- 3651 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
TANRIYI OYNAYANLAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Zenci çocuk kalabalık bir parkta baloncunun elindeki rengârenk balonları seyretmektedir. Birden kırmızı bir balon satıcının elinden kurtulur ve gökyüzüne yükselerek gözden kaybolur. Bu manzarayı seyretmek için etrafına toplanan insanları gören baloncu bir balonu daha uçurmanın iyi bir fikir olacağını düşünür. Önce mavi bir balonu, ardından sarı bir balonu salıverir. Düşündüğü olur ve kısa sürede balonların yarısından fazlasını satar. Zenci çocuk havalanan balonları hayranlıkla, gözden kayboluncaya kadar izledikten sonra, baloncuya yaklaşıp sorar:
- Baloncu amca merak ediyorum şu siyah balonu da salıverseniz acaba diğerleri kadar yükselebilir mi?
Baloncu eğilip elindeki siyah balonlardan birini boşluğa bırakır ve zenci çocuğa sıcacık bir tebessümle yanıt verir:
- Evladım bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir.
İsminin cazibesine kapılıp tesadüfen keşfettiğim, beni fazlasıyla etkileyen ve tavsiye ettiğim arkadaşlarımla da oturup birkaç defa daha sıkılmadan izlediğim bir film Tanrı’yı Oynayanlar. Gerçek hayatların konu olduğu filmler, verdikleri mesaj ve öğretileri ile her zaman ilgimi çekmiştir.
Mavi bebek sendromuyla doğmuş bir bebeğin dünyada ilk kez uygulanan cerrahi müdahale ile hayata döndürülmesi ve bu başarıya imza atan doktorun ve asistanının 34 yıllık ortaklığının hikâyesini izlerken onlarla birlikte birçok duyguyu aynı anda yaşadığımı söyleyebilirim. Öfke, hırs, gurur, kibir, sadakat, vefa, sevgi, umut, çaresizlik, utanç, pişmanlık gibi…
Yukarıda yazıya giriş olarak alıntıladığım minik hikâyeden de anlaşılacağı üzere film her ne kadar tıp alanında bir ilke atılan imzayı ve bu başarı öyküsünü anlatıyor olsa da bence asıl altını çizdiği ırkçılık ve ötekileştirmenin çirkinliği ve dönemin Amerika’sında zencilerin maruz kaldıkları zorluklar. Filmi gözümde yücelten ise bu altı çizilen konunun izleyiciye, insan olmanın erdemlerini anlatan sahnelerle aktarılıyor olması.
Yazıyı buraya kadar okuyanlardan küçük bir rica; eğer filmi izlemediyseniz ve biyografik filmler ilginizi çekiyor ve ilk fırsatta izlemeyi düşünüyorsanız devamını lütfen okumayın, sizinle not kısmında tekrar buluşalım. İzlemiş olanlar ya da filmi izlemeyi düşünmüyorum ama yazıyı okuyabilir ve size eşlik edebilirim diyenler, buyurun birlikte devam edelim.
Film 1930’lu yıllarda Amerika’nın Nashville şehrinden görüntülerle başlıyor. İlk dikkatimi çeken yürüyüş yolunda karşı karşıya gelince, zenci insanların kenara çekilip beyaz insanlara yol vermeleri ve onlar önlerinden geçip gidene kadar başları önde adeta saygı duruşunda durur gibi beklemeleri. Irkçılığın çirkinliğini ve sadece renginden dolayı kendilerine saygı duyulmayan insanların acısını yüreğinizin en derininde hissediyorsunuz daha ilk dakikalarda.
Baba mesleği marangozluğu yaparak geçimini sağlayan Vivien Thomas işini çok iyi yapmasına rağmen kazancı az olduğundan daha fazla para kazanabilmek için Dr. Alfred Blalock’un iş teklifini kabul eder. Hem sevdiği kadınla evlenebilmek hem de hayal ettiği tıp tahsilini yapabilmek için daha fazla paraya ihtiyacı vardır. Görevi cerrahi deneylerin yapıldığı laboratuvarın temizliği ve denek olarak kullanılan sokak köpeklerinin bakımıdır. Hademe olarak başladığı işte el becerileri ve tıp bilimine duyduğu ilgi sebebiyle kısa sürede Dr. Blalock’un araştırmalarına dahil olur. Kendisine verilen beyaz önlüğü giydiğinde aynadaki görüntüsüne gururla bakarken, aynanın diğer tarafında Vivien’ın gururuna ortak olurken buluveriyorsunuz kendinizi ister istemez.
Öte yandan Vivien’ın kardeşi Harold da üniversiteyi bitirmiş, öğretmen adayıdır fakat sırf zenci olduğu için beyaz öğretmenlerin aldığı maaştan daha düşük bir maaş alacaktır. Bunun düzeltilmesi için mücadele vermektedir. O dönemde yaşanan ayırımcılığa ışık tutan ve bazı şeyleri değiştirmenin insanın kendi elinde olduğunu anlatan, baba Thomas ile oğul Harold arasında geçen bir konuşma sahnesi oldukça etkileyici.
Baba Thomas: Büyükbabam ne yaptı biliyor musun?
Harold: Bunun grev yapmamla ilgisi olmadığını biliyorum.
Baba Thomas: Büyükbabam ne yaptı biliyor musun? Diye sordum sana.
Harold: Evet, Mississippi’de pamuk topladı yüz kere anlattın bunu.
Baba Thomas: Büyükbabam malın tekiydi. Şu sandalyeden ya da masadan farkı yoktu. Oğlu 15 yaşında özgür bi adam oldu. Babam beni ilkokula bile zar zor gönderdi. Şimdi oğlum üniversiteyi bitiriyor ve okullarda ders verecek o yüzden bazı şeyler zamanla düzelmez deme bana sakın.
Harold: Bi şeyler düzelmiyor ama değişimi insanlar yapmalı baba. Daha iyi şeyler yapmalı ve şimdi bi şey yapmazsam beyaz öğretmenlerin aldığı maaşı alana kadar ölmüş olacağım.
Ters giden ve bizi rahatsız eden bir şeyleri değiştirmek için tek başına da olsa yapılan mücadelenin kutsallığı ne güzel ifade edilmiş. İnsan değişime kendinden başlamalı ve bir yol çizecekse başka insanların da huzurla yürüyebileceği, bu yolu aydınlatacak değişim uğruna çaba sarf etmeli. Önümüzdeki engeller başkaları tarafından dizilmiş domino taşları gibi düşünülürse bütün taşları harekete geçirecek olan ilk taşın yıkılması, o altın vuruş bazen tek bir kişinin mücadele aşkı ve cesareti sayesinde gerçekleşebiliyor. O kişi neden biz olmayalım?
Hayat sürprizlerle dolu ve her zaman güzellikler sunmuyor insana. Vivien üniversitede okuyabilmek için biriktirdiği parayı bankanın iflas etmesi sonucu kaybedince umutsuzluğa düşer. Gelecekle ilgili hayalleri kumdan kaleler gibi aniden gelen bir dalga ile yıkılmış ve suya karışmıştır. Annesinin onu teselli ederken söylediği söz aslında umutsuzluğun azgın akıntısına kapılmış her insanın, buraya kadarmış her şey bitti dediği anda tutunması için kendisine uzatılan sağlam bir dal değil de nedir?
Anne Thomas: Birbirimize sahibiz Vivien.
Ayakta kalmak, vazgeçmemek ve hayata sımsıkı sarılmak için bundan daha güzel bir sebep olamaz. İnsan birçok şeyi kaybedebilir ansızın; parasını, gücünü, kariyerini ve bunlarla birlikte hayallerini. Geleceği için yaptığı planları hayata geçiremez bazen ama asıl mühim olan ve sahip olduğumuz tek zenginlik bizi gerçekten seven, değer veren insanların yanımızda olması, onların varlığı ve bundan aldığımız güç.
Vivien deney laboratuvarında her geçen gün üstün becerisi, merakı ve öğrenme azmiyle Dr. Balock’u hayrete düşürür ve onun asistanlığına terfi eder. Babasının marangozluğu öğrettiği gibi o da zenci Vivien’e cerrahlığı öğretmekte ve ona cesaret vermektedir. Son çalışmaları insanlar üzerindeki travmatik şok etkisini yok edecek ve onların hayatını kurtaracak olan bir araştırma üzerinedir. Bu deneyi Vivien’ın yapmasına izin verir ve sonuç başarılıdır lakin Vivien aşamaları kaydedecek cihazın varlığından haberdar olmadığından kayıt alınamaz. Dr. Blalock çok öfkelenir ve ağır hakaretlerde bulunur. Gururu incinen Vivien hiç düşünmeden beyaz önlüğünü çıkarır ve kapıyı çarparak laboratuvarı terk eder. Dr. Blalock, Vivien’ın deneyi şematik olarak kaydettiği ve her ayrıntıyı bir tıp öğrencisinden bile daha başarılı bir şekilde not aldığı defteri bulunca pişmanlık içerisinde koşar ve zenci yardımcısından özür diler. Bu sahnede Vivien’ın dik duruşu ve beyaz olması bir yana karşısındakine işvereni de olsa kendisine hakaret etmeye hakkı olmadığını söylerkenki özgüveni takdire şayandı gerçekten de.
Film 1930-1964 yılları arasında geçen bir ortaklığı konu aldığından, dönemin ekonomik ve politik ayrıntılarına da değinmekte. İkinci dünya savaşında cephede yaralanan birçok asker yaşamlarını Dr.Blalock’un şok tedavisine borçludur. Doktorun bu başarısı onu ülkenin en önemli hastanesinin cerrahi bölüm başkanlığına getirilmesini sağlar. Başarısını evinde verdiği bir partiyle kutlamaktadır. Dr. Blalock’un yeni işinde de laboratuvar asistanı olarak yanında yer alan Vivien bu sahnede konuklara içki servisi ederken çıkıyor karşımıza. Öğrenme aşkı ve doktorluğa duyduğu merak onu doktorların bir araya toplandığı bu tür yerlerde hangi sıfatla olursa olsun bulunmaktan alıkoyamıyor. Zirveye tırmanırken insanın başarı basamaklarını kendisinin inşa etmesinin önemini anlatan mükemmel bir ayrıntıyı sunuyor bize bu görüntüler. Bir yandan içki servisi yaparken bir yandan da konuşmalara kulak veriyor ve çocuk doktoru Helen Taussing’in sayonatik bebekler ile ilgili açıklamalarına ve çözüm önerilerine, tıbbi bilgisi ışığında bir kaç kelimeyle katkıda bulununca oradaki herkesi şaşırtıyor.
Ülkenin en iyi tıp fakültesinin en başarılı cerrahının asistanı olması bile Vivien’ın zenci olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yanında çalıştığı doktorla aynı kapıdan işyerine giremiyor, onunla aynı tuvaleti kullanamıyor, aynı berberde tıraş olamıyor. Irkçılığın iğrençliğini tokat gibi suratımıza çarpan anlık görüntüler bu kadarı da fazla artık dedirtiyor filmi izlerken.
Cerrahi alanda araştırmalar yapmaya devam eden Dr. Blalock aynı zamanda hem tıp fakültesinde ders vermekte hem de ülkenin en iyi hastanesinin cerrahı olarak zamanının çoğunu ameliyathanede, insanları hayata döndürmekle geçirmektedir. Durum böyle olunca sayonatik bebekleri sağlığına kavuşturacak ilk kalp ameliyatının deneyleri ve araştırmalarının hemen hemen bütün sorumluluğunu Vivien’e verir. Uzun süren deneyler sonunda dünyada ilk kalp ameliyatı bir bebek üzerinde uygulanacaktır. Dr. Taussing’in kontrolündeki, mavi bebek sendromuyla doğan ve ameliyat edilmezse yaşaması mümkün olmayan Saxon ailesinin bebeğini hayata döndürecek oldukça riskli bir ameliyattır bu. Dr. Blalock yapacağı ameliyatın bir çılgınlık olduğunu düşünen ve çok riskli bulan meslektaşlarına ‘’Sizin risk olarak gördükleriniz benim için fırsattır’’ diyerek başarıya giden yolun çoğu zaman risk almaktan geçtiğini hatırlatıyor bize. Bu riskleri yola döşenmiş mayınlar gibi görmeyip, aksine mayınları işaret eden levhalar olarak kabul edip daha da temkinli ve titizlikle çalışmanın zorunluluğunu da öğretiyor öte yandan. İşte böylesine cesur, mücadeleci, kendinden ve yaptığı işten emin bilim insanları sayesinde günümüzde birçok hastalığın teşhisi ve tedavisi yapılabiliyor ve her geçen gün tıp alanında başarılı yeniliklere şahit oluyoruz.
Bebeğin ailesi böyle bir cerrahi müdahaleye izin verip vermemekte kararsızdır. Dini baskılara boyun eğip Tanrı’nın kızları için hazırladığı kadere razı olmaları mı gerekmektedir yoksa rahibin tüm uyarılarına kulak tıkayıp kızlarını Dr. Balock’un maharetli ellerine mi teslim etmelidirler? Büyük bir şanssızlık eseri dünyaya normal işlevini yapamayan bir kalple doğan minik kızlarına upuzun bir hayatın kapısını açacak olan anahtar şansını kabul etmek Tanrı’nın planını bozmak demek midir? Genç anne inancından taviz vermeden bebeğinin yaşaması için son şans olan ameliyatın yapılması taraftarıdır. ‘’Belki de bu doktorun kızımın hayatını kurtarması da Tanrı’nın planlarından biridir.’’ Diyerek bu ameliyata razı olmanın Tanrı’ya karşı gelmek değil bilakis Tanrı’nın kendilerine sunduğu mucizevi bir fırsat olduğunu savunur. Rahip bu kez Dr. Blalock’u yaptığı şeyin yanlış olduğu konusunda uyarır, onu Tanrı’nın isteğine müdahale etmekle suçlar. Burada doktorun dini ve toplumsal baskıları elinin tersiyle bir kenara iterek verdiği cevap oldukça çarpıcı ve bence filmin çeviri ismi de bu sahneden ilham alınarak konulmuş. ‘’Tanrı bu bebeğin ölmesini istiyor olabilir ama ben yaşamasından yanayım. İçgüdülerim bana doğanın bir hata yaptığını ve bunu onarabileceğimi söylüyor.’’
Ve büyük gün gelir çatar. Dr. Blalock eski ve kuramsal bir olguyu ‘’ Kalbe dokunmayın’’ olgusunu değiştirecek olan ameliyatı gerçekleştirmek için hazırdır. Ameliyatı hastanede görevli bütün doktorlar izleyebilecektir. Gönüllü bir kaç doktor da Dr. Blalock ve Dr. Taussing ile birlikte ameliyata eşlik edeceklerdir. Vivien zorlu deneyleri başarıyla sonuçlandırmış ve bu deneyler sırasında adeta Dr. Blalock ile rolleri değiştirmiş ve asistandan ziyade ona ders veren kişi konumunda olmuştur. Buna rağmen ameliyata katılması mümkün değildir. Tüm alçakgönüllülüğü ile ameliyat ekibine kapıdan başarı ve şans dileyerek ameliyathaneden ayrılır. Herkes yerini almış, merak ve heyecan içinde beklerken Dr. Blalock, Vivien olmadan bu ameliyatı gerçekleştiremeyeceğini anlar ve hastane kurallarını hiçe sayarak Vivien’ı anons ederek ameliyathaneye davet eder. Vivien’ın ameliyathaneye girdiğini gören gözlemci doktorların şaşkınlık ve itiraz fısıltılarını benim mutluluk alkışlarım susturuverdi adeta.
Vivien’ın varlığı, desteği ve yönlendirmeleri sayesinde oldukça başarılı geçen ameliyat sonrası minik Saxon’ın rengi maviden pembeye döner ve çaresizlik umut karşısında bir kez daha yenik düşer. Azim, gayret, emek ve inanç sayesinde imkânsız denilen başarılmış ve tıp dünyasında yepyeni bir sayfa açılmıştır. Bu başarılı ameliyattan sonra ülkedeki tüm aileler hasta bebekleriyle hastaneye akın ederler ve sonrasındaki bütün ameliyatlarda Vivien, Dr. Blalock’a eşlik etmektedir.
Bu başarı Dr. Blalock’un başını döndürür. Ameliyat sonrasında meslektaşlarının kapalı kapılar ardında, o zenci asistanı olmasaydı bunu asla başaramazdı, diyerek Vivien’ı övmeleri, hırsının ve egosunun onu esir almasına neden olur. Vivien’dan bahsetme gereği duymadan tebrikleri kabul etmekte ve tek başına zafer pozları vermektedir. Vivien ise umutla onun kendisinden ve köpekler üzerinde deney yaparak gösterdiği olağanüstü başarıdan söz etmesini beklese de bu gerçekleşmez. Kendi çıkarları için hastane kurallarını hiçe sayıp zenci yardımcısının adını anons eden, bütün önyargılarla savaşıp, onu yanında tutabilmek ve araştırmaları sonuçlandırabilmek için bürokratik engelleri aşarak üçüncü sınıf işçilerden daha fazla kazanmasını sağlayan Dr. Blalock başarı sarhoşu olmuştur. Kibrin büyüsüne kapılıp bu başarının gerçek mimarını görmezden gelerek büyük bir vefasızlık örneği sergilemiştir. Vivien doktorun bu davranışına çok kırılmış ve laboratuvardan ayrılma kararı almıştır. Dr. Blalock onu kalması için ikna etmeye çalışırken; ‘’birlikte tarihe geçtik Vivien‘’ dese de şahit olduğu onca şeyden sonra Vivien bir gölgeden daha fazla değeri olmadığının farkındadır ne yazık ki. Aklını ve kalbini o laboratuvarda bırakır ve başka işlerle meşgul olmaya başlar ama mutlu değildir. Ait olduğu tek yer yıllarını verdiği o laboratuvardır çünkü.
Karısı ve çocuklarıyla ailesini ziyarete gittiklerinde babasının kardeşi Harold’a söylediği bilgece bir cümle, karar vermesini kolaylaştırır: ‘’ Dünyanın sana teşekkür etmesini beklemenin anlamı yok.’’
Değil mi ama onca güzel şey yapabilmişken ve başardığına inanıyorken, mutsuzluğa davetiye gönderip, değiştirebildiklerinin ışığını değiştiremediklerinle gölgelemenin ne gereği var. İşine duyduğu aşk ve bağlılığın Dr. Blalock’a olan kırgınlığından çok daha üstün olduğuna inanan Vivien tüm cesaretini toplar ve doktordan eski işini geri ister, alır da. Laboratuvarda tekrar büyük bir özveriyle çalışmaya başlar ve genç doktorlara bilimsel araştırmalar konusunda hademe olarak girdiği laboratuvarın yöneticisi kimliği ile eğitim vermektedir artık. Bu sahneleri izlerken bir kez daha anlıyorum ki insan mutlu olduğu için işini severek yapmaz, sevdiği bir işi yapıyorsa mutludur.
Aradan geçen yıllar içinde Dr. Blalock yaptığı hatanın geç de olsa farkına varmıştır ve bunu telafi etmek için Vivien’a öğretim görevlisi olarak davet edildiği yeni üniversiteye birlikte gitmelerini teklif eder. Vivien nazikçe bu teklifi geri çevirir. ‘’Biliyor musun Vivien, pişman olduğun çok şey olmadıkça layıkıyla yaşamadığını söylerler.’’ derken pişmanlığını dile getiren Dr. Blalock bu görüşmeden sonra vefat eder. İçinden atamadığı o büyük kırgınlığa rağmen şu an bulunduğu yerde olmasında büyük payı bulunan doktorun ölüm haberi Vivien’ı çok üzer.
Burada insan ister istemez dönüp kendi hayatını sorguluyor. Eminim şimdiye kadar yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım diyenler bile günün birinde, başkalarına itiraf edemeseler de kendilerine dürüstçe itiraf ettikleri pişmanlıklarıyla yüzleşmek zorunda kalabiliyorlar. Zaman yüksek bir yerden boşluğa bırakılmış küçük bir taş hızıyla geçip giderken farkında olarak ya da olmadan yaptığımız hataların, dönüp geriye baktığımızda orada öylece duruyor olduklarını görmek zamanı geriye alma isteğimizi nasıl da kamçılıyor. İnsanın o ana dönüp yanlışı düzeltmesi ve geçmişi değiştirme şansı elbette yok. Bu değiştirilemez gerçek yüzünden kendi hayatımıza dair pişmanlıklarımızı tecrübe basamakları olarak görebilir, onlardan ders aldığımızı bile söyleyebiliriz. Fakat bir başkasının hayatını olumsuz etkilediyse bu hatalar, bahanesi ne olursa olsun telafisi mümkün olmuyor ve her geçen gün ağırlaşarak insanı çökertiyor. Bu yüzden olmalı Dr. Blalock yıllar sonra pişmanlığını dile getirerek ömrünün son deminde bu yükün ağırlığından kurtulmak, hafiflemek istiyor.
Filmin sonunda tıp fakültesinde hiç eğitim almamış olmasına rağmen Johns Hopkins Üniversitesi tarafından Vivien Thomas’a verilen onur doktorası sabrın, azmin ve meslek aşkının neticesinde kazanılan büyük başarının karşılığıdır. Ödül töreni de oldukça duygusaldı. Dr. Helen Taussing’in ödülü takdim ve Vivien Thomas’ın teşekkür konuşmasını dinleyip ve sonunda örtünün altından çıkan tabloyu görüp ağlamamak ne mümkün. İşte filmin sonuna damgasını vuran ve Dr. Helen Taussing’in bitirdikten sonra Vivien’ı Dr. Thomas olarak tebrik ettiği takdim konuşması:
- Bugün tıp fakültesinde hiç ders almamış ama yine de en büyük tıp öğretmenlerinden olan birini onurlandırıyoruz. Bu şahıs insan kalbinin işleyişi hakkındaki anlayışımızı ebediyen değiştirdi. Okumaktan büyük bir onur duyuyorum; biz Johns Hopkins Üniversitesi yönetim kurulu üyeleri olarak, yenilikçi bir bilim adamı, olağanüstü bir öğretmen ve yetenekli bir klinik teknisyene ödül olarak bu onur doktorasını vermekten gurur duyuyoruz.
Her başarılı insanın arkasında ona inanan, onu destekleyen, ona güç veren biri vardır. Bu iki bilim adamının zorlu hayatlarına eşlik eden iki değerli kadını da unutmamak lazım diye düşünüyorum. Film boyunca görüyoruz ki iki kadın da bütün zorluklara kahramanca göğüs germişler ve her durum ve şartta eşlerini yalnız bırakmamışlardır.
Emek ve yürek ortağı Dr. Blalock ve Dr. Thomas ile onlara inanmaktan asla vazgeçmeyen Dr. Taussing sayesinde bugün pallot tetralojisiyle doğan bütün mavi bebekler ailelerine ve dünyaya pespembe yüzleriyle gülümseyerek bakıyorlar.
Bu vesileyle hayatlarını tıp bilimine adayan gelmiş geçmiş bütün bilim insanlarını saygı ile anıyor, başta Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı profesörleri, uzman hekim ve araştırma görevlileri olmak üzere, sağlığımızı emanet ettiğimiz bütün doktor ve tıp çalışanlarına iyi ki varsınız diyor, sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Not: Film hakkında bir yazı yazmaya karar verdiğimde filmi bir kez daha izledim. Daha önce izlediğimde hissettiklerim, hayranlığım ve üzerimde bıraktığı etki katlanarak çoğaldı diyebilirim. Dönemden döneme geçiş sahneleri, kostümleri, oyunculuk kalitesi, konusu, müzikleri, insanlık adına verdiği mesajları ve yazımın içine alıntılamadığım ama en az onlar kadar çarpıcı ve değerli replikleriyle kendini izlettiren mükemmel bir film. Film ile ilgili tek olumsuz eleştirim oyuncuların 34 yıl sonraki hallerinin yansıtılması hususunda makyaj ekibinin başarısızlığı. Belki de sadece bir televizyon kanalı için çekilmiş olmasındandır bu detayın önemsenmemesi. Böyle bir filmin sinema salonlarının o büyülü atmosferinden nasibini alamamış olması sinema sevenler ve beyaz perde için büyük şanssızlık. Teknoloji sayesinde kuytuda kalmış cevherleri keşfetmek ise kendi adıma büyük şans. Kesinlikle vaktinizin bir saat kırk dokuz dakikasını bu filme ayırmış olmaktan pişman olmayacaksınız. İyi seyirler.
Hicran Aydın Akçakaya
YORUMLAR
Çocukluk yıllarımın siyahi yazar Alex Haley'in aynı adlı romanından uyarlanan "Kökler" isimli dizi filme uzanıverdim
Yine aynı yazarın "Malcolm X" otobiyografisi ve sinema versiyonu
Gene Hackman ve Willem Dafoe'nin başrolünü paylaştığı "Mississippi Yanıyor" adlı film de aklıma geliverdi bir anda
Ve tabi 1955 yılının Amerika'sında yankılanan meşhur "Montgomery Otobüs Boykotu" ve Rosa Parks adlı siyah bir kadının yanı sıra siyah rahip Martin Luther King'in mücadelesi hatırımda
Yıllar sonra bile olayın kahramanı Rosa Parks'a bir televizyoncu o gün yorgun olup olmadığını sorduğunda hüzünlü biçimde yorgunluğa bağlı olmayan bir mücadele duygusundan, azminden söz edecektir kadın
Medya mensubunun tavrı güneşte leke aramak misali bir terbiyesizlik
Kuşkusuz sizin yazınızdan farklı bir düzlemde bir hususunda altını çizmek mümkün
Farklı toplum, kültür ve çağlara ait olumsuzlukların, ön yargıların altını çizmek ne kadar kolay
Peki ya ön yargıların meydana getirdiği karabasanlar yakınlarda bir yerde ve hatta içimizde, dahası benliğimizin derinliklerinde ise
İşte tam da bu yüzden siyah düşmanlığı ile sınırlandırmadan ırk, cinsiyet, etnik köken, din, mezhep zeminli ötekileştirme triplerinin hepsi zor, zoorr
Nihayet güne gelen yüreği, emeği, kalemi, kelamı kutlarım efendim
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 8/8/2017 12:22:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hicran Aydın Akçakaya
Elbette siyah düşmanlığı ile sınırlamadan ırkçılığa ve her türlü ötekileştirmeye karşıyız, burada bir film önerisinde bulunduğum için ve bu film de zenci sorunlarını ele aldığından konu böyle gelişmek durumunda kaldı.
Tekrar çok teşekkür ediyor, saygı ve selamlarımı bırakıyorum...
levent taner
Konu bütünlüğü, konuya tam bir bağlılık duymanız noktasında zaten bir sorun bulunmuyor
Kompozisyon bağlamında böyle kıymetli bir kalem sahibine söz söylemek mümkün mü?
Tekrar kutlarım sizi hanımefendi
Saygı ve selamlarımla...
filimi ne zaman izlerim bilemiyorum kardeşim
ama yazını tamamını okudum, ve bir filim anlatısını
böyle tutkulu böyle içten anlatımına hayran kaldım....
şahit olduğum var oluş mücadelesi, her şeye rağmen
inandığı değerlere sahip çıkma düşüncesi değil midir ki
insanlığımızın bilincinde olmamızı sağlayan....
diğer bir konu zencilere reva görülen davranış biçimleri.
eskisi kadar olmasa da hala devam ediyor kendisini insan sanan zavallıların ''öteki''
insanlara dini dili ırkı etnik kökenleri nedeniyle aşağılayarak bakmaları...
ki yukarı da belirttiğim farklılıkları olan bir kesime dahilseniz
böylesi durumları çokça yaşıyor ve karşılaşıyorsunuz..
ve bu tür olaylara kendimden şahidim....
peki böyle oluyor diye sineye mi çekeceğiz. hayır asla
insan olabilmek ve insanca yaşayabilmek adına
bu yazı ve bu yazının anlatısı filimin konusundaki gibi
sonuna kadar mücadeleye devam...
teşekkürler bu güzel paylaşımın için Hicran kardeş
her dem selam saygı
Hicran Aydın Akçakaya
Teşekkür ederim Ahmet Ağabey zaman ayırıp, okuduğunuz için.
Saygı ve selamla...
Farkında olanların varlığından haberdar olmak ne hoş !
Onların kalabalıklar içindeki ahvali ; sayısız çakıl taşları arasındaki , fark edilemeyen pahası biçilmez inciler gibiymiş meğerse ...
İnce idrakin sahibi , bu kutlu dert kervanının bahtiyar yolcularına selamlar olsun !..
Kalbi tebriklerim , teşekkürlerim ve saygılarımla efendim !..
Hicran Aydın Akçakaya
Saygı ve selamla...
…Acılarla dolu bu dünya tiyatrosunda peş peşe gecen sahneler insana elem verir. Biraz sabret; Yönetmenimiz aracılığıyla ve yazarımızın yazısıyla , bakarsın bu vahşi hayat oyunu anlamlı bir yorumla sona erer….
Şey ya da şeyler ya da her’ şey insanın aklının bir köşesinde dünyayı esir almak için seyahatini bekler. Kim ne derse desin, kim ne kadar düşünürse düşünsün; insan tarihten ve yaşadığı geçmişten utanç duyma duygusunu çoğu kez görmezden gelir. En büyük utançlardan biride IRKÇILIKTIR !
Dünyada sayısız savaşların nedeni, sayısız insan ölümü ve sayısızca devam eden ,ilerleyen bu ayrımcı duygu, tedavisi mümkün olmayan bulaşıcı bir hastalık adeta.
Filmin içeriğinde insanın başarının dahi bir yere kadar kabul gördüğüne şahit oluyoruz. Renklerin insan başarısına etkisinden çok; insanın: ırk, din, coğrafya, sahip olduğu kültür sayesinde birileri tarafından aşağılık ya da yücelik ile ölçülmesi Tanrının dahi tahammül sınırlarını zorlamaktadır.
Dünyanın en büyük güçleri tarafından yazılan ve dünya halklarına çektirilen acıların en temelinde yatan hikaye IRKÇILIK GAZABIDIR. İnsanlık onca acıyı bu duygu sayesinde yaşamış; ama geçmişten alınamayan derslerle hala ama hala dünyada ve ülkemizde kesintisiz bir şekilde yaşanmakta.
Bütün renkler, bütün dinler, bütünlüğün içinde yaşayan her insanın yaşama hakkına saygı duyulması için hep beraber ırkçılığa hayır. Umarım daha güzel konular insanlığın en güzel filmleri için konu olur.
Sevgiler.
Hicran Aydın Akçakaya
Oysa dünya renkleriyle güzel. Bi öğrenebilsek bunu her şey çok daha güzel olacak...
Çok teşekkür ederim sevgiyle...
Yazınızı okuduktan sonra ilk işim filmi izlemek olacak Hicran hanım.
Ön yargıyla beslenen ötekileştirmenin ne kadar utanç verici olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş bir filmi böylesine güzel bir yazıyla destekleyen kaleminizi yürekten kutluyorum.
Tanrıya inananlar neden tanrının yarattığı insanları rengine göre ayırır ve ikinci sınıf insan muamelesine maruz bırakırlar anlamış değilim. Tekrar , tekrar kutluyorum..
- "Evladım bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir."..... SEVGİLERİMLE
Hicran Aydın Akçakaya
sevgiyle...
Sevgili Hicran hanım yazının başını okuyup bıraktığın not'a istinaden sonunu okumamıştım
Çünkü filmi görmemiştim ve senin beğenine değer verdiğim için filmi izlemek istiyordum İzleyip senin yorumunu sonradan okumak daha iyi olacaktır düşüncesiye kararsızken bir ara ordan oraya koşarken bir ara fırsatı kaçırıvermiş bu yaşlı arkadaşın
Lakin hangi türe girdiğini bilmediğim bu çalışman kalite kokuyordu ŞİMDİ YİNE OKUMaYACAĞIM YORUMUNUN SONUNU ve ta ki ilk fırsatta o filmi görene kadar ama emeğin güne düşünce tebrik etmemde bir engel yok Gönülden; gönül dolusu kutluyorum arakadaşım sevgiler
yukapel tarafından 4/26/2016 12:21:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
Hicran Aydın Akçakaya
Israrla izlemeni tavsiye ederim hatta keşke birlikte oturup izleyebilsek ne iyi olurdu...
Geçenlerde Maide son anda aramasa idi onlarla birlikte gelebilirdim ama olmadı...
En kısa zamanda görüşmek üzere diyor sevgiyle kucaklıyor ve öpüyorum seni...
yukapel
Sen öyle bir şey yaptın ruhuma kendinden öyle bir iz bıraktın ki mesafeler uzun da olsa, fazla görüşemesek de ben artık iflah olmam Bana sürpriz yapıp, özveriyle benim o şiirimi gözümde bin kat daha büyüten jestin unutulur gibi değil
O şiir artık benim değil senin; Senin sesin deydi ona ve her dinleyişte hem çok mutlu oluyor hem de çok hüzünleniyorum
Selma'larla gelmen çok iyi olurdu elbette Ancak uzak yerden gelip öyle bir iki saat birlikte olmak yetmiyor bana Zaten evi çok zor buldular Ben de gelecekler mi gelmeyecekler mi ikileminde arzu ettiğim gibi de onları ağırlayamadım İnşallah yine nasip olur
Tabii ki sen de olsaydın çok iyi olurdu Umarım bi dahaki sefere daha iyi organize oluruz Sevgiler selamlar gönderiyorum kadim dostuma muhabettle sevgiiyle kal esen kal hoşça kal diyorum görüşürüz inşallah sevgiler
Sevgili Hicran hanım yazının başını okuyup bıraktığın not'a istinaden sonunu okumamıştım
Çünkü filmi görmemiştim ve senin beğenine değer verdiğim için filmi izlemek istiyordum İzleyip senin yorumunu sonradan okumak daha iyi olacaktır düşüncesiye kararsızken bir ara ordan oraya koşarken bir ara fırsatı kaçırıvermiş bu yaşlı arkadaşın
Lakin hangi türe girdiğini bilmediğim bu çalışman kalite kokuyordu ŞİMDİ YİNE OKUMaYACAĞIM YORUMUNUN SONUNU ve ta ki ilk fırsatta o filmi görene kadar ama emeğin güne düşünce tebrik etmemde bir engel yok Gönülden; gönül dolusu kutluyorum arakadaşım sevgiler
Ben bu filmi daha çok yeni izledim. Bildiğimden, haberim olduğundan değil, tamamen Alan Rickman'dan dolayı. TV'de öldüğü haberi verilince, adına değil ama yüzüne aşina olduğum aktörün filmografisine baktım. Onun da oynadığı bir yığın filmi seyrettiğimi hatırlıyordum. Koku (Patrick Süskind) ve Tim Burton'un müzikal-korku filmi gibi. Sonra en iyi olduğu ilk beş filmden biri, işte bu filmmiş.
Rusça'sını izledim. "Tvorenie Gospodne-Tanrının İşleri" Türkçesi böyle bir şey. Fakat, Türkçe ismini kim akıl etmişse cuk oturmuş.
Irkçılık midenizi ağrıtacak. Üstüne bir de II. Dünya Savaşının ekonomik krizi...
Yazıyı okumadan önce filmi izlemenizi tavsiye ederim. Çok duygulanacağınız yerler var doğru ama; sinirden kudurtacak sahneler de az değil. Neyse, daha fazla spoiler vermeyelim.
Güzel paylaşım olmuş, teşekkür ederim.
Sağlıcakla,
Hicran Aydın Akçakaya
Koku filmini merak ettim ilk fırsatta izleyeceğim...
Ben teşekkür ederim katılımınız için
Saygı ve selamla...
Bu ve buna benzer bir çok film izlemiştim. "TANRIYI OYNAYANLAR" filmi ve yazıdaki düşünceler hakkındaki yorumumu, kendisinden çok uzakta yaşanan, olaylara objektif bakabilen ,lakin yaşadığı çevrede bu tür şeyleri görmeyen bir kaç yorum daha görmek istiyorum.
Asıl mukayese, kendimizden ve yaşadığımız çevre ile başlarsak, nerede durduğumuzu, nereden baktığımızı ve nasıl yaşadığımızı daha iyi görebileceğiz.
Siyah,beyaz kadar masum;ırkçılık ise onu savunan, onu yaşayanlar kadar yasadışıdır.
Umarım güne gelir böylece bir çok üyenin ekranına düşer ve yazı yorumlanır. Bu sayede,ikinci kez yorumlama şansım olur .
Sevgiler
Hicran Aydın Akçakaya
sağolasın selamlar...
Heralde beş kere izledim bu filmi. Her izleyişimde farklı detaylara takılıp değişik düşüncelere dahil oldum.Hayatımı şekillendiren bir filmdir diyebilirim. Mesela çok ağır bir okul olan Tekstil Mühendisliğini bitirip bir süre çalıştıktan sonra mesleğimi bırakıp Proje Geliştirme Yöneticiliği işine yönlenmeme sebep, evlenmeme sebep, çocuk sahibi olmama sebeptir.Filmdeki mücadeleyi, hayallerin gerçekleştirilme isteğini izlerken;umudu umutsuzluğu özetle yaşamın kendisini bir daha seviyor insan.Teşekkür ederim size bu kadar güzel bir filmi hatırlattığınız ve tekrar izlememe vesile olacağınız için ki sunduğunuz detaylara daha bi dikkatli bakacağım.
Ben şu konuşmaya takıldım mesela uzun süre:
" dua edelim mi? ...Boşver, O bizi zaten duymaz..."
Sevgiler
İpekyildiz tarafından 4/25/2016 1:54:12 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hicran Aydın Akçakaya
sanırım izleyenin o andaki ruh hali ile de alakalı bu durum...
teşekkür ederim katılımın için sevgili İpekyıldız...
selamlar sevgiler...
Talebiniz üzerine yazıyı yarıda kestim. Filmi izledikten sonra detaylı okuyacağım. Teşekkürler
Hicran Aydın Akçakaya
teşekkür ederim iyi seyirler...
Hicran Aydın Akçakaya
Teşekkür ediyorum Habib Bey.
Saygılar.