- 567 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
MUTLULUĞUN ADI "KÖYDE ÇOCUKLUK"
“Yaşamak,
Omuzlarında ağır bir yük olduğunda
Çiçekleri
Böcekleri
Ve sevdiklerini düşün…”
Diyor şair.
Doğa, yaşanılan çevre, ağaçlar, çiçekler, böcekler hepsi birer öğretmendir öğrenmeyi okul ve dört duvar arasına hapsetmemiş beyinler için.
Çocukluğunu köyde yaşayan biri için merak edilecek ne çok şey vardır. Bir de soru sormasını biliyor az da olsa sabredebiliyorsanız, pek çok şeyi kendi kendinize öğrenebilirsiniz.
Mesela,
Kil, yapışkan bir topraktır.
Yıldızlı gecelerin gündüzünde gökyüzü güneşlidir.
Kara bulutlar ardından yağmur getirir.
Karpuzun sap kısmındaki küçük yaprak kuruduğunda karpuzu yeme vakti gelmiştir.
Yirminci günün sonunda bir civcivin yumurtayı kırma telaşı başlamıştır. Yumurtayı kulağınıza götürdüğünüzde civcivin gagasından çıkan hoş tık tıklara tanıklık edebilirsiniz.
Çocukken çok ilgimi çeken şeylerden biriydi kuş yuvaları.
Her biri kuşun türüne göre farklı farklıdır. Kırlangıç çamurdan yapar yuvasını. O minik gagasıyla taşıdığı çamur kendisine yavrularına yuva olur bir süre sonra. Yıllar boyunca yıkılmaz, bozulmaz. İllaki bir insan eli bozar bu yuvayı.
Kırlangıçlar yuvalarını tüy gibi yumuşak malzemelerle döşerler. Vakit gitme vaktine erdiğinde alıp başlarını uzak diyarlara giderler. Ancak giderken yuvalarını ne yıkarlar ne de darmadağın ederler.
Çokluk serçeler yerleşir bu yuvalara kırlangıçların ardından. Kırlangıçlar çıktıkları uzun seferden dönmeden yavrularını bu yuvalarda büyütürler.
İnsanlar bir yerden bir yere göç ederken neyi var neyi yoksa toplar. İşe yarar her şeyi yükleyip götürürler. Kırık, dökük olanlar ve çöpler kalır geriye.
Hoş bunu görmek için taşınan göç eden bir aileye de ihtiyacınız yoktur. Bir düğünün ardından salonun, bir pazarın ardından pazaryerinin görüntüsü, öğrenciler sınıfı boşalttıktan sonra sınıfın hali çokluk içler acısıdır.
Kumrular pek de özenmezler yuvalarına. Üç beş kuru da,l bir iki çer çöple çatıverirler yuvalarını. Bu halleriyle “bir lokma bir hırka” ilkesiyle yaşayan dervişler gibidirler.
Bir incir ağacı, bir dut dalı yahut bir pencere önü yuvaları için uygun bir yerdir. Zamanın, yerin pek de önemi yoktur onlar için. Ala kargalar, karatavuklar, bülbüller, tepeli tarla kuşları, guguklar ve niceleri.
Bazıları otların, dikenlerin arasını seçer yuva için. Günlerce, aylarca çalışıp didinirler.
Yuvanın tamamlanmasıyla kuluçka hazırlıkları başlamış sayılır. Bir gün bir bakarsınız yuvada bir yumurta. Sonra bir ikincisi, üçüncüsü.
Günlerce kuluçkada kalır dişi kuş. O acıkıp yuvadan uçtuğunda nöbeti erkek duş devralır. Bir zaman sonra sarı gagalı, az tüylü minicik yavrular açar gözlerini dünyaya. Anne ve baba kuş günlerce yiyecek taşırlar yuvaya. Sarı, sevimli, turuncuya kaçan rengiyle gagaları hep açıktır yavruların anneleri ya da babaları yuvaya yaklaştığında.
Muhteşem bir döngüdür doğadaki. Karda açan çiçek de vardır çölde açanı da. Martta, nisanda, temmuzda ya da her şeyin göç eylediği sonbaharda bile.
Bir taşın üstü de olur mekânları bir çalının dibi de.
Ağaçtan, çiçekten, kuştan uzak büyüyen çocuklar için bütün ağaçlar yeşildir bütün kuşlar serçe.
Oysa her ağacın, her yaprağın, her kuşun, her böceğin bir diğerinden farklı bir dünyası vardır. İncir ağacının yeşili çok uzaktır çitlembiğin yeşiline. Koskoca bir laboratuardır doğa. İstediğin deneyi yapabilir istediğin kadar gözlemleyebilirsin.
Çocuklara daha çok ağaç daha çok yeşil gerek. Ve kuşları ürkütmeyecek kadar duyarlı yürekler şehirlerde.
Çok şey değil bunlar.
Yaşam bir kanat çırpışı, bir çocuk gülümsemesi değil midir?
Sevgi ,dostluk ve umutla…