- 845 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
23 NİSAN 1920 VE MİLLİ EGEMENLİĞİN ÖNEMİ
TBMM’nin açılışının 96.yıl dönümüdür.Bu gün yeni bir devletin doğması ve egemenliğin millet iradesi ile meclise yansıtılması bakımından önem arz etmektedir.Bu zaman sürecinde, meclisin çalışması sekteye uğratılmışsa da bu güne kadar parlamenter sistemle devletimizi yönettik.Bundan sonra da aksayan yönlerini yenileyerek yola devam edilmesi bir elzemdir.Ama günümüzde bu sistemi değiştirmek isteyenler,kendi heveslerini tatmin etmek isteyenler vardır.Bunun ne şekilde olacağına aziz milletimiz karar verecektir.
Bizim burada anlatmak istediğimiz,milli iradenin meclise yansıması bakımından, milli egemenliğin önemini anlatmak ve vurgulamaktır gayemiz.
Milli egemenlik, Egemenliğin, yani devleti kuran, yöneten en üstün gücün, kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete ait olmasıdır. Cumhuriyetçilik ilkesini bütünler.
Gerçek cumhuriyet, egemenliğin millete ait olduğu cumhuriyettir. Atatürk, TBMM`nin toplanmaya başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün gücün millette olduğunu belirtmiştir. O`na göre, ``millet her türlü isteğini yerine getirme gücüne sahiptir. Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur.``
Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti`nin egemenliğini kendi eliyle kullanmasından doğup gelişmiştir. Egemenliği milletinin elinden almak artık düşünülemez.
Cumhuriyetçilik ilkesi Kemalist ilkeler arasında yer alan Cumhuriyetçilik esas itibariyle Demokrasinin devlet şekline uyarlanmış hali şeklinde tanımlanır. Farsça halk demek olan "Cumhur" kelimesinden gelir. Bu bakımdan Halk ve yönetim kelimelerinin bir araya geldiği "Demos" ve "Kritos" yani demokrasi sözcüğünün eş anlamlısı kabul edilebilir.
Atatürk için, Kemalizmin "cumhuriyetçilik" ilkesi ile "demokrasi" eşanlamlı idi: Cquote|``Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Milli egemenlik esasına dayalı memleketlerde siyasi partilerin var olması tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti`nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.``
Atatürk için, demokrasi herşeyden önce bir özgürlük sorunuydu: Cquote|``İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi sosyal yardım veya iktisadi teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir görüş vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyaçlarını uyutmayı amaçlar... Bir ulusu oluşturan bireylerin o ulus içinde, her çeşit özgürlüğü, yaşamak özgürlüğü, çalışmak özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmalıdır.``
Atatürk`ün kendi el yazısı ile kaleme aldığı ve halka demokrasiyi ve özgürlüğü öğretmek için ele aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında "kamuoyu" şöyle anlatılıyordu : Cquote|``Ulusal egemenlik temeline dayalı temsili bir hükümette kamuoyu büyük rol oynar. Basın yayın ve toplantı özgürlükleri olmadan ve kamuya ilişkin işler hakkında geniş bir eleştiri ortamı bırakılmadan kamuoyu görevini yerine getiremez. Ulusal egemenlik ve temsili hükümet düşüncesinin yayılması ve yükselmesi ancak kamuoyunun etkinliği ile olabilir.`` Aynı kitabında Atatürk`ün "basın özgürlüğü" ile ilgili görüşleri de şöyleydi: Cquote|``Basın yayın özgürlüğünden ortaya çıkabilecek olumsuzlukları ortadan kaldıracak etkin yol, kesinlikle geçmişte olduğu gibi basın yayın özgürlüğünü kısıtlama yolu değildir. Basın yaın özgürlüğünden doğacak sakıncaların ortadan kaldırılması yolu, yine doğrudan basın yayın özgürlüğüdür.``
Atatürk`ün daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak olan "``Halk Fırkası``"nın tüzüğünü hazırlarken, bu partinin "``laik demokrat``" olduğunu vurgulamaya özen göstermiştir. Zamanın Fransa Büyükelçisi`ne söyledikleri ise onun demokrasi anlayışını göstermektedir. Cquote|``Kişisel iktidar gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Parlamenter bir cumhuriyet kuracağım.`` Atatürk elinde hem padişah hem de halife olacak kadar gücü olduğu halde Cumhurbaşkanlığını bile geçici bir görev olarak düşünmekteydi. Fethi Okyar`ın 9 Ağustos 1930 tarihli mektubuna verdiği yanıtta şu satırlar vardır: Cquote|``Bildiğiniz gibi resmi görevim dolayısıyla ben bugün Cumhuriyet Halk Fırkasının Genel Başkanlığını fiilen yapamamaktayım. Fiili Başkanlık İsmet Paşa tarafından yerine getirilmektedir. Cumhurbaşkanlığı görevimin bitiminde, bizzat kurduğum Cumhuriyet Halk Fırkasının Başkanlığını fiilen yerine getireceğim tabiidir.``
Bunun dışında,iktidarın denetlenmesi ve demokrasinin tam manasıyla ülkemizde yerleşmesi için;1924 yılında Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası,1930 yılında da Serbest Cumhuriyet Fırkası Atatürk’ün direktifleriyle kurulmuştur. Ancak cumhuriyet düşmanları bu partilerde kümelenmesi sonucunda istenilen demokrasi bir türlü gerçekleştirilememiştir.
Ali Suavi, Namık Kemal ve başka Genç Osmanlılar özellikle Amerikan ve Fransız devrimlerinin de etkisiyle sultanın otoritesini kısıtlayacak bir rejim talep ediyorlardı. Özellikle II. Abdülhamit döneminde Fransız filozoflarının görüşleri Jön Türkler arasında geniş ölçüde yayıldı. Atatürk de bu oluşumun bir parçasıydı. Bununla birlikte Atatürk`e kadar reform düşüncesi meşrutiyet fikrinin ötesine geçmemişti.
Cumhuriyet düşüncesinin gelişme fırsatı bulması özellikle Birinci Dünya Savaşı`nı izleyen dönemde mümkün oldu. Savaştan sonra Rusya, Almanya ve Avusturya gibi imparatorluklar yerlerini cumhuriyet rejimlerine bıraktı. 1918`de Azerbaycan ilk Müslüman cumhuriyet olarak kuruldu. Rusya`daki diğer Müslüman halklar da kendilerini cumhuriyet olarak ilan etti. Cumhuriyet fikri böylece bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika`ya yayıldı.
Atatürk`ün cumhuriyet kurma projesini ne zaman planlamaya başladığı tam olarak bilinmemektedir. Ama daha 1919`daki milliyetçi toplantıların raporlarına bakarak bağımsızlık mücadelesinin başından itibaren Atatürk`ün cumhuriyetçi fikirlerden etkilenmiş olduğu söylenebilir.<ref>Paul Dumont (1999). Kemalist İdeolojinin Kökenleri. Jacob M. Landau (Yay. Haz.) (1999). Atatürk ve Türkiye`nin Modernleşmesi, İstanbul: Sarmal, ISBN 975-8304-18-6 (s. 49-72) içinde. s.53.</ref> Ancak sultanlığa ve halifeliğe bağlılığın kuvvetli olması nedeniyle Atatürk ve onun gibi düşünenler fikirlerini gerçekleştirmek için beklemek zorunda kaldılar. Cumhuriyet saltanatın kaldırılmasından neredeyse bir yıl sonra ilan edildi.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmasıyla milli egemenlik Meclis ve hükümet düzeyinde temsil edilmeye başlamıştır. Mustafa Kemal, Meclis’e verdiği bir önergede, Meclis’in üstünlüğü (TBMM’nin üstünde hiçbir kuvvet mevcut değildir), Meclis’in seçtiği ve Meclis’ine karşı sorumlu bir hükümet kurma zorunluluğu ve padişahın gelecekte kanuni düzenleme içinde yeralması gerektiği gibi hususlar üzerinde durmuştu.2 Mayıs 1920’de kurulan 11 kişilik İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu), TBMM adına, daha doğrusu millet adına yürütme yetkisini kullanıyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti’nde görev alan bakanlar Meclis’in “Vekilleriydi.Devlet içinde en üstün buyurma kudreti olarak tanımlanan egemenliğin, millete ait olduğunu ifade eden Milli egemenliğe 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda geniş yer verilmiştir. Buna göre; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, idare usulü halkın mukadderatını doğrudan doğruya ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanmaktadır. Yürütme kudreti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde toplanır. Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi’nce yönetilir ve hükümeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşır” denilmekteydi. Amasya Genelgesi’nden beri milli egemenlik düşüncesinin ilk defa resmileşmesi ve kanunlaşması demek olan 1921 Anayasası, 1924’ten itibaren diğer anayasalarımızın temelini oluşturmuştur.Milli Mücadele döneminde, birtakım gelişmeler ve resmi kararlar dışında kullanılan deyimlerin çoğu milli egemenlik ve milli devletle ilgilidir. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz: Milli Mücadele, Milli İstiklâl, Milli Hareket, Milli Zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hakimiyet-i Milliye, Kuva-yı Milliye, İrade-yi Milliye, Milli Hakimiyet, Vicdan-ı Milli, Milliyetçilik, Milli Kongre, Milli Meclis vb.
Mustafa Kemal, Milli Mücadele’nin başlangıcından itibaren her fırsatta milli egemenliğin Türk milleti için önemine değinmiş, şahsi yönetimlerin sakıncalarından bahsetmiştir. Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanması, Saltanatın kaldırılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla milli devlet, milli egemenlik ve bağımsızlık hedefine ulaşılmış oluyordu.
İşte bu kadar uzun bir mücadeleden sonra, elde ettiğimiz milli egemenliğimizin kıymetini bilmeli hiç bir zümreye ve hiç bir kimseye ayrıcalık tanımadan kazandığımız cumhuriyet değerlerimize sahip çıkmalıyız.
Saygılarımla
Kaynaklar:
DOÇ. DR. MESUT ÇAPA, Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi
Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ahmet Taner Kışlalı, İmge Kitabevi
YORUMLAR
Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir.Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir.Toplumun bütün fertleri kanun karşısında eşit sayılmış, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınmamıştır. Bu bakımdan milli egemenlik çok önemlidir. Günümüzde ve her zaman önem arz eden bir konu kaleminize sağlık....