- 763 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İlkokulda Son İki Yıl (b.ö.r. -5-)
Mevsimlerden sonbahardayız. Yaylalar bozulmuş, koyun kuzu, kız kızan köye dönmüşüz. Bir taraftan mısırlar kesiliyor, patatesler sökülüyor. Meyveler toplanıyor. Kış için odun hazırlama uğraşı. Herkes bir an önce işleri azaltma, bitirme telaşında. Köyde iş biter mi hiç! Benim görevim yine çobanlık, kırlar, meralar beni bekliyor. Rüzgâr çoğu kez hızlı esiyor, günler kısalmış. Güneş bulutların arasına saklanıyor. Ağaçlar evet ağaçlar birer renk cümbüşü, renkli elbiselerini giymişler. Yeşilden sarıya, maviden mora her çeşit renklere bürünmüşler. Ağır ağır yapraklarını döküyorlar. Bahçeler, gazellenmiş, yerlere seçilen yapraklarla dolu. Bu arada okul açılmış, dersler başlamış. Arkadaşlarım okuldalar.
Nihayet babamdan izin çıkıyor. Okula gidebileceğim. Kurda sormuşlar, niçin boynun öylesine kalındır? Kendi işimi kendim yaparım demiş kurt hazretleri. Bana da ilçeye gidip kendi kitaplarımı satın almak düştü. Derelerden sel gibi tepelerden yel gibi hızlı hızlı yürüyerek iki saatlik yolu soluksuz bitirdim. Taştan dayı diye tek bir kitapçımız vardı sevimli ilçemizde. Dokuz kitap ve birkaçta defter alarak köye döndüm. O yıllarda dört ve beşinci sınıflara dokuz ders kitabı okutulurdu. Türkçe, Dilbilgisi, Matematik, Geometri, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi… gibi kitaplar. Daha eve varmadan kitaplara bir bakıverdim içlerinde neler yazıyor diye… Yurttaşlık Bilgisinde renkli ve güzel resimlerle bezeli Yurttaşları Birbirine Bağlayan Bağlar diye bir başlık vardı. Tarih birliği, yurt birliği, ülkü birliği, dil birliği… gibi konuları bir çırpıda okudum.
O yıllarda kitapları çimento kâğıdı ile kaplardık. Köyümüze içme suyu getirme çalışması yapılıyordu. Devlet vatandaş işbirliği ile dağların yamaçlarından ta köy içine kadar amcalar, dayılar kanal kazdılar. Boruları ve teknik işleri devletimizin ilgilileri yaparak köye su getirildi. Bu çalışmalarda bazı yerlerde duvarlar örüldü. Bu duvarları yapılırken kullanılan çimento kâğıtlarını biz öğrenciler paylaşırdık. Benim de biriktirdim bu kâğıtlarla kitaplarımı ablamdan da yardım alarak bir güzel kapladık.
Okulu, öğretmenimi ve arkadaşlarımı çocuk kalbimin en saf ve katıksız içtenlikli duygularla sevdim hep. Her gün okula güle oynaya gidiyorum. Okulumuz da ve sınıfımızda örnek bir arkadaşlık havası hakim. Aynı köyün çocuklarıyız zaten. Dağda-kırda, bağda-bahçede hemen hemen tüm zamanlarımız bir arada geçiyor. Tam gün öğretim yapılıyor. Teneffüsler, öğlen teneffüsü hayli uzun. Oyun oynamaya çokça zaman buluyoruz. Esir almaca diye bir oyunumuz var. Dikkat ve hızlı koşmayı gerektiren bu oyunu oynuyoruz. Birdir bir oyunu, artık bizler için basit bir oyun. Kız taklası (güvercin taklası) beceri ve hareketli olmayı gerektiren bir oyun. En severek oynadığımız oyunların başında geliyor kız taklası oyunu. Kız arkadaşlarımız beş taş oynuyorlar, ip atlıyorlar. Her öğrencide tek tip kıyafet, siyah önlük beyaz yakalık. Ara ara meyve bahçelerine dalıyoruz. Elma-armut ağaçlarına tırmanıyoruz. Ağaçlarda kalan meyveleri toplayıp iştahla yiyoruz.
Kasım başlarında karlar yağardı köyümüze, hemide sürekli. Ta mart sonuna kadar yerler ak karlarla kaplı olurdu. Biz çocuklar için karların yağmasıyla yeni oyunlar başlardı. Kardan adam yapma, kartopu oyunu oynamak pek yavandı biz dağ köylerinin çocukları için. Kar üzerinde güreş yapmak hele kızak kaymak tadına doymadığımız etkinliklerin başında gelirdi. Her çocuğun bir kızağı vardı. Zaman buldukça arkadaşlarla, elde kızaklar bir araya gelir neşe içinde, kaygısızca kızak kayardık. Kar tatili diye bir uygulamayı yıllar sonra duydum. Karın fazlaca yağdığı günlerde büyüklerimiz yol açarak bizleri okula ulaştırırdı. Evde gaz-tuz bitmiş. Türkiye’nin Kıbrıs sorunu varmış bizleri o olaylar pek ilgilendirmezdi. Çok soğuk günlerde teneffüslerde bahçeye çıkmaz Türkiye siyasi haritasından gözlerimiz kapalı illerin yerini bulma oyunu oynardık. Altmış yedi ilimiz vardı bin dokuz yüz altmışlı yıllarda. Hemen hemen her arkadaşımız illerin yerlerini anında gösterebilirdi.
Köyümüze Kars köylerinden bir çocuk gelmişti. Tanıdık bir ailenin yanında bir yarım yıl hizmetkârlık yapmak için köyümüzdeydi, Cimşit. Bizden biraz farklı lehçe ile konuşurdu. Boyu, duyguları tıpkı bizim gibiydi. Başka ve hayli uzak bir yerden gelen bir çocuk farklı olur diye bir çocuksu duygu vardı benim ve arkadaşlarımın kalbinde. Cimşit’i kısa sürede çok sevdik. Birlikte nice oyunlar oynadık. Sene sonunda karnelerimizi aldıktan sonra Cimşit, bizden ayrılacaktı. Okulun bahçesinde toplandık. Hepimiz ayrı ayrı bu altın kalpli arkadaşımızla vedalaştık. Kars adını duyunca hep bizlerin kalbini fetheden çocukluk arkadaşım Cimşit’i anımsar gözlerim buğulanır.
Dokuz kitapla dersler işlememize karşın konuları kolaylıkla öğreniyordum. Her gün yeni bilgiler öğrenmekle çok mutlu oluyordum. Dersleri hiç ertelemeden zamanında yapıp okula hazırlıklı gidiyordum.
Köylerimizde daha sonra yaşanacak iç göç henüz başlamamış. Yediden yetmişe köy halkı köylerde oturuyor. Halk, barış ve huzur içinde günlerini geçiriyor. Cuma günleri 7 Mart’ta kutlanan, Artvin’in kurtuluşu için yapılacak güreşlere hazırlanıyor köyümüzün delikanlıları. Her Cuma günü namaz çıkışı zurnacı Sabit usta ile davulcu Necip amcaya iş düşüyor. Davul zurna eşliğinde kar üzerinde güreşler yapılıyor. Biz çocuklarda güreşleri zevk ve heyecanla izliyoruz.
Ayrıca her yıl Şubat ayında karne tatiline başlarken köyde piyesler yapılırdı. Öncelikle öğretmenlerimiz, köy delikanlıları oynanan piyeslerde rol alırlardı. Bana ve bazı arkadaşlarımıza da şiir okuma görevi düşerdi bu etkinlikte. Oktay Rıfat’ın babası olduğunu yıllar sonra öğrendiğim Samim Rıfat’ın Asker koşması adlı bir şiirini öğrenmiştim. O şiiri göğsümü gere gere ve vücut dilini en hoş biçimde kullanarak okurdum.
“Aç çıplak savaştık tipide karda,
Kartallar avladık sarp kayalarda.
Sakarya önünde Dumlupınar’da,
Ulu gazimize imtihan verdik.”
Okulumuza, bizim köylü, babası subay olan bir kız gelmişti. Beşinci sınıfı dede ve ninesinin yanında kalarak bizim köyde bitirdi. İnce uzun boylu, simsiyah saçlı bu güzel kız da bayrak şiirini okudu. Hala anımsarım. Esmer tenli, kömür karası güzel gözlü köyümüzün bu güzel kızı şiir okumuyor adeta bülbül gibi şakıyordu:
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.
Işık ışık dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum senin destanını yazacağım…”
Günler geçti, zaman su gibi aktı gitti. İlkbahar geldi. Karnelerimiz aldık. Artık beşinci sınıfa geçmiştim. Okul çantalarını bırakıp değneklere sarıldım. Uzun yaz günleri ve çobanlık başlıyordu benim için. Köyümüzde, benim gibi tatil nedir tanımayan günlerini koyunların peşinde geçiren birkaç arkadaşım vardı. Diğer çocuklar zamanlarını güzel güzel oynayarak geçirirdi. Çobanlık performansım hiç de başarılı geçmedi.
Yukarı yayladayız. Ağustosun son günleri yaklaşmış. Havalar bozuk gidiyor. Sıcaklık iyice düşmüş. On altı-on yedi yaşlarında kuzenimle iki sürüyü birbirine kattık. Yayla düzlükleri aşırı puslu ve sisli. Tüm çobanlar sürülerini yaylalardan köy tarafındaki vadinin yamaçlarına doğru yönlendiriyor. Bizde aynı yöne gittik. Bu yamaçlar gürgen kayın gibi ağaçlar ve makilerle kaplı. Yağmur, sis, pus derken akşam yaklaştı. Yaylalara yöneldik. Açık alana çıktık. Ne görelim sürümüz hayli eksik. Hayvanlar bölünüp otlaklarda kalmışlar. Telaş içinde yaylaya vardık. Havada iyice karardı. Çoban arkadaşlarla seferber olduk, yitik hayvanları aramak için. Elini gözüne sok fark edemezsin her taraf zifiri karanlık. Eli boş geri döndük. Ertesi gün hava birazcık düzelmişti. Kuzenim önden gidip aramaya devam etti dünün yitiklerini. Biraz sonra bende vardın otlak yerlerine. Ne görelim on beş hayvan yerlere serilmiş. Bazılarının boğazları yaralı, can çekişiyor. Bir koyunun kuyruğu koparılmış. Kurt öyle insafsız bir canavardır. Zavallı hayvanlarımızı telef etmişti. İşte o yaz bu talihsiz olayı yaşadım. Derslerdeki başarılar çobanlık günlerinin başarısızlıklarıyla günü kurtarmamı sağlıyordu.
Sonbahar geldi, beşinci sınıfa başladım. Bu başlangıç tüm sınıfımız için hüzünlü oldu. Sevgili öğretmenimiz artık bizi okutmuyordu. Bizleri başöğretmen okutuyordu artık. O yıllarda okul müdürü başöğretmen unvanıyla adlandırılırdı. Gerçi bu öğretmeni de sevdik fakat kalbimiz kırıktı tüm sınıf olarak, öğretmenimiz bizleri niye bırakıp birleri okutuyordu. Derslere şevkle başladım. Hele tarih dersinde Osmanlı devletini kuran padişahlar Osman, Orhan ve Murat Beylerle beraber ben de devletin kuruluşunda görev almış biri gibi hissediyordum kendimi. Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu Zaferi’nde bir yeniçeriydim adeta. O derece tarih dersini seviyordum. Dersimiz olmamasına karşın tarih kitabını okumaya dalıp gittim bir akşam. Yıldırım’ın Timur’a Ankara Savaşı’nda yenildiğini okuyunca ne çok üzülmüştüm.
Köy muhtarlığına da başöğretmenimiz bakıyordu. Belki o nedenle çoğu zaman derslerimiz boş geçmeye başladı. Akşamleyin ders çalışarak okula gidiyorum, öğretmen yok sınıfta. Çalışmaların boşa gidiyor, değerlendirilmiyor. Derslerden soğudum. Karneler geldiğinde iki adet pekiyim vardı. Karnelerinde daha çok pekiyisi olan bazı arkadaşlar karnelerini bana gösterip durumlarıyla övündüler. Hâlbuki, önceki yıllarda ben hep sınıf birincisi olurdum. Bu durumumla övünüp arkadaşlarımı gücendirmek istememiştim. Çok üzüldüm. O yıl bir dini bayramla birleşerek karne tatili on sekiz gün olmuştu. Kendi kendime söz verdim. Dokuz kitap, her güne iki kitabın konularını tekrarlayacağım. Oyun oynamak için köye hiç uğramayacağım. Kararımı harfiyen uyguladım. İkinci dönemde daha çok çalıştım. Yine o yıllarda sene sonunda beşinci sınıflar bir hafta süreyle sınava tabi tutulurdu. Bu sınavları da başarı ile geçiyordum.
Matematik sınavını biz öğrencileri tek tek öğretmen odasına alıp sözlü sınav uyguluyordu öğretmenlerimiz. Bana şöyle bir soru soruldu. Öğretmen odasına yerleştirilen kara tahtaya bir dikdörtgen çizilmiş. Eni boyu yazılmış üstüne. Şeklin ortasında bir çember çizilmiş. Çemberin de çevre uzunluğu yazılı. Çemberle çevrili alan taşlık, gerisi tarla. Ne kadar yere buğday ekilebilir? Eni ile boyu çarpıp tarlanın alanını hesap ettim. Çember bölü pi sayısı eşittir çap formülünü biliyorum. Çemberi çapa böldüğümde on iki çıkıyordu. Bir öğretmen sordu:
“Şimdi ne yapacaksın?” Yanıtladım:
“Öğretmenim çapın yarısını alıp kendisiyle çarpacağım. Çıkan sayıyla da pi sayısını çarpınca daire şeklindeki taşlık alanı hesaplamış olurum,”dedim. Öğretmenlerim.
“Aferin matematiği de iyi kavramışsın,” dediler. Sevinçle dışarı çıktım. Sınavlar bitti. Karnelerimizi aldık. Bu kez öğretmenimiz sınıfta ilk üçe girenler saydı. Ben ilkokulu birincilikle bitirmiştim. Arkadaşlarımı gücendirmemek adına sevincimi belli etmedim. Bu kez okulumuzdan ve arkadaşlarımızdan ayrılıyordum. Öğretim yaşamımın bir okulunu bitirmiştim. Özgüvenim tamdı. Hayata atılmak için sırada ortaokul vardı. Bekle beni ilçem ve ilçemdeki ortaokul diyordu bir iç sesim. Bu duygularla eve döndüm. Arkamda çatısı gazvanizli sacla kaplı okulum sanki mahzun bir durumda kalmıştı.
YORUMLAR
Matematik sınavını biz öğrencileri tek tek öğretmen odasına alıp sözlü sınav uyguluyordu öğretmenlerimiz. Bana şöyle bir soru soruldu. Öğretmen odasına yerleştirilen kara tahtaya bir dikdörtgen çizilmiş. Eni boyu yazılmış üstüne. Şeklin ortasında bir çember çizilmiş. Çemberin de çevre uzunluğu yazılı. Çemberle çevrili alan taşlık, gerisi tarla. Ne kadar yere buğday ekilebilir? Eni ile boyu çarpıp tarlanın alanını hesap ettim. Çember bölü pi sayısı eşittir çap formülünü biliyorum. Çemberi çapa böldüğümde on iki çıkıyordu. Bir öğretmen sordu:
“Şimdi ne yapacaksın?” Yanıtladım:
“Öğretmenim çapın yarısını alıp kendisiyle çarpacağım. Çıkan sayıyla da pi sayısını çarpınca daire şeklindeki taşlık alanı hesaplamış olurum,”dedim.
Pi sayısı Arşimet kanunu geometride çok önemlidir,Arşimet'in geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisidir. Harikasınız ,beni alıp götürdünüz ilk okuluma öğretmenim, ezberlemek için ne çok uğraşmıştım ben...
Kaleminiz hiç bitmesin efendim...
Bu sayfanızı atlamışım, istem dışı...
Saygılarımı bıraktım...
İBRAHİM YILMAZ
yazıma ve yazılarıma gösterdiğiniz ilgiye çok çok teşekkür ediyorum.
en içten dileklerle selam ve saygılarımla....