- 1326 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
KIRILMA NOKTASI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bilgisayarımın saati, gece 00.30 gösteriyordu. Gözlerim de çok acıyordu, artık yatma zamanım geldiğini düşünüp, evlilik hayatım boyunca, adet olmuş üzere, yatağa girmeden mutfağı şöyle bir kolaçan eder, tencerelerde kalan yemekleri saklama kaplarına boşaltıp, dolaba koyar, bulaşıkları da makine ya yerleştirirdim. Balkon ve giriş kapılarını kilitli mi diye kontrol eder yatardım.
Aynen, bu akşam da, bu alışkanlığımın esiri olan ben, tüm bunları yapmadan yatarsam, aklıma takılır uyku girmez gözüme diye ve bu huyumu iyi bildiğim için. Dişlerimi fırçaladıktan sonra mutfağa geçtim. Nedense her zaman bu durumu kabullenmiş olan ben, beni ve neredeyse mutfak tezgahını bile, bu halinden şikayetçi tavrıyla buldum. Daha akşam yemeğinden sonra bulaşıkları makineye koymuş, teghahı tertemiz yapmıştım. Çay bardakları ve meyve tabaklarından başka bir şey olmaması gereken tezgahın üstü, bir baştan bir başa, tencere, tava kap kaçak doluydu. Hem içimden söyleniyor, hemde bulaşıkları makineye dolduruyordum.
’ Akşam yemeğini ailecek akşam saat 19 da, yemiştik. Bu adam (yani eşim) neden bu kadar çabuk acıkıp, çok yemek yiyor anlamış değilim, hem de tam yatağa girerken.’
Tezgah temizliğinin son rütüşünü yaparken, düşünmeden de yapamıyordum. Her daim olumsuz bir durumda öz eleştirim ilk kendime olduğu için, bu konuda da, oldukça cömert davranıp içimden konuşmaya devam ediyordum.
’ Acaba, bu adamı (eşimi) çok mu ihmal ediyordum ki, yemeğe vermişti kendisini. Evliliğim boyunca her gece tam yatağa girerken tıka basa yemeden yatmıyordu.Hani bir laf vardır" Kiminin kalbine giden yol midesinden geçer" diye. Ha işte, tam da o benim eşim için söylenmiş bir söz. Hemen hemen her sabah, kahvaltı hazırlanırken, akşam yemeğini de yapıp dinlenmeye bırakan, tek bayanın ben olduğumu düşünmeye başlayalı seneler olmuştu. Ya da, ertesi gün bir yerlere gezmeye falan gideceksem, üç beş çeşit yemek yapmak zorunda kalırım hep. Ne olur, ne olmaz, evde hazır yapılmış yemek bulamazsa tepesi atar beyimizin diye. Maalesef ki, ev hanımlığından emekli olamama durumlarını da iyi bildiğim için, nasıl olsa görevim, şikayet etmek ne haddime diyerek kolları sıvarddım. Bir de benim gibi biri sürekli eşinin ailesiyle birlikte, kalabalıkla yaşarsa, sanırım kendimce tükenmek bu oluyordu, bu akşam ki bu söylenmelerim.
Ömrüm, göz göre göre, avuçlarımdan akıp gidiyor ve ben, yapmak istediklerimi yapamıyordum. Hatta eşim sürekli kitap okuyor, ben bir kitabı bir yıl da bitiremiyordum. Onun okuduğu kitaplar tarzım olmasa da, dinleyerek okumuş gibi oluyordum. Mutfakta soğan doğrarken, patates soyarken eşimde benim sabrım ve hoşgörüme sığınarak paylaşıyordu benimle. Elbette eşim çok keyif alıyordu, iyi bir dinleyicisi ve eleştirmeni vardı. Sonuçta bende, o kitabın içeriğinden haberdar olup, kendimi bilgi sahibi olmuş kabul ediyor sesimi çıkarmıyodum.
Bazen de,eşime çatmadan duramıyordum:
“Oh ne âlâ, ne güzel, sen istediğin kitabı okuyorsun, canın çektiği yemeği ve ziyafeti, bu kül kedisi kılıklı eşine emredip yaptırıyorsun, hatta daha çorap çekmecenin yerini bile bilmiyor, kazağını, gömleğini, gardrobunun hangi bölmesinde olduğundan bihabersin”, yeter demek istercesine, bende ki isyanlar kazan kaldırıyordu artık.
Benimde yapmam gerekenlerim vardı. Bende kendimi ifade etmek istiyor, bunun için geç bile kalmıştım, bir zaman yaratmalıydım kendime. yaşımın gelip geçtiğini düşünüp, emekli olmuş bir kocanın, kendi işlerini kendisinin yapmasını istiyordum. Bunu kendisine defalarca da söylemiştim oysa. Ben akşam yemeğinden sonra mutfağı toparlayıp, bilgisayarımda yapılacak işlerimle uğraşıyorum. En azından, ondan sonra yiyip, içtiklerinizi toparlayıp koy makineye diye.Ufak, tefek şeyler diye serzenişte bulunuyordum, “ama nerede”:
’Ne rahat adam ya, bunca yıl bir gıdım değiştirmedi kendisini’ diyerek içten içe dert yanıyor, bu söylenişlerimi yine çoktan yatıp uyumuş olduğu için, kendime aktarıp soruyor, yine kendim cevaplıyordum.
“Yok canım, bu kadar çok yemesinin bunca yıllık evliliğimizden sonra benimle alakası olamaz. Bu adam, ilk nişanlandığımız günlerde, bize misafir gelmişti de, gece yatarken, bana sarımsak dövdürüp, sarımsaklı yoğurt yemiş yatmıştı. O günde, çok şaşırmıştım, hâlâ bir değişim yok.”
Peki bana ne oluyordu ki? Evliliğim otuz beşi, yaşım elliyi devirmiş, o zaman ki görmediğim bu şeyleri gözümde büyütüyordum. Oysa ben kendimi bildim bileli çalışmayı, işi çok seven biriydim. Hiç bir zaman boş boş oturmak, ya da gereksiz, işe yaramaz şeylerle uğraşmak bana göre olmamıştı. Öyle ki, çocuklarımı büyütürken, şimdi ki gibi hazır giyimler yoktu. Kıyafetlerini kendi dikiş makinem de dikerdim. Kazak, hırka, şapka,eldiven yün işi ne kadar giysi varsa elde örerdim.
Şimdi ney alıkoymuştu bütün bu işlerden beni? Bir zamanlar nokta kadar kiri parmaklarım acıyana kadar cifleyip, ovan ben, artık yüzeysel yapıyor, görsem de görmemezlikten gelmeye çalışıyordum.,Ya da o an değilde daha sonra yapıyordum ama sonuçta gene yapıyordum.
Epeyden beri, gece yatağımda bir zaman uyuyamıyor, kendi kendime sorular soruyordum.
Bir zaman sabahın altısında yatak odamın kapısına gelip bağıran:
“Kalk sobayı yak!, babana çorba pişir, kahvaltı geç kaldı, daha inekler sağılıp, yayıklar yayılacak “diyen kayın validem.
Bugün bana:
“Neden erken kalkıyorsun, yat, uyu, dinlensene” dese de. Aslında o günlerde, bu günler için, kurduğu çalar saattin, o bile farkında değildi.
Bazen, ’İyi ki de uyuyamıyorum, onlar gibi, on, onbirlere, kadar. Zaten kaçmışlardı, çok mesafe açılmıştı, kaçırdıklarımla aramda..’Ya da elimden alınmışlardı. Çocukluğum, gençliğim, kazandığım okulum. Hatta yaşıtlarım sokakta sek,sek sekip, oyuncak bebeklerle oynarken, sahici bebeklerime büyükler yanında veremediğim sevgimle anneliğimde.
Eşimin babası ve abisinin de çocukları çok geç olmuştu. Hep çocuk özlemi çeken bir eve bebek gelmek elbette bambaşkaydı çocuklarım için. Fakat ben, kül kedisinden farksız halimle, sadece süt anneliği yapıyor, bazı geceler babannesi tarafından bencilce sevmek için uyandırıldıktan sonra bir türlü uyutamadığım bebeklerimi uyutmak ve ertesi gece, belki uyurum umuduyla ağaçtan olan beşiklerini sallayarak sabahlıyordum.
O zaman ki, yaktığım sobalarda, odunların kolay tutuşması için, ana sayfadaki başlıklarını okuyup, iç sayfalarını merak ettiğim, saklasamda, zaman bulup asla okuyamadığım o gazeteler kaçmıştı. Başlayıp da bitiremediğim şiirler, hatta bir zamanlar maddi imkansizlık yüzünden isimlerini okuyup içindeki dünyayı merak ettiğim kitaplar, hepsi geçip gitmiştilerdi, ömrüm ve hevesimle birlikte.
Bir kırılma noktasıydı belki de bendeki bu durum. Teknoloji gelişmiş İnternet çıkmış, her eve bilgisayar girmişti.
(Teknik kafamda bayağı iyiymiş, tabi bunu çocuklarım söylüyorlar, ben bir şey fark etmiyorum da.) Elektronik mühendisi olan büyük oğlum sayesinde bilgisayarı da kısa sürede öğrenmiştim. Çocuklar okulda oldukları zaman bilgisayarı açar açmaz edebiyat siteleri dikkatimi çekerdi. Şiir ve yazı okuma isteğime engel olamıyordum. Yanımda her yere çantamda kitap taşıyor, hastane de sıra beklerken, metro da, otobüste her yerde okuyordum artık.
Geçmişte yazıp yazıp yırtarak, bir türlü okuyamadığım şiirlerimin, tam da yeriydi buralar. Nereye gizleyip, nerede sakladığımı ben bile unuttuğum ,hatta üzerine bir daha çıkmasın diye bastırdığım duyguların hepsi depreşerek su yüzüne çıkmaya başlayıp, amatörce şiir ve düz yazı olmak için can atıyorlardı.
Tabi ki, bir bayan olarak, her kadın gibi, kendini ifade ederken, yaşadığı zorluğu bende yaşayanlardanım. Önceleri ailem ve akrabalar tarafından yadırgandım; Hâlâ bilmelerinin gereksiz olduğunu düşündüğüm çok yakınım vardır.
Ve ben kendimi ifadem de baskılar gördükçe, pes etmeyip daha da hırslanmıştım. Mücadelem amaç, amacım mücadelem olmuştu.
“Sen, bir annesin, üstüne üstlük, kadınsın, senin neyine Şiir, yazı yazmak “, diyenlere inat, elimden alınanları geri almaya çalışıyordum.
Ruhum, benliğim, hatta, duruş, bakış, yüzümdeki ifadeleriminle birlikte her halim, geç kalmışlara koşturuyordu sanki. Bir şeye ihtiyacım da yoktu, ya da olmadığını düşünüyordum, her şey elimin altındaydı. Eşim, bir dediğimi iki etmiyor, çocuklarımsa, gözümün içine bakıyorlardı. Her birini, yüksek okullarda okutmuş yuvadan da uçurmuştum üstelik. Peki neydi bu telaşım, niye, niçin? koşturuyordum böyle yarış atı gibi. Neyi kaçırmıştım? Ya da, neye yetişmek istiyordum? Her yaşta ki ev hanımları gibi yirmi dört saat, dizileri ve tekrarlarını izlemek varken, neden televizyon daki onlarca kanal, yetersiz kalıyor istediğimi alamıyordum. Sorusuyla cevabıyla hayat labirentinin içinde kaybolan beni bulmaya çalışarak, kendimi kendimde arıyordum sanki..
ALİYE UYANIK /BOZOK KIZI
23.01.2016/ GEBZE
YORUMLAR
Aliye Hanım. Öncelikle sizi kutluyorum, her türlü övgüye layıksınız.. Annesiniz, eşsiniz,sonuçta saygı duyulacak bir hanımsınız. Yeteneğiniz olmasaydı bu yazıyı kaleme alamazdınız. İçinizdeki müthiş yazma duygusu, duygu ve düşüncelerinizi kaleme alırken her türlü riyakarlıktan uzak, içten ve samimi olarak ve pek tabii akıcı ve güzel bir dille anlatmanız, okuyucuyu olayların içine sokup, düşündürmeniz... her türlü övgüye layıktır.
Siz lütfen yazmaya devam ediniz. Kim nasıl ve ne düşünürse düşünsün siz yazın hep. Sizin gibi değerlere her zaman ihtiyaç vardır.
Sonsuz saygımla değerli hanımefendi.
Allah'a emanet olunuz.. Asil ruhlu kaleminizi tanıdığım için çok mutlu oldum.
BOZOK KIZI
BOZOK KIZI
Aile ve birlikte yaşamak ' ikisi ayrı kavramlarmış gibi davrandığımız için' bu tür zorluklar yaşıyor ne yaz ki
Ailenin temel kuralı bağlılık sevgi ve paylaşım .sevdiğimiz veya zorunlu işleri birlikte yapmayı Erkelere öğretmemiz lazım :) Sonra böyle kırılma noktasına geliyor insan .. keyifli bir paylaşım olmuş sevgilerimle ;
çağdaş bir ev kadınının iç dünyasını ne güzel anlatmış yazar arkadaşım. kutlarım. üslup, kurgu harika.
ne diyeceksin, ata erkil mi denir, baba erkil mi denir öyle bir toplumuz. gelenekler, töreler kolay evrilmiyor. oysa yaşam ortak. biz beyler bu olguyu bir içselletirebilsek,işte o zaman öbür tarafta kul hakkı sorunuyla da karşılaşmayız. bu dünya da zaten haksızız.
saygımla.
BOZOK KIZI
Merhaba arkadaşım, her kadının dışa vuramadığı iç sesini sayfaya çok güzel yansıtmışsın.
Hepimizin sesi olan kalemini yürekten kutlarım.
Sevgiler.
BOZOK KIZI
İnsan sürekli kendini arar..bu cesur kendine özgüveni olan insanların işidir...kendini ararken farkında olmadan potresinide usta bir ressam titizliğinde yapar...şairler hep sorgulayıcıdır...zaten esin kaynaklarıda burasıdır....tebrik ederim senin değil binlerce kadının akan giden hayatından renklerini...hırçın akan hayat ırmağında balık yakalar gibi....güzel kalbiniz ve kaleminize kuvvet diliyorum...saygılar şairim
BOZOK KIZI
BOZOK KIZI
Aliye hanım, bu sorgulamaları her kadın yapıyor belki ama her kadın bu şekilde dile getirme cesaretini gösteremiyor. Bu bir cesaret işi, yaklaşımı. Yumuşak bir üslup olsa da içinde erkeklere, sistemin kadına biçtiği hizmetçilik misyonuna -çalışsa da çalışmasa da-, geleneklerin yazgısına sert ve doğru, yerini bulan eleştiriler var.
Her kadının ve her erkeğin bu yazı karşısında kendini; kendine karşı, diğer cinse yaklaşım konusunda ve alıştırılmış roller noktasında gözden geçirmesi gerektiğini düşündüm.
Hayal ve ideallerin yaşı yoktur,
sevgi ve saygımla.
BOZOK KIZI
Bozok Kızı, değerli yazar, ne kadar içten ne kadar samimi bir yazıydı bu. Aslında konu itibariyle çok da çekici değildi, ama o kadar keyif aldım ki, anlatamam. Çok güzel ifade etmişsiniz. Yazarken içinizde olan duyguları çok güzel aktarmışsınız. Adeta okurun içine şırınga etmişsiniz.
Gülümsedim de çok. Kıkır kıkır güldüğüm yerler de oldu. Yazmayı, yazmakla ilgili çabanızı adeta içimde hissettim.
Kaçan bir şey yok aslında, diye düşündüm. Yaşanan şeyle var. Nicelik olarak farklar içerse de aynı nitelik.
Kaleminize sağlık efendim.
Sağlıcakla,
BOZOK KIZI
Aliye hanım na kadar naif ne kadar içten bir yazı gönülden kutlarım.
Eşiniz beyefendiye kızmayın lütfen! ne yapsın adamcağız sizin gibi hamarat bir hanımı var, o da güzel yemeklerinizin sizin ona sağladığınız rahat hayat standardının keyfini sürüyor işte...:)
Sanırım yazmak hemen her insan için bir tür terapi ve geçmişine dönük bir anlamda hesaplaşma oluyor. Hayata dönük içimizde kalan ukdelerimiz olsa da yine de yazabilmek bir ayrıcalık değerini bilmemiz gereken bir şans olduğunu düşünüyorum.
Keyifli yazınıza ve kaleminize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.