- 430 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HAVADAN SUDAN!
Bazan havadan sudan yazmak beni rahatlatıyor. Geçenlerde Kafana Göre yaz, dediğim gibi. Konuşsan kimse seni dinlemediğine göre yazmak terapi sanki. Yaz yazabildiğin gibi. Okuyan okur, beğen beğenir, beğenmeyenlerin de başımızın üzerinde yeri var zaten. Hem sonra öyle iddialı biri de değiliz. Bu Pazar da şöyle havadan sudan yazayım, dedim.
Yaşamak öyle kolay mı dostum. Senin paran pulun varsa tabi ki kolay diyorsan saygım var. Ey para! Bütün dünya, mihverinin etrafında dönmüyor mu ve de bütün alem esirin değil mi? Son zamanlarda şu yakınımdaki büyük marketi polisler beklemeye başlayınca hayret ettim. Polise haksızlığı önlemeye çalışan kolluk kuvveti gözüyle bakıyorum.(Öyle zaten) Gençler, üniversite bitiriyorlar, öğrenim gördükleri dallarda iş bulamayınca “ polislikte” hayata tutunmaya çalışıyorlar. Düşün bir kez. Üniversitenin psikoloji bölümünü bitiriyorsun, iş bulamıyorsun soluğu polislikte alıyorsun çok geçmeden psiko manyak olup çıkıyorsun. Polis arkadaşın biriyle sohbet etmiştim zamanında. Arkeologmuş. Ama kader(!) onu polis yapmış. Her gün it kopukla yüz yüzeyiz arkadaş demişti. Düşün halimizi. Hani, üzüm üzüme baka baka kararır, atasözü var ya. Bize de suçluların psikolojisi bulaştı, demişti. Diyeceğim şu ki marketteki polislerin neden orada olduklarını öğrenince şaşırmadım desem yalan olur doğrusu. Sermayeyi koruyorlarmış. Ne desem bilmiyorum ki. İdeolojinin adamı olmadığım için sıradan biri gibi düşündüm:
“ Polis sermaye sınıfını koruyor, küçük esnaf kepenk kapatıyor!”
Slogan gibi oldu bu cümle. Gençliğimde ne sloganlar atmıştım halkım için ama hep boşunaymış.(demek ki ideolojiye bulaşmışım) Menfaat için atılan taklaların haddi hesabı yok. Bireysel menfaat söz konusu olunca toplumsal dayanışma fos çıkıyor.
Polis demişken aklıma polis yazarlardan Ali Bayram’dan birkaç kelâm etmeden geçemiyecem. O kadar stresin arasında nasıl zaman buluyorsun ki o kadar değerli romanlar yazıyorsun doğrusu gıpta ediyorum. Diğerleri gibi son romanını da (Tanrı’nın Beğenmediği Kadın’)da bir solukta okudum. Müthiş bir polisiye roman. Ankara’nın varoşlarını bütün çıplaklığı ile gözlerimizin önüne sererken yapılan cinayetin ardından katili bulmak için bizi soluksuz peşinden sürüklüyor romanı. Baş karakter dedektif Erhan Amir, herkesten kuşkulanırken neredeyse ben de kendimden kuşkulanır olmaya başlamıştım. Acaba katil ben miyim, diye. Diyeceğim şu ki edebiyat aşığı değerli polis kardeşim ile bazen birlikte sohbet ettiğimizde “yazmasam kafama sıkarım abi,” demişti.
İşte ben buna karşıyım arkadaş. Yokum bu işte. Ne kadar acı çekersek o kadar olgunlaşır, hayata o denli pozitif bakarız, demiştim. İntihar eden yazarlara da bu yüzden çok kırgınım. S.Zweig, J.London, v.b. Herkes kendi dünyasında sen tahtalı köye gitmişsin kimin umurunda…
Kayalardan yuvarlanırken bile hayata tutunacaksın arkadaş. Yok öyle pes etmek.
Sinirler gergin. Adama şöyle bir bakış fırlatsan “ niye baktın ulan,” diye zılgıtı yediğin gibi canından bile oluyorsun hafizanallah!
Daha geçenlerde pazarlarda kan gövdeyi götürdü. İki ölü, iki yaralı. Esnafın biri, diğerine bu saatte arabanın ne iş var Pazar yerinde deyince silahlar konuşmaya başlıyor ve sonuç vahim. Küçük esnaf, perişanları oynuyor ya sinirler o yüzden gergin. Herkes çatacak adam arıyor. Başıma gelecekleri sezdiğim için hep kendi kendimle konuşur, kendi kendime gülerim. Sen delimisin, diye sorduklarında içimdeki deliyi arıyorum da bir türlü bulamadım diyince onlar da gülerler. Böylece vartayı atlatırım. Adamın biri bana şöyle demişti:
“ Oğlum beladan kaç, bir anlık dayılık yaparsan ömür billâh kodeste karılık yaparsın! “
Bekârken kanımız deli deli akardı ama evlenince süt dökmüş kediye döndük. Sorumlu olduğum eşim, çocuklarım gözlerimin önüne geldikçe gölgeme bile selam verir oldum.
Yıllar geçse de insan geçmişteki dostlarını arıyormuş. Muş diyorum çünkü öyle bir gelişme ile karşılaştım ki insanlık hala ölmemiş diye içimde umut ışığı şavkıdı.
Seksen yıllarındaki arkadaşım Kadir Çağın, beni facebook’da bulmuş. Arkadaşlığını kabul ettim ya kendisini unutmuşum, resimlerinden de çıkaramadım. İnsan, nasıl şekilden şekle giriyor ya! Neyse uzatmayayım telefonlaştık. Otuz sene Almanya’da kaldıktan sonra İstanbul’a ailece gelip yerleşmişler. İlk işim eski arkadaşlarımı bulmak oldu, diyor. Belirli günlerde Eminönü’ de bir yerde buluşup sohbet ediyoruz, Kimisi zengin olmuş, kimisi fakir, kimisi dekan olmuş, kimisi hamal. Ama etiketlerimizi kafenin dışında bırakıp eski günlerimizden dem vuruyoruz…İstanbul’a beklerim, diyor.
Ey para, sen dünyanın kralı olsan da fasa fisosun. Her şeye gücün yeter ama dostluğa asla. Geride kalan dostluklar. Terk edilmişlikler. Hasretlik çekilen sıla. Yaşam ne kadar acımasız değil mi. Yaşamayı nasıl tarif etmek gerek, bir türlü bilemiyorum. Yıllar sonra bile arkana dönüp baktığında pişmanlık duymayacak şekilde mi yaşamak? Dostluklar, aşklar hepsi birer rüya oluyorlar sanki. Mazide kalan derin izler. Yılar sonra bile karşılaşıldığında eski tadı veriyorlar mıydı acaba? Kadir arkadaşım, seni çok iyi anlıyorum. Demek ki hayatında boşlukta kalan bir otuz yıl var. İşte bunu da eski dostlarınla gidermeye çalışıyorsun değil mi?
Havadan sudan işte. Şuradan buradan. Birinci kattaki nine, evde kalmış kızına donlarını bahçeye ağaçtan ağaca bağladığı ipe astırmış yine. Aman asarsa assın ya. Yöneticiyi kim takar. Benim donlarımla uğraşanın ağzını cart diye yırtmazsam bana da Naciye demesinler. Belaya bulaşmaktansa çalıyı dönmek en iyisi. Görmemezlikten gelip geçiyorum asılı donlara. Yoksa yetmişlik ninemin gözleri üzerimizde. Anında pencereyi açıp höykürmesi içten bile değil:
“ Benim donlarımla uğraşanın ağzını cart diye yırtarım!”
Havadan sudan işte!
(Bundan böyle pazardan pazara yazacam!)
YORUMLAR
Yer, Sakarya caddesi.
Hosta piknikten alınan yarım ekmek dönerler elimizde.
Hemen yanındaki heykelimsinin dibine oturmuşuz.
Sen tatlı tatlı anlatıyorsun.
Ben de dikkatle, zevkle dinliyorum.
Ne havadan Sudanı ? Kitabın ortasından bir sohbet aldı başını gidiyor.
Ayhanım !
Bu yazını böyle bir ortamdaymışız gibi okudum.
Sen adamın Hasısın.
Öperim gözlerinden...