Melek öldü
Eski, yıpranmış bir bluzum vardı. Asker yeşili. Beni ilk gördüğünde kestane rengi saçlarım boynumdan aşağıya, bluzumdan belime doğru sarkmıştı. İnce bir kolyem vardı gümüşten. Ucundaki yusufçuğa gün içinde ara ara dokunur, şefkatle severdim. “Bir melek, başka bir meleği korur mu?” diye sormuştu bana gülümseyerek. Mahcubiyetim tebessümünün sıcaklığını daha da derinleştirmişti yüzünde. En çok da çocuksu bakışlarımı seviyor olmalıydı. Dünyanın kırinden, kininden ve saçmalığından arınmış en huzurlu yer olarak, ‘bana hep böyle bak… bir ömür bak meleğim’ deyivermişti bir gün. Huzura yıkanıyordu gözlerimde.
Meleğim derdi. “Kaldığın o şehir, melekler şehri…”
Bir gün hayat o cümledeki meleğin kanatlarını kıracaktı, fakat o gün kalbimi sırtlanmıştı o melek. Havalanmıştı aşkın gök kubbelerine.
Şimdi hiç bir cümle, hiç bir söz, hiç bir hitap bu ağır kalbin altına koymaya cesaret edemez sırtını. İç çekimi nedir bilir misiniz? Ruhun yer çekimi gibi, iç çektikçe ağırlaşır kalp, kanatlanmaya inanmaz. Kanatlanamaz..
İşte iç çekimim güçlü benim.
Bütün duygularım kalbimin odalarında yere mıhlanmış durumda. Öyle ki adım atmaya kalksan, bütün vücudun yorulur, direnmeyi bırakır ve yığılır bir köşeye.
Neyse, en azından kalbim gerçek diyorum.
Takma kalpli, sonradan eklenmiş, hatta çalınmış karakterlere benzemiyor. Bilseniz, kişiliği rüküş ne çok insan var!
Herşeye rağmen seviyordum o gömleğimi. Turuncu renge boyanmış bir günün en güzel ânı vardı onda. Bir rüyanın çekilmiş fotoğrafı gibi duruyordu dolabımda.
Anladım ki, saçlarım hala öksüzdü. Hiç sevilmemişti ellerim.
Sevdiğim bir film en güzel sahnesinde kararmış, dinlediğim en güzel şarkının nefesi ansızın kesilmişti. Duvalar yalnızlığımı kusmuş, güneş sırtını dönmüş, papatyalar bahçemde yeryüzüne küsmüştü.
Yanından geçtiğim dere bile ölmeye yeminli gibi süzülüyordu gecenin unutulmuş aynası olarak.
Gece karanlığı mı doğuruyordu yine?
Hangi çığlık büyütecek onu?
Yine üstüme kaldı hüzün..
Meleğim derdi bana.
Kanatlarımın kırıldığı gün çıkardım kolyemi.
Fark etmedi.
Ben onun koşup saklandığı geçmişine rağmen gözlerinin çıplaklığını seviyordum.
Yüzümün silüeti yakışırdı gözbebeklerine, bilmezdi.
Gittiğimde anladım dönmeyeceğimi.
Söylemedim.
Çünki o çoktan uğurlamıştı her şeyi.
Sevdayı korkuya sığdırmış, yüreğini dünyaya değişmiş, büyüyü geceye satmış ve aşkın acıya olan yenilgisine seyirci kalmıştı.
Sonra gitti.
Kanatlanmayı yeni öğrenmiş o melek öldü.
Olacak gibi yaşarken, ölecek gibi yaşamayı öğrendi..
✒T.Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.