- 546 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Orak,ellik,kalbur,gözer ve dahası...
"Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!"
Evet,şair Cahit Külebi "hikaye" adlı şiirinde bu dörtlüğe de yer verir,her okuduğumda aklıma şimdilerde neredeyse "yıldızlar kadar uzak" kalan çocukluğum,çocukluğumdaki mutluluklarım gelir!
Trakya’nın kuzey rüzgarları yani yıldız ve poyrazlar başlamadan tohumlar genelde ekim ayında ya da kasımın başında tarlaya düşer,kışları yağan kar da Trakya’nın ayazlarında tarladaki tohumlara yorgan olurdu.
Eeee canlıların temel iç güdüsü "koruma" ve "korunma duygusudur" der dururuz ya...
Sonra uzunca geçen kış günlerinden sonra tohumlar baharda toprağı delerek gün yüzüne çıkar;temmuz ayının ortalarına doğru da hasat başlardı.Yani orak biçme zamanı.
Önce oraklar bileğlenir,kıyıda köşede duran ellikler de elden geçirilir,kullanıma hazır hale getirilirdi.
Bileği taşı da gerekirdi,dövme taşı da,küçük çekiçler de...
Önce "ova"da olan arpalardan başlanırdı hasada,sonra tarlaların durumuna göre Kavaklısırtı da devreye girerdi,Tuzludere de,Karamusul da...
Ekin biçilirken orak sağ elde sapı keser,sol eldeki ellik de biçilen sapın dağılmaması için onu avuçta tutardı.Tarlada insan sayısına göre ne kadar alan kesilebilir birlikte diye hesabı yapılır,bu da bir çıkım olurdu.
Bu yorucu bir işti sonuçta.Ama çıkımın sonunda "mola" olur,ya su içilir,duruma göre ya ayran içilir ya da karpuz kavun yenirdi.Bir tür "ödül" ama hepsi doğal...
Ellik,ağaçtan yapılan bir hasat gereci olup,ele tam otururdu.Çünkü her parmağa göre gireceği bir göz mutlaka vardı.
Biçilen saplar bir arada toplanınca da demet ortaya çıkar.Demedi bağlamak da bayağı maharetli işti.Sıkı olacak,taşırken saplar dağılmayacaktı.Tarlada kalan "köklerin" adı da anızdı.Buralarda yalın ayak yürüyüp,ayaklarımıza sapların batması da işin cabasıydı.
Sonra demetler de bir araya getirilerek ya yığın olarak örülürdü ya da dokurcun yapılırdı.Biz buna daha çok tokurcun derdik.Biçilen ekinin tarlada kalacağı süreye bağlı olarak...
Ağustos başı ya da ortalarına doğru da harman zamanı geliyordu.
Önce yuvarlak/daire biçiminde bir temiz alan yaratılır,sonra ıslanır,saplarla da desteklenerek harmanın yapılacağı fiziki ortam sağlanmaktaydı.Zemin sert olacak ki dövülen saplardan ayrılan taneleri toprak yutmayacak,süpürmesi de kolay olacaktı.
Harmanda dövülen sapların ortada toplanmasına da tınaz denirdi.Saplar,taneler ve her şey bir arada idi.
Ayrılması gerekirdi birbirinden.
Tam bu yüzden akşam rüzgarları beklenir,savrulmalar başlardı.Arkaya "uçanlar" saman olur,tınaza yakın düşenler de taneler.Yaba da vardı,tırmık da,bizim diğren dediğimiz dirgen de.Döveni de anmak gerek.Bizim "düven" dediğimiz gerecimiz.
Ama taneler çok temiz de olmazdı ilk anda.İçinde ekin parçaları,uzunca saplar,çer çöp de olurdu.
Çuvallara doldurmadan,ambara götürmeden önce mutlaka elden geçirilirdi.İki nesne vardı:Biri kalbur,biri de gözer.Daha iri taneler için.
"Üstte kalan makbuldür" deriz çoğu kez ama bu kalbur ve gözerde doğru değildir.Alta geçen makbuldür,üstte kalan değil.
Gözerin üstünde kalan "kesmik" idi,kenara atılırdı,çuvala değil.
Sonra değirmene giderdi bu taneler.
Hem de kasabamızda ta eskilerden kalma,suyu da kanalla getirilen güzel bir su değirmenine...Şimdi yerinde esamesi bile olmayan değirmene...
Şaldır şaldır akan ve biraz da beni ürperten sular halen gözümün önünde bu satırlar dökülürken sayfaya.
...........
Biliyorum,biraz nostalji oldu.
Ama nereden aklıma geldi dersiniz ki?
Meğer bugün 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü imiş.
Geçmişe bir yolculuk yapmama vesile oldu gazetedeki haberler.
Bir an çocukluğuma "döndüm".
Brezilyalı yazar J.Amado’nun "İnsanın ana yurdu çocukluğudur."dediği gibi.
Ya da Fransız şair Baudelaria ’in (Bodler) "sanat dediği" şey gibi:
-Bende mutlu anlarımı yad etme sanatı var!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.