ama yine de bu değil bu işi çözmenin yolu ki. Herkes her başına geleni kendi çözmeye kalksa, öyle bir kaos çıkar ki ortaya, normal yaşamaya imkan kalmaz.
Emeğimi, malımı, paramı çaldın, diyor. Yalan bu! Babamın cebinden para çaldım evet, annemin cüzdanından da. Kuru yemişçiden sakız, manavdan elma çalmışlığım vardır, illaki. Hatta, kırtasiyeden kitap çalmışlığım bile var. Senin paranla ne alakam var? Ne alakam var senin malınla? Ya emeğinle? Zibidi seni! Birileri çaldıysa da, yanlış adamı, beni suçluyorsun. Ben nasıl geçiniyorum sanıyorsun: Emeğimle elbette. İlk defa görüyorum seni. Söylesem şimdi bunları, anlamaz, keser belki de bir yerimi. Cahil öküz.
Senin hikayeni niye çalayım? Ulan, öykü yazacak hikaye mi, yok? Bunda bir iş var, ama anlayamadım. Acaba arkadaşların mı bir şakası? Bu yüzü bir yerden hatırlıyorum sanki. Haliç kıyısında gezerken mi tanışmıştım? Eyüp Sultan Camisinin bahçesinde mi? Piyer Loti’de, Yavuz Sultan Selim Camii avlusunda belki de. Görmüş olsam da hatırlayamam ki? Yahu, adamın tipi de benimki gibi sıradan bir Türk tipi. Bırak İstanbul’u memleketin yarısı bu tipte!
Kız kardeşimin verdiği hafıza kuvvetlendirici hapları kullansaydım keşke! Olmadı, ceviz yeseydim! Eğer doğruysa, bu bayağı bir amnezi durumu.
Şerefsiz, haysiyetsiz. Koy bıçağı bir kenara da görelim. Çocuklarım olmasa bıçağın da bir önemi yoktu, gerçi. Yalancıymış, sensin yalancı. Senin suratına tüküreyim. İlkel hayvan. Aklımda bu düşünceler masanın başında çaresiz otururken, tekrar gürlüyor eşkiya kılıklı,
-Bu arada, adım Selim, Seeeelimmm...Tekrarla bakim, tekrarla lan: S-e-l-i-m. Seeelimm.
Dürtmelerin dozunu arttırıyor iyice. Panikle tekrarlıyorum,
-Selim, Seeelimmm. Seliiim, Selim, Seeelimmm...
-Meeetiiin, Metiiin, Meeetiiin
Panikle fırlıyorum yerimden. Kanter içindeyim. Başımda Galina, gülümsüyor.
-Yine masa başında uyumuşsun! Uykun geldiğinde yatağa gelmek o kadar mı zor? Kalk hadi. Korkuyla sayıkladığın Selim kim, sahi?
-Boş ver Selim’i şimdi, su ver Galina, su!
* Öykümde kullandığım fotoğraf/resim bana ait değil, internetten alıntıdır.
YORUMLAR
Bir alıntıyla eşlik etmek istiyorum bu güzel yazınıza ...
''Bir hikaye. bir roman, bir şiir, nasıl başlar bilir misiniz? Ama bir hikaye , bir roman ,bir şiir nasıl biter bilirsiniz.. Sizi ummadığınız bir yere götürseler ne edersiniz ? Bilirim orada umulmayan sözler söylersiniz. Belki de tarafsızlığınız ,bilmediğiniz yerde, bilmediğiniz kelimelerle başlar ve belki de bilmediğiniz bir şekilde biter. İşte edebiyatta şiir, edebiyatta nesir böyle başlar bizde. Bir yola girersiniz, yol sizi alır götürür. Gittiğiniz yerlerin hepsi sizin, hepsi bizimdir.
En’lerle başlar sözleriniz. En’lerle devam ederken, in’lere kadar inersiniz. Kör karanlıkları elinizde kalan son kelimeyi bitirene kadar, karanlıkları aydınlatmak için, kendinizi yer bitirirsiniz. Karanlıklar bitip, aydınlığın ucunu gördüğünüzde, orada sizi bekleyen yığınlar, kalabalıklar size öyle bir alkış tutar ki, sonsuza kadar o ses, kulaklarınızı çınlatır.
Böyle başlarken yazılarımız, böyle tarafsız hikayeler arasında iyiye, güzele taraf; hak ve adalete taraf; doğruya, doğrulara tafar; aşk’a aşıklara taraf; tarafsızlığına düştüğümüz belayı araf’a kadar terk ! ''
Sevgiler sevgiler
nitemtran
Sağlıcakla,
Metin Bey,
beğeni ile gıpta ile okuduğum ve günü yerini hak eden bir öykünüz daha
konu seçimleriniz ve anlatımınız yine çok güzel
kutluyorum efendim
saygılarımla
nitemtran
Nice guzel oykulerde bulusmak uzere.
Saglicakla kalin
İnce ince işlenmiş bir kurgu hele ki merak uyandıran eşsiz üslubunuz ile ne güzel resmetmişsiniz üstelik diyaloglar hayli etkiliydi.
Kutluyorum tüm yüreğimle.
Yüreğinize, emeğinize sağlık değerli yazarım.
Böylesi bir yolculuğa çıkardığınız için teşekkürlerimi sunuyorum akabinde.
Selam ve saygılarımla efendim...
nitemtran
Saglicakla kalin efendim.
Merhaba Metin Bey, oldukça ilginç ve sürükleyici bir hikaye olmuş.
Sizin hikaye bir rüyadan olsa da canlısı benim başıma gelmişti. Biri benimle bir anısını paylasıp yazmamı söyledi. Ben de yazdim. Yayınlamadan önce okumasını düzeltmem gereken yerler varsa düzelteyim dedim.
Sana güveniyorum, yayinla, dedi. Yayınladıktan on dakika sonra da o benim özelim hemen sil dedi. Halbuki ismini, mesleğini kullanmamıştim.
Hikaye yayindan kalkınca dostlarin soru yağmurlarına ne cevap vereceğimi gelin siz düşünün :-)
Güzel bir hikayeydi, çok begendim. Benim durumuma düşmediğiniz için sevindim.
Tebrik ederim, selamlar.
nitemtran
Sagilcakla Emine hanim,
Saygıdeğer Metin dostum, güzel bir öykü okuduk, yüreğine sağlık. Daha evvelden de söylediğim gibi, postmodern uygulamalara ve dolayısıyla üstkurmaca öykücülüğe tam vakıf değilim, ama bu denemen benim için güzel bir örnekleme olmuş, öğrenerek okudum... Kalemin daim olsun... Saygılar
nitemtran
Saglicakla Kemal Abi,
Kemnur
Hikayenin hikayesi...
Doyumsuz tasvirler.
Bir ara;
"Yahu Metin kardeşim bük bileğini al elinden bıçağı" dedim.
Sonra çok dikkatli olman gereğini düşündüm.
Bu tip insanların ne zaman, ne yapacağı belli olmaz.
En iyisi atlayıp geleyim oraya. Kurtarayım Metin kardeşimi.
Derken...
Rüyaymış. Ohh be dedim.
Usta senin öykülerinin ayrı bir tadı, ayrı bir aroması var.
Ay yıldızlı selamlarımla...
nitemtran
Saglicakla,