Şerefle bitirilmesi icap eden en ağır vazife hayattır. -- toegueville
İlhan Kemal
İlhan Kemal
@ilhankemal

Üçün Sonu

27 Nisan 2016 Çarşamba
Yorum

Üçün Sonu

5

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

1178

Okunma

Üçün Sonu

Üçün Sonu

En iyisi hiç umut kalmaması. En ufak kırıntısının bile olmaması. Böylece hayal kurmayı bırakıyorsunuz. Sabah uyanıp “Belki de öyle değildir” diyemiyorsunuz. Çünkü öyle. Biyopsiden gelen patoloji raporu da bu görüşte. Doktor eveleyip, geveleyip “Bir yıl... Belki biraz daha az.” dedi.

Bir yıl... En azından her mevsimi bir kere daha görme şansım olacak. Son bir kez daha tenisin dört büyük turnuvasını seyredebileceğim. Belki Amerika Açık sırasında ne seyrettiğimden çok bir şey anlamayacağım ama olsun. Birkaç kitap daha okuyup, bugüne kadar vakit ayırmadığım az tanınmış barok bestecileri dinleyebileceğim. En güzeli ise yıllardır biriktirdiğim şarap mahzenimi boşaltacağım. Başlarda biraz yavaş gidersem sonra her güne bir şişe düşürebilirim. Belki malum güne körkütük girerim. Ağzımda bir Chateau Margaux tadı, elimde tılsımlı kadehim...

Önceden, şu biyopsi raporundan evvelki yıllarda, eğer kişinin sonu yakınsa insanın hep pişmanlıklarını ya da yapamadıklarını aklına getireceğini düşünürdüm. Keşke’lerle acaba’lar arasında debelenip duran, son günlerini de yaşamayan birileri, belki de kendim, gözümün önüne gelirdi. Öyle olmuyormuş. Gözünüzün önüne sadece güzel günler geliyor: özenle düşünülmüş bir doğumgünü, size doğru ilk adımlarını atan kızınız, ilk kitabınız, Smokies’deki kamp, kızınızın astronot kıyafetiyle roketine yürüdüğü gün... Bunların sonsuza değin sürmesini istiyorsunuz ama olmayacağını bildiğiniz için de “keşke” demiyorsunuz.

Sürmüyor işte. O doğumgünün üzerine sıradanları geliyor, kızınız büyüyüp, elinde diplomasıyla sevgilisine doğru koşuyor, ikinci kitabınız çıkmıyor, Smokies’e bir daha gidemiyorsunuz ve kızınızın bindiği roketin kapısı kapanıyor. Onu bir daha görmüyorsunuz. Görmeyeceğinizi de biliyorsunuz. Bunun biyopsi raporuyla ilgisi yok; gittiği görevinin doğasında var.

Şimdi ise elimde kadeh, önümdeki tabakta peynir, tabağın yanında J. Lohr, J. Lohr’un altında daha iyi bir işe yarayacağını düşünmediğim biyopsi raporu. Akşama ne yemek yapacağımı düşünüyorum. Yemeğin yanında gidecek bir film seçmeye çalışıyorum. Televizyonu yemek odasına taşıdığımdan beri iki büklüm kanepe günlerim geride kaldı. Geçiyorum uzun şölen masasının ortasına, teyzemden kalma tabloların yerine astığım televizyonu seyrediyorum. Bu gece de öyle yapacağım. Yapacağım da sorun yemeğe uygun film seçmekte. Kulağa geldiği kadar kolay değil.

Kulağa başka şeyler de geliyor: Mesela şu durmaksızın çalan telefon. Beni kim arar, niye arar? Ben onları arıyor muyum? Ekrana bakıyorum: Houston. Bir sorunumuz var Houston. Belki siz farkında değilsiniz ama biyopsi raporum bana ulaştı. Bir yıl, belki daha az Houston. Ama siz hala arıyıp bu son yıldan bir beş dakika daha istiyorsunuz Houston. Derdiniz nedir Houston?

“Kemal Bey? Ben Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesinden Albay Garry Spiceland. Üzülerek bildiriyorum ki kızınızın bindiği gemide bir kaza oldu efendim.”

“Öldü mü?”

Belki başka zaman böyle pat diye sormazdım ama başka zamanım kalmadı.

“Eh, henüz değil efendim. Araç bir meteor yağmuruna tutuldu ve yaşam destek üniteleri onarılması imkansız düzeyde zarar gördü. Ancak birkaç saat yetecek kadar havası var.”

“Beni aradığınıza göre durumu kurtarmanız imkansızlaşmış olmalı.”

“Ne yazık ki öyle efendim. Öncelikle durumu bildirmek istedik. Bir de kızınız Valentina’dan gelen görüntülü mesaj var. Ona yanıt vermek istersiniz diye düşündük.”

“Karşılıklı konuşmak için çok uzak değil mi?”

“Evet efendim. Mesajların ulaşması tek yöne üç buçuk saate yakın alıyor.”

Diyecek bir şey bulamadım. Albay değil, kızıma. Ne diyebilirsiniz ki sizin mesajınızı aldıktan dakikalara sonra ölecek kızınıza? “Merak etme, yanına geliyorum” ya da “Ben de kendi halime üzülüyordum.” denmez haliyle.

“Peki bağlantıyı nasıl yapacağım?”

“Size gönderdiğimiz bağlantıyı tıklayın. Orada hem kızınızın mesajı bulacaksınız; hem de kendinizinkini kaydedeceksiniz.”

Telefonu kapatıp, çalışma odama gittim.

Albayın dediği bağlantı beni onun mesajına götürdü. Seyretmedim. Kim olsa seyretmez.

Sanal bir kırmızı düğme vardı; ona bastım. “Kayıttasınız” uyarısı yanıp sönmeye başladı.

“Kuzum” dedim, “uzun uzun konuşmaya gerek yok. Gel beraber bir kez daha Niloya seyredelim.”

Çizgi filmi başlattım. Kurallar değişmemişti: Üç tane bölüm arka arkaya. Sonra uyku zamanı. Üçüncüsünün ortalarında bir yerde ona ninnisini mırıldandığımı farkettim.

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Üçün sonu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Üçün sonu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Üçün Sonu yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
O qué
O qué, @o-qu
7.3.2018 22:45:55
Aslında birinin başına gelen kötü bir şeyi duyunca aklımıza gelen ilk şey kendimiz oluyor ne yazık ki refleks gibi, belki bu ona üzülmekten çok daha önce oluyor . Biz önce kendimize üzülüyor, kendimiz için korkuyoruz.

Sonrasında bir borç gibi diğerine üzülüyoruz.
Bu öykünüz üzdü, aynı zamanda hatırlattı uzak olmayan her şeyi.Bir kızım olsaydı, onu büyütmeden ölmek en son istediğim şey olurdu. Onun ölümünü görmek ise bundan bile daha kötüsü.

Saygılar.


Etkili Yorum
Kemnur
Kemnur, @kemnur
30.4.2016 15:59:45
Üçün Sonu-İlhan Kemal
GİRİŞ: Anlatıcının amansız hastalık nedeniyle bir yıllık ömrü kalmıştır…
GELİŞME: Aklında son bir yıla sığabilecek “keşkesiz”, acabasız” güzel şeyler… Oysa realite geçmişte olduğu gibi sıradanlığı getiriyor. Bunlar arasında büyüyüp elinde astronot olduğunu belirleyen diplomasıyla anlatıcıya değil de sevgilisine koşan kızının bindiği roketle çıktığı yolculuğu özellikle vurgulamak gerek, çünkü onun bu yolculuğu esnasında bir yıl dolacaktır ve onunla bir daha görüşülemeyecektir. Her şeye rağmen seçilen bir filmi izlemek, tv seyretmek ve yemek içmekten ibaret sıradanlık sürmektedir. Bunun yanında kalan bir yılın beş dakikasını gasp eden telefonlar tüm rahatsız ediciliğiyle susmamaktadır. Kızın görevli olduğu NASA’dan gelen telefonla kızın yolculuğa çıktığı roketin arızalandığı ve kızın birkaç saat içinde havasızlıktan öleceği öğrenilir. Kızdan gelen görüntülü mesaj ve ona yollanacak cevabi görüntü… Oysa cevabi görüntü M kıza belki de ölümünden sonra ulaşabilecektir.
Ve final…
“Kuzum” dedim, “uzun uzun konuşmaya gerek yok. Gel beraber bir kez daha Niloya seyredelim.”
Çizgi filmi başlattım. Kurallar değişmemişti: Üç tane bölüm arka arkaya. Sonra uyku zamanı. İkincinin ortalarında bir yerde ona ninnisini mırıldandığımı farkettim.


Öykücülüğüne hayran olduğum yazarın bu öykü çalışmasını da çok başarılı buldum. Can-ı gönülden tebrik ederim. SAYGIYLA
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik, @lacivertignedenlik
28.4.2016 17:12:33
sadelikten derinliğe düşen son yolculuk.. düşündüm ben ne yapardım.. sanırım ona en sevdiği ninniyi söylerdim. ve sarılırdım ona sıkıca.. belki de bağlantıyı kırıp döküp avazım çıktığı kadar bağırırdım.. evet bunu yapardım..


sevgiler.


Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz, @aynurengindeniz
28.4.2016 00:59:32
Kurduğum empati beni sağlıklı düşünmekten alıkoydu. Son paragrafta gözlerim yaşardı. Keşke mesajı dinleyebilseydik diye düşündüm. Çizgi film çok iyi düşünülmüş. "son" kelimesi ne kadar dolu ne kadar hüzünlü...

Beklenen bir öyküydü. Kısa oldu demeyeceğim bu sefer. Hakikaten dozunda oldu.

Saygılarımla.
nitemtran
nitemtran, @nitemtran
27.4.2016 23:21:00
Yazarı öykünün içinde görmenin pek akıllıca olmayacağını düşünürdüm. Olayın kurmaca olduğunun göze sokulması, öykünün sihri bozulur kaygısını taşımamdandı, bu. Nehrin altından çok su geçti, yanıldığımı anladım, elbet.

Bunlar hep Amerikalıların başının altından çıkıyor. Modern çağın bitimi de onların elinden olacak gibi. İlk adımlar atıldı çoktan. Günümüzde başlayıp, sonrasında taşınacağımız bir flashforward olsa daha mı enteresan olurdu, acaba? Denemek lazım.

Kaleminize sağlık.

Sağlıcakla,
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.