- 562 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Acil Servis
En sevdiğim şeydi yağmurun yağması. Tek başıma yürüyordum şehrin sokaklarında. Ayaklarımın altında oluşan minik gölcüklere basarak yürüyordum. Yağmur hızını gittikçe arttırıyordu. Yağmurdan kaçanların aksine yavaş yavaş ilerliyordum. Bir sokaktan giriyor bir sokaktan çıkıyordum.
Bir siren sesi huzurumu bozmuştu. Bir devlet hastanenin yakınındaydım. Bir ambulans geçti yanımdan, hızlıca. Bir yandan merak ediyordum bir yandan da acıma duygum gittikçe artıyordu. Ambulans, hastanenin acil girişinde durdu ve sedyeyle hastayı hemen içeriye taşıdılar. Daha fazla dayanamadım bende arkalarından girdim içeriye. Resüsitasyon odasına taşımışlardı hastayı. Odanın önü ana baba günü gibiydi.
Ne olup bittiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Oda önünde toplananların çoğu kadındı. Çoğu da yaşlıydı. Kurumuş gözlerle ağlamaya çalışıyorlardı ama gözlerinin içi kuruydu. Kadınların arasında sesini duyuran bir kadın vardı. Durmadan ağıtlar yakıyordu. Hastanın birinci derecede akrabası olmalıydı. Durmadan ağıtlar yakıyordu kapının hemen yanında. Acısından dolayı dünya ile bağlantısını kesmiş durumdaydı. Gözü kimseyi görmüyordu. Haberi ilk alışını hayal etmeye başladım. Hislerini yaşamaya başladım.
Acil giriş kapısının yanında sinmiş bir şekilde olanları izlemeye devam ediyordum. Bir yandan olanları merak ediyor bir yandan da tanımadığım, görmediğim biri için dualar okuyordum. Res odasının kapısı hiç durmuyordu. Doktorlar, staj yapan öğrenciler ve hemşireler durmadan girip çıkıyordu. Hastanın yakınları res odasının kapsının önünde bekliyorlardı. Odanın kapısını da birkaç güvenlik görevlisi koruyordu. Kapı açıldığında içeride olanları merak eden kalabalık ve hasta yakınları açılan boşluktan içeriye bakmak istiyorlardı ama net bir şey göremedikleri aşikardı.
Kalabalık git gide çoğalıyordu. Aralarında bu konu hakkında konuşan iki kişinin yakınına sinip oturdum. İçerideki hasta 17 yaşlarında bir çocuktu. Bilinmeyen nedenlerden dolayı, okulda bolca zehir içmiş. Zehir içmeden önce de arkadaşlarına intihar edeceğini söylemişti. Zehiri içtikten hemen sonra fenalaşmış ve hastaneye kaldırmışlar.
Olayı öğrendikten sonra durmadan ağıtlar yakan kadının annesi olduğunu anlamıştım. Ananın sesi durmadan düşüyor, kısılıyordu. Gözlerinin içi tıpkı yaşlı kadınların kurumuş gözleri gibiydi. Gözyaşları tükenmişti onların. Annenin çekmekte olduğu acıları hissetmeye başladım. Mekteplim diyerek ağıtlar yakıyordu durmadan.
Gün geçiyordu, yağmur çiselemeye başlıyordu ve zaman ilerliyordu. Kimse çıkıp da hasta hakkında en ufak bir haber vermiyordu. Kapı açılınca herkes kapıya bakmasına, merak etmesine rağmen annesi hiç bakmıyordu. Belki de ümidini kesmişti. Bir yandan ağlayanlar vardı, bir yandan gülüp geçen yabancı insanlar, bir yandan dua okuyanlar, bir yandan konu hakkında konuşan insanlar vardı… Belki de kimse kapının yanında oturmuş ağıt yakan kadının acılarını hissetmiyordu, benden başka.
Gün yavaş yavaş kararmasına rağmen oradan bir türlü ayrılamıyordum. Bu sefer meraktan değildi. Sadece o annenin yüzünün gülmesini beklemekti amacım. İçerideki çocuğun iyileşmesini görmekti. Ama daha fazla dayanamadım. Annenin ağıtları öyle sert ve acı doluydu ki tıpkı res odasının kapısını tutan güvenlik görevlisinin nemlenen gözleri gibi benimde gözlerim nemlenmeye başlamıştı. Daha fazla kalamayıp attım kendimi yağmurun altına. O çocuktan bir daha haber alamadım… Umarım iyileşmiştir…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.