- 819 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
İstanbul Gibiyiz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tedirgin bir gölge salınıp duruyor aramızda. Bir şey var fısıldadığı… Eksik, suçlu kılan bizi, orada öyle oturmamızı koca bir ayıba çeviren… Yanlış yaptığımızı söylüyor bize gölge; hepimizden çok varlık kazanarak, yarattığı suçlulukla.
Neden suçluyuz biz peki? Gözlerimiz yeterince şey taşımıyor mu bize dışarıdan, “dünya böyle bir yer” diyebileceğimiz kadar kesin bir fikre ulaştıracak kadar? Çok mu dar bir alana hapsediyoruz bakışlarımızı? Hadi diyelim ‘kendi dünyamız’ diye belirlediğimiz bir alan var. Kimi şeyleri dışladığımız içinden… Çirkinlikleri, hoyratlıkları… Tamam, anlaşılabilir bir şey bu, bir parça bencilliğe de kaçsa. Ama bizi fısıltılarıyla sağır edecek kadar gürültü yaratan bu gölge, neden bu kadar çok suçluyor bizi? Sanki daha affedilmez, daha büyük bir bencillik yapmışız gibi… Yani kendi dünyamıza soktuklarımızı da kapsayan, yaşantımızın dışına taşan dünyayla ilgisi olmayacak kadar sınırlarımıza dâhil insanlarla ilgili…
Sahi nerede şimdi o genç kız ya da oğlan çocuğu? “Annesin sen” diyor fısıltı. “Kahveni yudumla şimdi. Ama anne olmayı da bir yerinde var etmeye devam ederek o yudumların… Bu kafede arkadaşıyla oturan kadın olman, diğer tüm kimliklerini dışarıda bırakman demek değil…”
Yudumluyorum kahvemi… Ve karşımdaki bu zarif kadında seyretmeye devam ediyorum hayatımı. Onun da hayatında çocuklar var benimki gibi; yakışıklı bir eş, dışarıda o eşi ham yapmaya hazır bekleyen bir sürü afet… Yüksek sesle müzik dinlemek gibi sağır edici bir gürültü yaratıyor zihinde böyle şeyler… Kısmalı müziği, bunu demek istiyor belki de gölge. “Hayatının fon müziği böyle bol aksiyonlu bir macera filmine yakışır cinsten olmamalı. Bu kadar kalp çarpıntısı yapmamalı sende… Yoksa nazlı nazlı akan küçücük bir dere bile o filmlerdeki bol adrenalinli şehirlerin kaosuna sürükler seni. Dere taşar, nehirleşir. Bir yerlerden tonlarca su boca edilmiştir o dingin, uslu akışa sanki… Şırıltılar kaybolmuştur koca bir gümbürtüde.”
Sermin de kafede dolanan gölgenin farkında mı acaba? O da bir parça gölgeli bakıyor sanki… Kahvenin yudumları genzini yakar gibi irkiliyor birden, az önce masadan uzaklaşıp gittiği o yerden getirdiği şeylerin izlerini apar topar silmeye yönelik bir tebessümle devam ediyor hemen o şen şatır, modern kadın repliklerine.
Demek hâlâ bir umut var dere şırıltıları için… Yeterince batılı olamamışız. Tıpkı İstanbul gibiyiz biz de… Batılı tarafımıza üfürüp duruyor rüzgârını doğulu olanı… Annemizin sıcacık kucağından baktığımız dünyayı çocuğumuz da görsün istiyoruz öyle anlarda. Batılı bir kadının gözlerinde olmayan bir şeyi bizimkilerde var eden o anlatılmaz duyguyu, bütünleşmeyi o da yaşasın, medeniyet denen şeyin içinde ona da yer versin…
“Senin kız ne yaptı şu kurs işini?” diyorum. “Gitar aldınız mı?”
“Hiç sorma!” diyor arkadaşım, az önceki suçluluğu yüzünden bir anda def eden dolu dolu bir coşkuyla. Sanki bu soruyu beklemiş gibi burada oturduğumuz onca zaman içinde… Sanki sorumla ona en sevdiği kimliğini giydirmişim, o olmayınca kendini çok çıplak hissediyormuş gibi…
“Hanım efendi ille de kendi seçecek… Bizi istemiyor yanında. Bu işten anlayan birkaç arkadaşıyla anlaşmış. Birkaç yere bakacaklar.”
Sınırları önceden bizim adımıza belirlenmiş bir yer değil bu medeniyet denen kavramsal ülke… Birileri kendilerince sınırlar çizmişler gerçi… İçeriye soktukları ve sokmadıkları kendi bakışlarınca belirlenmiş…
“Amerika’yı yeniden keşfedeceğimize onlara bakalım” diyor kimi medeniyet sevdalıları. “Yani ne gerek var ki sil baştan başlamaya? Onlar pekâlâ beceriyorlar bu işi. Bak yere çöp bile atmıyorlar. Herkes birbirine yol veriyor.”
“Peki, bu 14’lük karnı burnunda kız neresinde bu harika cennetin” diyecek olana öyle bir sert poyraz estiriyorlar ki gözleriyle, değil o hamile kız, çok daha kocaman aksaklıklar bile saf dışı kalıyor, daha doğrusu öyleymiş gibi davranıyorsun.
“Doğamıza uygun yaşıyoruz” diyorlar. “Bastırmak, duygularımızı hiçe saymak kendimize en büyük ihanet…” “Anne kucağı da yok mu insan doğasının içinde” demek istiyoruz, “Sevgi, şefkat, merhamet… Yani doğamıza ihanet etmememiz için ille de hayvani taraflara mı ağırlık vermeli? Onlar var, tamam. Ama başka taraflarımız da var. Bizi hayvanlardan ayırıp insan denen ayrı bir kategoride değerlendirilmemize neden olan; daha ince, daha soylu… Madem duyguları bastırmak bu kadar kabul edilmez bir şey, neden bizi hayvandan ayıranları bastırmakta, yok saymakta bu kadar ısrar ediyoruz o zaman?”
“Üstelik eğer hissettiğimiz duygu bizim sınırlarımızı aşıp başkalarınınkine tecavüz edecek türden şeylere yol açacak bir duyguysa, elbette ki bastıracağız. Yani bir adamın yolda giderken bir kızı çok çekici bulduğu için, onunla ilgili kafasında kurguladığı sahneyi hayata geçirmeyip duygularını bastırması, kendine ihanet ettiğini mi gösterir, yoksa ne kadar insan olduğunu mu? Ayrıca şu bastırma meselesini de yanlış anlatmışlar size… Duyguları bastırmayalım diye ille de her duyguyu hayata geçirmek, eyleme dökmek gerekmiyor. Hayata geçirmende sakınca olmayan türden duyguların da olabilir, onlar ayrı… Annene çok kızmışsındır mesela. Sana haksızlık ettiğini, kardeşine ayrıcalık yaptığını düşünmüşsündür. Öfkeni dile getirirsin, bir ayna tutarsın ona böylece… iyi de edersin. Arasıra herkes bir parça dışarıdan bakmaya ihtiyaç duyar kendine. Ama mesela canım istedi diye herkesin ortasında açamazsın eteğini durduk yerde… Metroda sırf gıcık olduğun için yerinden kalkıp bir adama şamar atamazsın. Bu tür bastırmalar değil doğana ihanet etmek, aksine son derece normal bir psikolojide olduğunun göstergesidir.”
“Şimdi iyi günlerindesin.” diyorum, aklımdan geçen onca düşünceyle bitap düşmüş bir halde. “18’ine bir gelsin, bu günleri mumla arayacaksın.”
“Ne demek istiyorsun? 18’ine gelince benim evladım olmaktan istifa mı edecek yani?
“Şu özgürlük meselesi girecek devreye…” diyorum, derin bir iç çekerek. “Sınırların belirginleşmesi… Kalın harflerle ‘giremezsin’ diye yazan o levha… Yani umarım olmaz hayatım, ama kendi kızımdan biliyorum: Gece bir yere gitmek istediğinde şimdiki gibi kaşlarının havaya kalkması yetmeyecek maalesef. Arkadaşları o saatte neredeyse onun da yerinin orası olduğunu düşünecek… Ve sen aslında böyle bir kural olmadığını; arkadaşlarının ne yaptığı, nerede olduğunun onun yaptıkları ve bulunması gereken yerle hiçbir bağlantısı olmadığını bir türlü anlatamayacaksın. ‘Gitme lütfen’ diyeceksin sadece. Gerisini insafına bırakacaksın ve o zamana kadarki anneliğine… Yani üzmek istemeyeceği kadar iyi bir anne olman gerekecek, eğer o an geldiğinde üzülmek istemiyorsan. Şimdiden önlemini al bence.”
YORUMLAR
Güne düşen yazınızı tebrik ediyorum efendim.
Günümüz şartlarında neredeyiz ? nereyi gösterir iken ne yapıyoruz. doğu yada batı külturünü ne kadar taşıyoruz, veya ne kadar hangi kültür daha insani ve değerli. Geçmişten günümüze güncel bir konuyu akıcı ve insanı sıkmayan bir uslup ile oldukça güzel bir yazı yazmışsınız. istanbul gibiyiyiz.
Sağlık ve esen kalınız efendim.
Mavilikler
güne gelen kıymetli çalışmanızı tüm yüreğimle kutluyorum değerli yazarım.
kaleminizin ne hoş bir tınısı var okumak adına mutlu olduğum.
yüreğinize sağlık değerli dost.
kaleminiz daim olsun.
selamlar, sevgiler gönül dolusu...
gününüz ve ömrünüz aydınlık geçsin.
nice paylaşımlara...
Mavilikler
Öncelikle sıkılmadan ve merakla okuduğumu belirtmek isterim. Sonra kendinize özgü bir üslubunuz olduğunu. Kendi toplumumuzda, aile içinde yaşadığımız çatışmaları nahif bir dille, keskin köşeli olmayan cümlelerle o kadar güzel ifade etmişsiniz ki tebrik ediyorum. Ayrıca Batı medeniyetini(Ne kadar medemiyet orası tartışılır. Çünü insanlığa sıkıntı veren bütün izmler oradan peydah olmuştur. Kapitalizm ,emperyalizm...ve benzeri) içselleştiremeyiş öykümüze değinirken iyi ve kötü yönlerine vurgu yapmanız da başarılı. Salt Batı medeniyetinin insani yönlerini zayıf kaldığını belirtmeniz de güzel. Kısaca yazıyı beğenerek okudum. Düşüncelerinizden son derece yararlandım. Başarılarınızın devamını diliyorum. Daha nice güzel yazılara. Selam ile saygı birlikte...
Konuya hazırlık girişten itibaren çok güzel yapılmış. Okur yorulmadan kah metaforlarla kah kendine yöneltilen sorularla yavaş yavaş öykünün içine çekildiğini hissediyor.
Öykünün teması ne tadı ne de hikayesi deforme edilmeden harika çözümlemelerle gayet ustaca işleniyor.
Çocuklar üstünden ebeveynlerin kendi hayatlarını belirlemede ne kadar aciz kaldıkları ustalıkla anlatılıyor. Başlık da cuk oturmuş.Öykü bittiğinde bu başlık seçiminin ne kadar titizlikle yapıldığını teslim ediyoruz.
Bugün okuduğum en güzel öyküydü.
Tebrik ederim.
Sağlıcakla,