- 615 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR MANİNİZ YOKSA…
Sanırım yazının başlığını okuyanların birçoğu cümlenin arkasını da getirecektir .
Ahh o günler… diye devam etsem eminim ki yine çoğununun o günlere dair söyleyecek sözleri anıları saklandıkları yerlerden çıkıp birbirleriyle yarışacaklardır özlemle.
Benim mi…
Ahh ben…
Bunu çok bilinen bir tiratla cevaplamak geldi içimden:
Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!
Her şey unutulmaya mahkum bu dünyada denir ya hep.
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir demez mi ünlü düşünür Herakleitos de.
Düşünüyorum da…
Özlemediğim hasretini çekmediğim ne kaldı ki elimde eskiye dair. Şimdilerde ise görmek istemediklerimi görmemek için gözlerimi kapatıyorum sıkıca. Hafızamı donduruyorum hatırlamak istemediklerimi unutmak için. Tüm yetileri yitime uğramış bir biçare gibiyim hanidir.
Yarın 23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI. Bu anlamlı günün 96. Yıl dönümü.
Çoğu yağmurlu geçerdi o zamanın Nisan mevsiminde bayramlar.
Gropon kağıdından elbiselerimiz kelebek katlarımız bahar çiçekleriyle bezeli taçlarımız ve gözlerimizde coşku dolu sevinç yaşları. Şiir okumadığım bir bayram hatırlamıyorum.
Çocukluk yağmur şiir ve bayramlar. Ele geçmez mutluluklar.
Yedi sekil yıl kadar önceydi tahminen. Bindiğim belediye otobüsünde tanışmıştım, çocukluktan bu yana birbirlerinden kopmayan iki yakın arkadaşı. Önümdeki koltukta oturuyorlardı yan yana. Otobüs tıkalı yolda dura kalka ilerlerken, onlar sohbeti hızlandırıyorlardı zaman kaybına inat.
Kulak misafiri olduğum tatlı bir cümlenin arasına giriverdim can sıkıntımı hafifletmek niyetiyle daha çok.
İkisi aynı anda çevirdi başlarını. Aydınlık güler yüzleri bana cesaret vermekle kalmadı yolun uzamasını bile istedim. Açılan çenemi kapamak onların inecekleri durağa gelmeleriyle mümkün oldu ancak. Beni pek sevdiklerini söyleyip telefonumu istemişlerdi o arada.
Kısa bir zaman sonra aramış, ’bir manim yoksa’ ziyaretime geleceklerini söylemişlerdi. Yalnızca bu giriş bile manilerimi kaldırıp kenara atmama yetmişti. İşte o günden bu güne dostluğa dönüşen arkadaşlığımız sürüp gidiyor.
İkisi de harika insanlar. İyi bir hayat arkadaşı, olması gerektiği gibi bir anne ve çok maharetli kadınlar. Cana yakın samimi saygılı konuksever nazik ve anlayışlı halleri beni kendilerine daha çok bağladı.
Laf aramızda sevgili eşleri ise tam kafa dengim.
İkisinin de iki oğlu var. Birinin iki oğlu da evli ve torunları var. Torunlar baldan tatlı ama gelinler ı-ıh! Diğerinin ise iki oğlu da bekar ve onları evlendirmenin peşinde. Hayırlısı ne diyelim.
Geçenlerde bana emrivaki yaptılar. Oğlanlardan biri gelip beni kapar gibi evden aldı ve doğru annesine götürdü. Tabi diğer dostumla birlikte karşıladılar. O bir gün öncesinden gelmiş meğer.
“Böyle yapmasaydık geleceğin yoktu” diyerek epey bir sitem ettiler.
Kısa bir hoş beşten sonra cam içlerine sıralanmış renk renk saksı çiçeklerinin göz alıcı gönül okşayıcı bakışları altında içtik sabah kahvelerimizi.
Derken sıra yemek faslına geldi.
Masanın üstündeki günlük örtü değişti. Zamanın ‘dertsiz’ denilen masa örtülerinden değil de kolalı ütülü keten örtü, kumaş peçeteler , porselen yemek takımları yerleştirildi masaya.
Oldu olacak mönüyü de sıralayayım bari.
Tavuk suyuna şehriye çorbası. Biber kabak ve yaprakla yapılmış karışık etli dolma. Bol dereotlu tazecik zeytinyağlı bakla.
Bütün yeşilliklerin kullanıldığı domates salatalık kırmızı lahana ve havuçla harmanlanmış limonlu nar ekşili mevsim salatası. Tavuk şiş ve tereyağlı leziz pirinç pilavı ve yanı sıra lahana turşusu. Tatlı olarak da dondurmalı muhallebi.
Evi Ataşehir tarafında yemyeşil ağaç ve renk renk çiçeklerin güllerin devran sürdüğü çok geniş bir alanın içinde yer alan sitenin giriş dairesi.
Ohh tam bana göre. Pencerenin önünde demli çaylar eşliğinde Trakya yöresinin çarşafta açılmış özel böreğini midemin halini sormadan ona misafirliğe yollarken, cızırtılı bir taş plaktan nağmeler yükseldi ansızın. Mide fesadından öldüm de gaipten sesler mi geliyor dememe kalmadan arkadaşım diyeceğini dedi. "İşte sana kayınpederimden kalma eski bir gramofon ve iki üç taş plaktan biri."
Sabrımı gamzelerin sihr ile tarâc edeli
O güzel gözlerinin nûruna yandım ezeli
Acı, öldürme ki kalbimde hayâlin yaşasın
Yeter ey, gözleri sevda dolu esmer güzeli.
Sihr: Büyü kadar te’siri olan şey
Târâc: yağma, talan, çapul—yağmalama, talan etme.
İnanılır gibi değil. Hüzzam ve ölüp bittiğim bir şarkı.
Yaşa sen arkadaşım diye boynuna sarıldım ve bir maniniz yoksa birkaç gün kalabilir miyim dedim masum bakışlarla..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.