- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KENDİ HAPİSHANEMİZ
Yapmadığınız atışların yüzde yüzünü ıskalarsınız. Wayne Gretzky
Psikolojik bunalımdaki insanlara baktığımız zaman gözlemlediğimiz ilk şey; bu insanların zihinlerinde kendilerine âdeta bir hapishane yarattıklarıdır: Bu insanlar, zihinlerinde görünmez bir duvar inşa etmişlerdir. Bu duvarın yıkılmasına asla izin vermezler. Psikolojik bozukluk olarak adlandırdığımız bu durumdaki kişilerin, belli kalıplar içerisinde davranış gösterdiklerini izleyebiliriz. Sabit fikir, hep aynı düşünce sistemi üzerinde çalışır: Sürekli kendini tekrar etmekle meşguldür. Bu kısır döngü kişileri intihara kadar sürükleyebilir.
Tüm insanlık bu halde değil midir? Kendimizi belli duvarlar içerisine hapsetmiyor muyuz? Ünlü şair Nazım Hikmet şu dizelerinde ne kadar güzel dile getiriyor bu durumumuzu:
Beni hapse attılar/ Beni duvarların içine, seni duvarların dışına
İşin asıl kötüsü, hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması./
Gelin beraberce bu konuyu biraz irdeleyelim.
Aristo: “Yaşam devinim içerinde vardır” der. Yani durağan hiç bir şey yoktur mikro ve makro evrende. Atom altındakilerden, gök adalara (galaksi) kadar her şey hareket halinde değil midir? Duraklama diye bir olgu bulunmaz tüm evrende. Hareket, aynı zamanda değişim demektir. Değişim, yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Burada Krishnamurti’ den aldığım bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum.
Gürül gürül akan bir ırmak âdeta yaşam doludur. Sürekli bir hareket ve değişim söz konusudur. İçinde balıkları görebilirsiniz. Irmağın kenarında, ırmaktan barikatlarla ayrılmış küçük su birikintilerine rastlarsınız. Bunlar tamamen hareketsiz, üzeri pislikten kabuk bağlamış, durağan, kokuşmuş bir haldedir. Etrafını çevreleyen barikatlar, onu ırmağın canlılığından ayırırlar. Küçük su birikintisinde he rşey kontrol altındadır. Diğer bir deyişle her şey güven altındadır. Halbuki ırmak sürekli hareket, değişim halindedir; her an her şey olabilir. Diğer bir deyişle kesinlikle güven altında değilsinizdir. Bazen hızlanır, bazen yavaşlarsınız, önünüze bir kaya parçası çıkar ona çarparsınız, onu aşmak için çabalarsınız. Etrafını dolaşır, veya üzerinden aşar, geçer, yeni yerlere doğru seyahatinize devam edersiniz.
İşte! Yaşam da böyle değil mi? Önümüzde iki yol var; ya ırmak gibi akacağız, ya da su birikintisi gibi olacağız.
İnsanlık ikinci yolu seçmiş gibi görünüyor. Çünkü zihnimiz durmadan değişen ortamdan huzursuzluk duyuyor, bir tehdit olarak algılıyor. Kendimizi güvende hissetmek ana hedef olarak seçildiğinden, etrafımızı âdeta duvarlarla çevreliyoruz. Bu duvarları gelenekler, dini, toplumsal, siyasal kavramlar oluşturuyor çoğu kez.
Bu durumda etrafımızdaki duvarları nasıl aşacağız . İşte temel sorun burada! Bu konuda vereceğim örnek, sanırım sorunun çözümüne fayda sağlayabilecektir. İçi kirli su ile dolu bir kovamız olsun. Kovadaki suyu nasıl temizleyebiliriz? En kolay yöntem, sanırım içi pis su dolu kovayı, temiz su akan bir musluğun altında yeterli bir süre tutmaktır. Pis suyun üzerine akan su kovayı taşıracak, sürekli taşma olayı gerçekleştiği zaman, yavaş yavaş kovadaki su da temizlenmiş olacaktır.
Demek istediğim şu; kendimizi koruma altına aldığımız yanılgısını oluşturan belli düşünce kalıpları üzerine, farklı düşünce sistemlerinin, fikirlerin girmesine izin vermeliyiz. Aynı musluk altındaki kova gibi, yeterli miktarda yeni fikirler zihin kalıplarımız üzerine eklenirse; zihnimizdeki kokuşmuşluk yerini, daha canlı, daha tekdüze olmayan, daha yaratıcı, daha hoşlanacağımız bir yapıya bırakır. Sürekli değişim, yaşamın olmazsa olmazı değil midir? Tüm evren sürekli değişim halindedir. Değişimin gerçekleşmesi ise sabit düşünce kalıplarından kurtulmakla mümkündür. İnsanoğlunun düştüğü durumdan tek çıkış yolu bu olsa gerek. Altı milyar insanın yaşadığı gezegenimizde insanlık acı içerisinde; mutsuz ve de umutsuz halde yaşam dediği süreyi tamamlamaya çalışmıyor mu? Tabii buna yaşam denirse! Irmağın kenarındaki kokuşmuş su birikintisinden ne farkımız var? Yaşam ırmağı gürül, gürül hızla kopürdeyerek akarken, bizler kısır bir döngü içerisinde kendi hapishanemize kendimizi mahkûm etmişsek; buna da yaşamak diyorsak, kendimizi kandırmıyor muyuz acaba? Yaşam ırmağı o kadar hızlı akıp gidiyor ki; ona yetişmekten vazgeçtim, hiç olmazsa su birikintimize, ara sırada olsa, yaşam ırmağının sularının girmesine izin verebilsek; hayatımız daha anlamlı bir hâle gelebilir. Ancak, zihnimiz alışılmışın dışına çıkmayı kendisi için bir tehdit olarak algılar. Kısır döngü kalıpları dışına çıkmak istemez. Aslında, toplum insanların etrafın duvar örmekte çok ustadır. Çesitli yöntemlerle bu duvarları, pekiştirir; âdeta kaleleri koruyan surlar hâline getirir. Hatta bu surlar, katmanlar halinde arka arkaya sıralanmışlardır. En çok kullanılan yöntem; örf ve âdetler ile dinsel sınırlamalardır. Bizler, ana babalarımızdan, atalarımızdan böyle gördük, bunların tartışılması bile olmaz gerekçesinin arkasına sığınır
Yazımızın başında, ruhsal bunalımdaki kişilerin, zihinlerinde yarattıkları sanal duvarların içinden asla çıkamadıkları, bu duvarların içine girilmesine de izin vermediklerinden söz edilmişti. Gayet tabidir ki, zihinde yaratılan bu sanal duvar, davranışlara ve ilişkilere de etki etmekte; kişileri kendi yarattıkları hapishane içerisinde çürümelerine sebep olmaktadır. Aslında tüm insanlık aynı durumda değil mi? Hepimiz kendi hapishanelerimiz içinde çırpınıp duruyoruz. Diğer bir deyişle ruhsal bir bozukluk içerisindeyiz; ama hepimiz aynı durumda olduğumuzdan bu durum bize çok normalmiş gibi gelmektedir. Ne yazık ki bunun bilincinde de değiliz, bunu seslendirenlere de hoş gözle bakmıyoruz. Çevremiz tarafından tenkit edileceğimiz, belkide azarlanacağımız korkusuyla; ya da yalnız kalacağımız korkusuyla kendi hapishanemizde yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü bu durumdan kurtulmak büyük bir zekâya ve cesarete ihtiyaç gösterir.
Yazımızın başlığındaki deyişte belirtildiği gibi, yaşamda hedefe ulaşmak için, atış yap-maktan korkmayalım. Zaten atış yapmayınca, hedefe ulaşmamız imkansız. Haydi bir cesaret, korkmadan atışlarımızı yapalım, kısacık bu yaşam süresinde gürül gürül, çağıldayarak akalım. Ne dersiniz !
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.