- 307 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmişten Rol Çalanlar
GEÇMİŞTEN ROL ÇALANLAR
Hep ‘’Anı yaşayın! Değerini bilin!’’ diye bunaltıldık ya da biz bunaltıldığımızı sandık. Çocukluk mu yoksa hayata hep iyi yönden bakmamız mıydı sebep bilmiyorum. Adını ne koyarsan işte. Geçmiş geçmişle özdeşleşip, farkındalık dönemimize geldiğinde göz ucuyla bakıyoruz geçmiş denen şeye.
Geçmiş geleceğe bir adım atıyor, eski yeni derken, ayağını kaydırıyoruz. Bunu bilmeden yapmak da elde değil. Çünkü yaşanılan tüm sıkıntıları gören, yapan, bencilce düşünen biz, o zamanlarda yanlışımızı yüzümüze korkmadan söyleyen insanları da bir tarafa atıp unutan yine biz. Yani her şey göz göre göre.
Biz aslında adi kişiliklere rol çalan insanlarız. Bizi bize sevdirmeye çalışan insanları, ön yargının daha ne olduğunu öğrenmeden dinlemedik. Kulak arkası küpe olamayan öğütler, denize atılan bir taşa döndü. Bizim gibi kişilikler sevmez iki de bir ‘’Senin hatan’’ diye başlayan cümleleri. Biz de içimizden ‘’Çok biliyorsunuz siz!’’ dedik. Demedik mi? Dedik, dedik. İnsanız ya biz. Hep doğruyu bilen, aklını kullanan, kusursuzun adresi tam da bizdik ya zaten.
…
Geçmiş denen şey gelince akla, an yok oluyor birden. Geçmişle gelecek arasında düşünüp kalmak. Aslında bizi bunaltan, şekilden şekle sokan şey de bu ya. Sanki bir denizanası var apartmanın girişinde. An kayıp giden bir şey ise, kayıp da yakarak giden de denizanasıdır. Geçmiş sen gelecekte olsan da yakar.
Dedim ya geçmişin geleceği olmak kolay değil. Kopamayız ikisi arasından. Ya geçmişle yaşa, ya da gelecek ile…
O toyluk dönemi geçti. Zaman, tabi göz göre göre geçmedi. Kim farkındadır ki büyüdüğünün, kim ders alabilmiş ki hatasından? Sonraları düşünmeye başlarız o an denen kelimeyi. ‘’Anı yaşayın!’’ diye diretilen şeyi özleriz kulaklarımızda. İşte o anda attığımız taşları geri almak için hemen bir deniz kenarına koşmayı isteriz.
Hatırladıkça hatalarımızı, dost meclisinde açtık an denip geçen yaşamı. Bardaklarımızdan dolu dolu pişmanlıklar içtik. Bazen acıttı boğazımızı buz kattık anılara, su kattık savurduklarımıza.
Saatler ilerler, o duyulunca hissin en doruğuna çıkartan kelime geçmiş kokan birinin ağzından dökülür yere. ‘’Keşke’’.
Keşkeli cümleler masada kim varsa önündeki o doyumsuz meze olur. Herkeste bir keşke…
Sabaha karşı gelir yavaş yavaş sonsuz keşkeli pişmanlıklar. Sövülüp sayılır elbet herkese ama en önemlisi o kadar dost toplanır, ‘’keşke’’ der ama yine hataların bir köşesi kıvrılıp en yakın bir rafa konur.
..
Farkındalığımız arttı büyüyünce. Bizi yıkan şey, geçmişle gelecek arasında yaşamaktır. Kim dayanabilir ki buna? Geçmişin tozu kaçmaz mı geleceğe bakan gözlerimize? Severiz biz, iki şey arasından seçim yapmayı, üstüne üçüncü bir seçimi de sokmayı. Sevmek yerine sevmemek, çalışıp didinmek yerine tutabilecek ihtimaller üzerinden durmak filan. Kim sevmez ki bunu? Ben severim.
Sıradanlaşıyor artık yaptığımız şeyler. Beyler bayanlar biz bıraktığımız yerde değiliz artık! İnsanız biz, değişiriz. Sıradanlaşmak ya da günlük yaptığımız şeylere saplantılı kalmak. Herkes anı kurtarmaya bakıyor, memnuniyetlerini günlük yaşıyor ya da gün kurtarıyor.
Biz pişman olmayız. Olursak da ancak elimize hemen eski fotoğrafları alır, parçalarız falan. Ee? Sonra? Geçti mi? Geçmez. O kesilenlerden daha da ufalanır kalbimiz. Eksiliriz biraz. Dağılırız etrafa, kimimiz halının altına saklanır, kimimiz kapı askısına asar hislerini. Ve artık biz kendimizi eskiten bir kişilik ve parçalardan ibaretizdir. İtiraf ediyorum, zaman herkesi eskileştirdi.
Geçmişin bu dönemlerinde çok eksiliriz. Düşünmeye başlayınca yeni insanların arasında eskileşiriz. Bana göre aslında herkes herkesin yenisi-eskisi. İkili ilişkilerde ‘’Ben sana göre eskiyim .’’demek, bu kadar ağır mı? Ben herkesin ve kimselerin hiçbir şeyi iken senin her şeyin olmam ne kadar da komik.
Keşkelerin içinde kalmak hissizleştirir. Bunu görecek kadar geleceğe bakamazken hayata, kürekler dolusu keşkeler gelir üstümüze. Bir kahvenin dibi gibi acıdır ‘’ keşke!’’ demek.
Ne yapalım böyle yaşamak lazımmış. Pişmanlıklarla, keşkelerle, ahlarla vahlarla geçiriyoruz günü. Bize okullarda geçmiş zamanlı şeyler öğrettiler. Gelecek zaman neymiş bilemedik.
Hayatın tek kelimesi: Keşke’ dir.
Not; Son keşke fayda etmiyor sayın okur.
Senin söylediğin keşke elbet dünyanın zoruna gidecek. Sen iyisi mi hemen pişman ol.
Bu keşkeler tabii ki yerini ‘’İyi ki yaptım.’’a bırakmıyor.Saplantılı düşünen bizler gerçeğin neresindeyiz? Bedenimize ağır gelen şey ne zaman etten, kemikten başka bir şey oldu?
Hatanız: Meğerli cümleler kurmak için keşkeleri öldürmekti. En azısı bunu da gören bir şahidin olması. O da sizdiniz .Ne dersiniz ihbar etmeseniz mi kendinizi? Meğer demek için keşke lazım insana. Meğer o sevmemiş yerine iyi ki sevmiş olsa mesela.
Hani ellerimiz, ayaklarımız karıncalanır. Ayaklarımızdan başlar parmaklarımıza doğru. Mesele başka. Aslında olay karıncalanmak falan değil. Geçmiş gelecek ile kavga edip, bizi insanlığımızdan mahrum bırakıyor. Sonra bin bir pişmanlık yürüyor parmaklarımızda. Tam da zamanı bir pişmanlık şarkısının. Artık o yolda yalnız değilsiniz. O kelime eşlik ediyor size, ‘’Keşke!’’
Zaman daha da geçer, eylül kasımla bir olup yerle bir eder seni. Sonra geçmiş gelecek olup seni izler. Dizlerine bir sızı gelirse telaşlanma. Sen artık geçmişin ta kendisi olmuş geleceğin artık gelmeyeceğini anlayacak yaştasın. Yaşlanmışsın. Ovalama dizlerini, yağmur yağmayacak artık. Benliğin dizlerinden çekilecek artık. Keşke bizi terk eden yalnız o karıncalar olsaydı!
Benden son not: Hayat o kadar tatlı, pembe tozlarla kaplı olsaydı, sizlere bunu yazarken ellerim kara mürekkeple boyanmazdı.
Ve son. Boşuna dememiş Turgut Uyar,
‘’ Eylül toparlandı gitti işte
Ekim de gider bu gidişle.’’
Volkan Şengel
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.