KARININ KIRIĞINI KOCA GETİRİR******************
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bizde meşhur bir laf vardır. “Karının kırığını koca, bacının kırığını abi getirir,” derler.
Evvelden ben bu arkadaşımızın evinin nerede olduğunu bilmezdim. Karısı kimdir, nasıl bir şeydir, aklımın ucundan bile geçmezdi. Ta ki, arabama birkaç şişe bira koyup ‘balık avına’ gitmeye hazırlanırken yanıma gelip, “illaki ben de geleyim,” diye tutturduğu güne kadar. Benimkilerin yanına birkaç şişe bira daha katıp bunu da aldım arabaya, şehir dışında bir gölet kıyısına götürdüm. Su kenarında sallama oltaları dizip, bir gölgeye oturduk. Temiz hava, muhabbet, bira filan derken iyi vakit geçirdik sayılır. Arada oltaların zili çaldıkça koşturup oltaya takılmış balığı kıyıya alarak akşamı ettik. Yakaladığımız on, on beş parça balığı evine götürmesi için ona verdim.
Dönerken, “evin neredeyse bırakıvereyim istersen,” dedim,
“Olur” dedi. Yolu tarif etti.
Götürdüm.
Kapısının önüne vardığımızda tutturdu, “eve gel de bu balıkları benim karı kızartıp bir güzel çilingir sofrası kursun, hep beraber yiyelim!” demeye.
Ne kadar, “olmaz, rahatsızlık vermeyeyim,” dedimse de kolumdan çekiştire çekiştire soktu beni eve.
Eve girdiğimizde bizi karşılayan kadını gördüğüm an çarpılmışa döndüm. Yarabbi, bir kadın bu kadar mı güzel olur! Kadın demek bile yanlış bir ifade, on yedi, on sekizinden fazla göstermeyen bir taze afet. Tabii ki, minyon tipinden dolayı böyle gösteriyordu, zira su kenarındaki sohbetimizde “on iki yıllık evliyim,” demişti adam; beş, altı yaşında bir çocuk almayacağına göre kadının yaşı otuz civarında olmalıydı. Zaten kocası da otuz beşindeydi, benden küçüktü ikisi de…
“Yenge hanım, rahatsızlık vermek istemedim, ama kocanız ısrar etti,” diyecek oldum.
Kadıncağız daha ağzını açmadan, adam, “rahatsızlık vermek de neymiş, sen benim şeref konuğumsun, geç otur şöyle,” diyerek beni evin salonundaki yemek masasına oturttu. Karısına, “balıkları temizleyip kızartıver! Dolaptaki rakıyı da getir de, ufaktan ufağa demlenelim biz!” diye emretti.
Kadının sesini ilk kez o an duyabildim. Kocasına, “Dolaptaki rakıyı dün gece içtin ya, rakı mı kaldı?” diye çıkıştı.
Adam, “Doğru ya, dün gece içtiydim. Ben şimdi bir koşu gidip yenisini alır gelirim,” diyerek ayaklandı.
Evde karısıyla beni yalnız bırakıp gitmesinin uygun olmayacağını düşünerek, “sen otur, ben alıp geleyim!” dedim.
Ona da itiraz etti. “Ne demek! Ben varken misafiri tekel bayiye yollamak yakışır mı bana?” deyip, ısrarımı sürdürmeme fırsat bırakmadan çıktı, gitti.
Onun ardından kadın da benim yanımda durmak istemediğinden, “siz oturun, ben balıkları hazırlayayım,” diyerek mutfağa geçip kapısını örttü.
İçimden, “Aferin!” dedim kadına. Kocasının dangalaklığına karşın o mesafesini korumak istiyordu. Böyle bir kadına kolay kolay askıntı olunamazdı. Benim de öyle bir niyetim yoktu zaten, şeref konuğu diye ağırlandığım bir evde böyle bir ahlaksızlığı yapmak bana yakışmazdı.
Zaten adam da beş, altı dakika sonra elinde yetmişlik iki şişe rakıyla geri geldi. Rakıarı masaya bırakırken, “az yalnız bıraktım, kusuruma bakma ne olur!” dedi.
“Sorun değil,” dedim gülümseyerek.
Oturmadı. “Ben mutfağa bir bakayım, balıklar ne alemde…” diyerek karısının yanına gitti. Çok geçmedi, elinde bir sahana koyduğu buz küpleri ve dört rakı bardağıyla geri geldi. “Balıklar oluyor,” dedi. “Turpu dilimlesin mi, rendelesin mi?”
“Fark etmez,” dedim.
“Tamam! Sen bardaklara rakıları koyarken ben bir şeyler getireyim,” diyerek mutfağa döndü.
Tekrar geri geldiğinde bir tepsi içindeki tabakları önüme dizdi. Yoğurt, peynir, meyve, çerez, söğüş turp, hıyar.. Bardakları rakıyla doldurup sulandırarak birer parça buz kattım.
Kendi rakı bardağını kaldırıp benimkiyle tokuşturarak, “şerefe!” dedi.
Ben de, “Şerefe!” diyerek ona eşlik ettim.
Sohbet etmeye başladık.
“Senin mekanın bu vilayette bir eşi benzeri daha yok, yeri de senin mi?” diye bir soru sordu bana.
“Benim,” dedim.
“Eskiden sinemaydı orası, değil mi? Film seyretmeye giderdik oraya…”
Şehrin merkezi bir yerinde, ayakaltında, bol müşterili bir birahanem vardı. Eski bir sinema salonundan devşirme koca bir salon. Peder bey sinemacıydı. O rahmetlik olup da iş bana intikal edince kapattım sinemayı hemen, şöyle bir tadilat yapıp meyhaneye devşirdim.
“Sinema karın doyurmuyor,” dedim. “Yapımcı, dağıtımcı, belediye, vergi, işçi derken sinemacılık boşa kürek çekmekten başka bir şey değil…”
Oysa bir tek bira fıçısından, sinemada bir günde üç matineden kazandığımdan daha çok kar elde ediyordum. Gün geliyor yirmi, yirmi beş fıçı bira sattığım oluyordu. Ruhsatım her ne kadar ‘birahane’ olarak tanzim edilmiş olsa da her tür içkiyi, mezeyi ve ızgara türü yiyecekleri de satıyorduk.
Adamla tanışıklığımız da sık sık meyhaneme gelmesindendi. Diyebilirim ki, iş ve uyku dışındaki tüm zamanını sahibi olduğum meyhanede geçiriyordu. Parası olsa da, olmasa da her gün uğruyor, bir otuz beşlik rakıyı iyi etmeden evine gitmiyordu. SEKA Kâğıt fabrikasında vardiyalı çalışan bir işçiydi. Veresiyesine sağlamdı, maaşını aldığı gün gelip hesabını kapatırdı.
Güzeller güzeli karısı hazırladığı balıkları getirip önümüze servis ettiğinde ikinci kadeh rakıları içmeye başlamıştık. “Zahmetler verdik yenge hanım, sağolun!” dedim.
Bir cevap vermedi, ama göz ucuyla bana bakarak gülümsediğini fark ettim. Sessizce mutfağına döndü.
Hayatımda bu adamcağızdan daha dertli bir başkasını dinlemek zorunda kalmışmıyımdır, hatırlamıyorum. Her içtiğimiz kadehte çenesi biraz daha açılıyordu. Uzun bir süre, iş yerindeki problemlerini anlattı, bir kulağımdan girdi, öbür kulağımdan çıktı hepsi. Dili ağzını kaplayan bir et parçası haline dönüşmüş, konuştuğu sözcükleri telaffuz edemez olmuştu, pelte pelte konuşmaya başlamıştı. Sık sık tekrarlar yapıyor, bir anlattığını sil baştan yeniden anlatmaya çalışıyordu. Benim aklımsa kendini mutfağa kapatarak bizden uzak durmaya çalışan karısındaydı, içkinin etkisi arttırdıkça o güzelliği bir kez daha görme arzum da artıyordu.
Masadaki limonlar suyunu çekmişti, sıkılmaktan bir kabuğu kalmış limonu ele alıp güya sıkmaya çalıştım, suyu çıkmayınca da, “limon var mıdır acaba?” diye sordum.
Karısına seslendi. Koşturup geldi kadıncağız. “Masaya niye yetecek kadar limon kesmedin ulan!” derken ahlaksızca bir küfür tümcesi kullanıp ekledi. “Çabuk limon kesip getir!” Kadıncağız onun bu kabalığından korktuğunu belli eden bir telaşeyle mutfağa döndü.
Bu ani öfke patlaması karşısında ne yapacağımı şaşırdım. “Küfüre, hakarete gerek yoktu birader!” diyerek kaşlarımı çattım.
“Sen karışma patron! Bunların anladığı dil budur…” diye bir şeyler geveledi. Kafası kocaman olmuş, omuzlarının üstünde tutamıyor ve sık sık masaya düşürüyordu.
Bu saatten sonra sarhoş kahrı çekemezdim. Kalkıp gitme vaktim gelmişti. “Ben müsaade isteyeyim birader!” diyerek ayaklandım. Lafımı duymadı bile Başı masa üstünde, ağzının kenarından akan salyalarla sızıp kaldı.
Dış kapıya yürürken mutfaktan çıkıp gelen karısıyla karşılaştık. Elinde bir tabak içinde dilimlenmiş limonları tutuyordu. “Kocanız sızdı, kaldı, gidiyorum,” dedim.
Kocasının yanına gitti, limon tabağını bıraktı. Adamın saçlarından çekip başını kaldırdı, Bıraktı. Baş bir ölününki gibi tekrar masaya düştü. Otoriter bir sesle, “Şunu yatağına yatırmama yardım edin!” dedi. O sinmiş kadının yerine birdenbire ortaya çıkan bambaşka bir kadına dönüşüvermişti. Tereddüt ettiğimi görünce yanıma geldi, elimden tuttu. “Hadi ama… Sizin güçlü kollarınıza ihtiyacım var.”
Az önce kocasının kabalaştığı andan daha büyük bir şaşkınlığa düştüm. Kadının çekiştirmelerine biat ederek gittim, adamı kucakladığım gibi kaldırdım. “Yatağını gösterir misiniz?” diyerek taşımaya başladım. Gösterdiği odadaki yatağa bıraktm.
Üstünü bir nevresimle örttü kocasının, sonra yanıma geldi “Bu artık yarın öğlene kadar ayılmaz,” diyerek gülümsedi.
Ben yine çıkış kapısına doğru yürüdüm.
Peşimden geldi. “Nereye?” diye sordu.
“Müsaadenizle gideyim artık,” dedim.
Elimden tuttu, salondaki masaya doğru çekiştirmeye başladı. “İkinci şişenin daha yarısı duruyor, onu bitirmeden mi gideceksiniz?” dedi.
Şaşkınlık içinde, “ama…” diye bir şeyler söyleyecektim ki, lafımı ağzıma tıkayarak:
“Aması maması yok, gece daha yeni başlıyor,” dedi.
YORUMLAR
Öncelikle günün yazısını ve yazarını can-ı gönülden kutluyorum.
Yaşanma ihtimali yaşanmama ihtimalinden kat kat fazla olan bir öykü bu.
Yaşanma ihtimali oldukça fazla diyorum çünkü şu sanal alemde bir zamanlar msn dediğimiz bir iletişim ağını kullandığımız yıllarda ( Şimd Skype var. Onu kullanamıyorum . Kullanmıyorum daha doğrusu) Evet o yıllarda '' Kocam şu anda sızdı uyuyor. Haydi gelsene diye davet eden pek çok kadına rastladım. Yüzde doksansekizi tabii ki palavraydı ama yüzde ,iki de olsa vardı gerçekten de davet eden.
Peki ahlaksız olan kadın mı?
Erkek olacak hımbılın hiç mi suçu yok?
Gecenin saat 3 ünde birileriyle internette konuşan karısına '' Hanım niçin yatağa gelmiyorsun'' Diye soramayan bir erkek boynuzlanmaya müstehaktır azizim. Kim ne derse desin.
Kısacası hayatın tam olarak bam teline basmışsın.
Tekrar tebrik ederim.
Kemnur
Kadın haklı beyler.
ben hatun olsam böyle kocam olsa öküz başlı antilop haline getiririm.
Kemnur
Gayet güzel bir öykü. Hikayeler kısa olur, uzun olur ama önemli olan kıvamında olmasıdır; bu da kıvamında bir hikaye. Bir iki tane not aldım; dilerseniz onları paylaşmak isterim.
Diyaloglarda konuşma dilinin olması son derece doğal. Ama anlatımda aynı dil beni tereddüte düşürüyor. Örneğin:
Temiz hava, muhabbet, bira filan derken iyi vakit geçirdik sayılır.
Filan konuşma dilinin mirası. Bu cümleden çıkardığımızda bence anlatımda hiç bir kaybımız olmuyor:
Temiz hava, muhabbet, bira derken iyi vakit geçirdik sayılır.
İkinci nokta ise Türkçe'deki terimsel karşılığını bilmediğim "spoiler". Anlatı belirli bir sürpriz son üzerine kurulu. Ama girişteki söz sonu ele verip, bütün öykü boyunca dikkatimizi kadın üzerinde yoğunlaştırıyor. Tıpkı anlatıcının sarhoş adamı dinlerken onun söylediklerini dikkat etmeyişi gibi biz de eğer sahnede kadın yoksa önemli bir şeyler olmayacağının farkındayız.
Güne gelmeyi hakeden bir öykü olmuş. Tebrik ederim. Saygılarımla.
Kemnur
Öyle gerçekçi gözlemler var ki yazının içinde, insan kurgu değil gerçekten yaşanan bir olayın ortasında buluveriyor kendini. Hikayenin başkahramanı kadına kızmaktan yazının keyfine tam olarak varamasam da güçlü kaleminizi bir kez daha takdir ettim. Umarım yazı düşündüğüm gibi gerçekten de kurgudur. Öyle bir kadının bu yeryüzünde yaşadığına inanmak istemiyorum çünkü. Öyle bir kadın gerçekte olsun olmasın usta kaleminiz yine maharetini göstermiş, bizi duygudan duyguya sürüklemeye devam ediyor. Tebrik ederim :)
Kemnur
dolu dolu bir anlatımla, olası bir yaşam hikayesi ile kaybolduk adeta hikayenin seyrinde.
eşsizdi ve hayatı bile gölgede bırakan kalemin seyri yine yapmış yapacağını.
yürek dolusu tebriklerimle Kemal hocam.
saygılarımla.
Kemnur
Gülüm Çamlısoy
Elimden gelen yüreğimden taşanları yansıtmayı çalıştığım ve her yazdığımda yine yaşadığımı hissettiğim.
Yaşamak mı yazmak mı?
Cevabını henüz bulamadım ama tek gerçek: Ben yazarken mutluyum ve sizlerin varlığı gerçekten de çok şey ifade ediyor ki kelimelerin aciz kaldığı ama Allah'ın bildiği.
Ömrünüz çok olsun.
Turgut Uyar' ın " Akçaburgazlı Yektanın Mahkeme Kararını Aldığında söylediği mezmurdur " şiirinin anlattığını hatırlattı hikayeniz. Yekta, Sinan ve Gülbeyaz da aynı ihanet çemberinde bulunan kişilerdi.Sinan masumdu tıpkı bizim hikayemizdeki işçi gibi.
"Gülbeyaz'la Allah' ın emri olduk.
Ne o beni kandırmıştı,
Ne ben onu baştan çıkarmıştım " diyordu. ,
Teması kadar beni anlatım dili çok etkiledi. Dupduru, hiçbir abarsıtı, kelime fazlası olmaksızın kişiler, mekan, durum, olay örgüsü ve beklenen son.... Beklenen son olmamalı mıydı acaba... yani bir şaşırtma, bir farklı renk katıp da durumun buraya gelmesi sürpriz olsaydı nasıl olurdu. Başlık bence baştan bu duyarlılığı yok ediyor gibi geldi.
Yani merak, heyacan ve okurun tahmin sınırlarını , muhakeme yapabilme detaylarını genişletecek bir şey ...bir alternatif , bir argüman bilemiyorum farklı bir şeyle zenginleştirip daha sonra bu sonuca ulaşılmış olsaydı keşke.Bunu hikayenizi beğenmediğimden değil sadeece bir fikir olarak düşündüm. İfadeleriniz, üslubunuz çok güzeldi. Hikayenin verdiği mesajın ise değerine paha biçilemez.
Gönülden kutlarım yetkin kaleminizi sayın hocam.
Nicelerini okumalara. Selam ve saygılarımla.
Kemnur
Ne bileyim yav!...
Yanaklarım kızardı valla utancımdan hikayenin sonuna vardığımda.
Alemsin...
Sevmem sarhoş adamları.
Kemnur
Her insan kendi çukurunu kendi kazar, öykü "adam bunu hak ediyor" dedirtebilir, belki... Böyle adamlara kadınlık edip sonra kendine çukur kazmaktansa, kadınlarımız onurlu bir baş kaldırışla tek başına ayakta durmasını öğrenmeli. Bir alkoliğe kadınlık etmek başlı başına en ağır yıkımlara sebeb verirken, bu durumda bir kadın hayatını kazanmak için gidip çöp toplasa daha onurlu bir yaşamı seçmiş olur. Bizim toplumda boşanmak ayıp görülür de bir şerefsize kadınlık etmek onurlu görülür "helal olsun kadına, ne çekiyor" derler de :) onursuz yaşamı kabul etmeyip boşanan kadına ise kötü gözle bakarlar.
Çok şey var diyeceğim de, kalsın.
Öykünün başlığı ip uçlarını verdiğinden sonuca şaşırmadıksa da, okurken son bizi şaşırtsın istedik... başlığa inat, önyargılara inat, alın yazısı sayılmasına inat.
Bizde de şöyle der bir türküde "bir kadın kötü erkeğe düşerse, kapının önündeki köpeğin önüne atılan yal olur" tam olarak çevirememiş olabilirim, zazacaya hakim olamadığım için... Anladığım kadarıyla öyle bir şey diyordu, güzel bir kadına yazılmış türküde ve türkünün adı "şire" idi.
Teşekkürler, içimizden bir öykü, içimizden bir ahlaki çöküş, içimizden bir yara...
Sude Nur Haylazca tarafından 5/7/2016 10:35:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
Kemnur
Sevgili Kemal'ım hani derler ya (hayatımı yazsam roman olur)diye bende diyorum ki (romanımı yazsam hayat olur).Çünkü çok yaşayan değil çok gezen bilir gerçeğiyle otobüscülük hayatımda gitmediğim şehir ve ülke kalmadı gibi bir şey.Yazı yazmak tabii ki herkesin yapabileceği yetenek değildir bilgi birikine gerek olduğu kanaatindeyim.Edebi yazı yazma literatürümü de okuduğum lisede edebiyat bölümünü seçmemden geldiği kanaatindeyim.
Diyorum ki senin yapacağın gibi yaşadıklarımı ve görüp temaşa ettiğim olayları bir kitap haline getirmek istesem acaba başarabilecekmiyim endişesindeyim.Hele sen bir yap bakalım belki bana da ilham verir yardımcı olursun diyorum.
Saygılar sunuyorum kal sağlıcakla.
Kemal malesef yazılan olaylar genelde yaşanıyor bizde de bu terim kadının zamparasını kocası getirir derler.Fakat eskiden eve yatıya kalan tek erkek olsun yada aile olsun gece herkes çekildikten sonra,evin erkeği karısıyla cinsel ilişkiye girerdi ki olurda kadın kısmının nefsi dokuz olduğu için aklına şeytan giripte nefsine galebe çalmasın.
Eskinin güzel adetlerinden değişime uğramamış ne kaldı ki.
Bilmeyen gençlerimizin ders almaları için okumaları gereken yazı ama benim bu eskilerden duyduklarımı da bilmeleri gerek.
Tebrikler yazın için ama senin başından geçmiş olduğunu sanmıyorum birazda mizansel olmasını dileyerek sağlıcakla kal..
Kemnur
Kemnur
Otobüste güzeldi.
Bu da güzel.
Otobüsten öncekiler de güzeldi.
Bundan sonrakiler de güzel olacak...
Demem o ki Dostum!
Adam güzel Kalem güzel, Öykü güzel.
Sen güzelliği biliyor, buluyor ve de çok güzel yazıyorsun.
Selamlarımla can Dost.
Bedri Tokul tarafından 5/7/2016 10:07:33 AM zamanında düzenlenmiştir.
Kemnur
Bedri Tokul
Benim için büyük onurdur.
"Göz gezdirmek" deki kastın.
"Bak bakalım düzeltilecek bir yer var mı?" ise ,
ne hattıme senin yazılarına müdahale etmek !
Senin yazılarını devamlı okuyan zevkine varan biri olarak tekrar okur
takrar tadına varırım.
Bu ara da mutlaka biliyorsun dur ama ben yine de bir bilgiyi paylaşayım
istedim.
Zen: Kadın Zen pare: Kadın parçalamak. Değişikliğe uğramış haliyle;
ZAMPARA.
Gulam: Oğlan Gulampare:Oğlan parçalamak. Değişikliğe uğramış haliyle;
GULAMPARA.
Selamlarımla Can dost.
Bedri Tokul
Tebrikler...
Çok mutlu oldum.
Selamlar.
Bedri Tokul
Dülzeltir özür dilerim
Her şey kararında olunca öyküleri okumak ne büyük bir haz verir insana.
Dialoglar oldukça gerçekçi olmuş.
Anafikrini kahramanın ağzından işin başında vermek de hoş olmuş.
Kalemine sağlık Kemal Abi.
Sağlığına,
Kemnur
Üstadım, öykü bir yana, şiirin ne olduğunu bilmek isteyen için de bu tür ustalık örnekleri yeterli somutluğu gösterir ve buradan hareketle alımlama/algılama yeteneği kazanamayan ise davul-zurna ile de bir yere varamaz...
Bu Defter'in hareketsiz dev bir sürüngen olmamasını sağlayan omurlarından birisi de sizin imzanız...
Şahsen teşekkürler...
Selam ve saygılarımla.
Kemnur
devamı olmaz bu hikayenin anlamak gerek olacakları...
güzel bir anlatım ve olası bir yaşam hikayesi...
saygılarımla
Kemnur
Aması maması yok, gece daha yeni başlıyor,” dedi.
devamı nasıl bitecek acaba