- 965 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Otuz yıl sonra gelen diploma
Otuz yıl sonra gelen diploma
Her zaman ki gibi, uzun yol dönüşü ilk önce duşunu aldı, kuşağını kaybettiği bornozunu eski kravatıyla belinden bağladıktan sonra, bir eline çerez dolu tabağını, diğer eline de viski dolu kadehini alıp oturma odasına geçti. Tam televizyonun karşısındaki fıstık yeşili koltuğana oturacaktı ki, apartman komşusu Yusuf Bey, kapısının ziline bastı.
"Hoş geldin Yusuf Abi, içeriye gelsene."dedi Ali.
"Hoş buldum Ali, sende hoş gelmişsin, bu sefer çok uzun kaldın, hiç dönmeyeceksin sandım."
" Tır, İspanya da arıza yaptı Abi, tamir ettirdim bu seferde kar yolları kapadı,birde dona çevirince yolların açılmasını bekledim."
" Neyse sıkma canını Ali,sağ selamet döndünya, yorgunsundur sen şimdi, akşam akşam rahatsız ettim kusura bakma."
" Ne rahatsızlığı Yusuf Abi, buyur; kendi kendi kendime demleniyordum, bir kadehte sana doldurayım mı?"
"Sağol Ali, sabah iş var yatmam lazım. Senin posta kutusunda epeydir bekleyen bir zarf vardı, birileri alır, ya da kaybolur diye ben almıştım, onu getirdim de, ben gideyim, iyi geceler sana".
"Sağol Abi, iyi geceler, görüşüz".
"Görüşürüz."
Ali, önce zarfın üstündeki adrese baktı, ’Bu adres, eski okulumun adresi, Allah Allah ne gelebilir ki bunca yıl sonra?’dedi. Zarfı yırtarak içindeki kağıdı çıkartması çok çabuk oldu.Fakat okumaya başlamasıyla yere fırlatması da. Sonra odanın sağ köşesinde duran, yemek masasının üzerindeki viski şişesinden biten kadehini doldurduktan sonra, eğilip kağıdı yerden geri aldı. Tekrar baştan aşağı okudu, okudu bir daha okudu.Sonra kağıdı masanın üzerindeki viski şişene dayadı. Baktı baktı, tam iki saat boyunca odanın içinde bir oyana, bir bu yana, dolanıp durdu. Ara da bir fıstık yeşili koltuğuna bir oturup, bir kalktı ve gelip gidip o kağıt parçasına gözlerini dikti, öylesine, boş boş, kirpiklerini dahi kıpırdatmadan baktı, baktı bir daha baktı.
"Şimdi ben bu kafayla sevincimden çifte tellimi oynamalıyım, yoksa kahrımdan sana dünyadaki tüm horoz sesi bile işitmedik küfürlerimi sayayım Hans Kraut.! O gün otomolinin tekerlerini değil, asıl senin kafanı kesmeliymişim.Şu an; o gün ki davranışımda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım.Hayatımın içine ettikten sonra, alay etmek için mi gönderdin şimdi bunu bana ha !?"
Çoktan çürüyüp toprağa karıştı hayallerimim ölüsü çoktan! Son otuz yılımdan geri kalanı, hurda araba gibi tekleyen ben ve titrek ellerim ne işe yaraya bilir ki bundan sonra.dedi içinden;
"Belki de sen göndermedin Hans Krauft, kim bilir artık hayatta da değilsindir. Ya da yerine gelen hoca senden daha merhametliydi o gönderdi mutlaka. Umarım oda anlamıştır senin ne malanet biri olduğunu. Çünkü sen gönderseydin eğer, tam 30 yıl önce gönderirdin. Hatta o sınava katılan diğer çocuklarınkiyle birlikte, o gün elime verirdin. Sanırım sen geberdin Hans krauft, Umarım gebermişsindir." Diyerek yumruğunu masaya vurdu.
Ali yi, İlkokulu Türkiye’de; kendi köyünde bitirdikten sonra, Almanya’ya işçi olarak çalışmaya giden annesi, yanına almıştı. Geri kalan eğitimini Almanya’da tamamlayarak meslek sahibi olmasını istiyordu. Türkiye’deki meslek okuluna denk olan, Alman ve Türk çocuklarının karma okuduğu Beruf Schul’un motor bölümünü son sınıfına geçmişti artık. Tam da sevdiği bölüm olduğu için derslerinde de oldukça başarılıydı.
Türk düşmanlığının yeni yeni hortlaması bu ikinci kuşak işçi çocuklarına denk gelmişti,Ali ’de her fırsatta Alman çocuklarının luzumsuz saldırılarına maruz kalmıştı.Gençlik hükmünün de verdiği asabiyetle, ister istemez kavganın içinde buluyordu kendini. Ne zaman okul yönetimine ve ya hocalarına şikayete etse, hep alman çocukları haklı çıkıyor kendisi ise sık sık ya disiplin cezası alıyor, ya da okuldan uzaklaştırılıyordu.
Bir gün, motor dersi öğretmeni Hans Kraut.
"Ali, buraya gel"dedi.
"Buyur hocam,"
"Bundan sonra, bu sınıfta ve tenefüste kavga istemiyorum.
" Hocam, kavgayı ben çıkartmıyorum, onlar gelip bana sataşıyorlar, hatta yanıma gelip tam kulağıma eğilip pis Türk’ler (Alles raus) hepiniz dışarı diyorlar."
"Haklı değiller mi? Çok kalabalık oldunuz, belli ki istenmiyorsunuz artık".
Ali,nin yüzü kıpkırmızı kesildi birden, parmak uçlarındaki kan bile beynine sıçramıştı sanki. Zaten asabiyeti oldukça yüksek bir çocuktu. Başından kaynar sular dökülmüş gibi şaşkındı, ne yapacağını ne diyeceğini de toparlayıp konuşamıyordu.Kavgaya sebep olanlar çocuk sayılırlardı, onların sözleri bu kadar ağırına gitmemişti. Aklı başında eğitimli birinden bunu duyması, hele bu kişi bir de öğretmeni ise,beyninden vurulmuşa döndü ve aklına ilk gelen sözleri söylemeden yapamadı.
"Hocam, Türkiye’den ilk gelen işçileri, davul ve zurnayla karşıladığınız günleri ne çabuk unuttunuz."dedi.
Hans çok fena sinirlenmiş, o sarı teni kıp kırmızı kesilmişti, mavi gözlerinin, bem beyaz akı, ateşler çıkarırcasına, alev gibi parlıyordu.Hiddettinden yumruğunu önündeki masaya vurarak,"Sen nasıl olurda benimle böyle konuşursun (scheise! Kinder ) Lanet olası çocuk (aus) defol".
Ali’nin çantasını kapmasıyla, kapıyı çarpması bir oldu. Hans sıçramaktan kendini alıkoyamadı. Kapıyı hırsla çarparak kapatmasını, sanki yüzüne atılan bir şamar gibi algılalayan Hans kruft, Ali’nin peşinden koşarak merdivenlerde yakaladı. Bir devin kızgınlığına bürünmüş tavrıyla, o kocaman sağ elini havaya kaldırıp öyle bir şamar attı ki; Ali nin iki gözü de yuvalarından çıkıp yerine geri girdiler sanki.Ağlamamak için kendini zor tutan Ali, olan biteni akşam annesine anlattı.
Annesi, büyük bir endişeye kapılıp, oğlunun geleceğinden korktu ve...
"Bu okulda daha fazla kalamazsın, bırak öğrencileri, bundan sonra öğretmenlerde seninle uğraşıp, bozuk olan sinirlerini hepten harap edecekler oğlum."dedi.
"Şurada sene sonuna ne kaldı ki anne, zaten son yılım, motor ustası diplomamı mutlaka almalıyım, ahtım var kendi iş yerimi açmak istiyorum, çocukluğumdan beri hayallerimi de, arabalara olan merakımı da biliyorsun." dedi annesine.
"Sen benim gözümün kökü tek oğlumsun, Almanlar geldiğimiz zaman ki gibi değiller,komşularımız bile çok kinli bakıyorlar, istemiyorlar bizleri Almanya’da artık,sana bir şey olursa kahrımdan ölürüm oğul,sözü mü dinle."
Annesi daha büyük belalara maruz kalmasın diye, başka bir okula Ali’nin naklini aldırttı. Fakat Ali; Hans’tan, sırf yüzüne değil, ruhuna da atılan o şamarın intikamını almayı aklına koymuştu bir kere. Ne yapıp edip bir şekilde Hans’ın. canını acıtmak istiyordu. Bir gün diğer okulundaki dersleri biter bitmez, Hans’ı; adım adım takip ederek otomobilini park ettiği yerde buldu ve tekerlerini keserek param parça etti. Bu yüzden mahkemelik bile olmuşlardı.Çocuk psikolojisi doktorlarının raporlarıyla Ali, bu işten ucuz kurtulmuştu.
Gittiği diğer okulda da başarısından ödün vermeden yıl sonunu getirmişti. Tek amacı bitirme sıvavını verip, diplomasını alıp, kendi işyerini açmaktı.Sene sonu bitirme sınavı uygulamalı yapılacaktı. Konu; Dağınık bir otomobil motorunu toplayıp, çalışır duruma getirmekti.Sınavın sorumlu hocası ise tecrübesi ve kıdeminden dolayı, tüm o yörenin bitirme sınavlarında görev alan Hans Krauftu.
Sınavda,12 motor ve 25 öğrenci vardı, hoca 2 şerli eşleşip birlikte yapmalarını söyledi. 24 öğrenci eşleşti, Ali’ye eşleşecek öğrenci ve motor kalmadığı için tek kalmıştı:
"Hocam, bana arkadaş ve motor kalmadı, ben nasıl yapacağım?" dedi.
Hoca:
"Okulun arka tarafında hurda arabalar var, bir tane motor söküp getirebilirsin." dedi.
Ali, Hemen hemen sınavın yarı zaman süresini hurda arabalardan, çalışır durumda olacak motor aramakla geçirse de, kucağında eski bir motorla, eli yüzü, yağ, pas ve kan ter içinde sınıfa döner. Sökerek tekrar topladığı motoru çalışır duruma getirir. Fakat sabitleşmesi için ufak bir vida eksiktir, gidip diğer arablardan bulmak için Hoca’dan, sadece 5 dakika daha ek süre ister ama nafiledir çabası.
Ve şimdi onu üzense, bu diplomanın bugün eline geçmesiydi.
Saat gecenin sıfır üçü’nü gösteriyordu:
"Geleceğimle oynadın bile bile yedin hakkımı Hans Karuft. O gün sınavda, en zor yöntemlerle baş başa bıraktığın halde yapmıştım ben."Dedi. Son kadehine, şişedeki son damlayı dökerken.
Üç yıl önce Türkiye’deki kız kardeşine gönderdiği alzaymır hastası olan annesinin sözlerini hatırladı birden.
"Ömrün uzun yollarda, dilini dişini bilmediğin ülkelere yük taşımakla geçti oğul, sana kaç kez dedim bir daha gir o sınava, al belgeni diye."
Kaç kez demiştim sana anne, ben hak etmiştim, onlar vermediler diye, inanmamıştın bana. Şimdi elime alıp yanına koşsam, sarılsam boynuna, işte bak diplomam anne desem; Ahmet ağam, hoş geldin diye ölmüş abine sarılırsın da, oğlunu hatırlamazsın bile.
ALİYE UYANIK..
YORUMLAR
'Türkiye de Almancı, Almanya'da yabancı.' Ne kadar güzel bir söz. Yurdumuzun yiğit delikanlılarını, sülün gibi genç kız ve kadınlarının dişlerine bakarak aldılar. Yıllarca emeklerini sömürdüler. Kültürlerini yok ettiler. Bir parça direnen ve onların pastalarından pay almak isteyenleri de ya kazaya getirip, ya yakarak katlettiler. Çünkü dişine bakılarak giden Türkler çok çalışmışlar, onların yapacakları bir çok işi de yaparak başarmışlardı. E, onların pastası gittikçe küçülüyor, başka ülkelerden daha da ucuz iş gücü bulabilmekteler, ne diye eskiden muhtaç oldukları gibi davransınlar ki? Irkçılıkları da hat safhaya ulaştı, Türkler geri..
Farklı bir bakış açısıyla çok güzel dile getirmişsiniz. Kendimi bir an oralarda hissettim. Çok başarılı bir çalışma olmuş. Tebrikler ediyorum. m.e.
BOZOK KIZI
Çok güzel bir öykü, cok iyi kaleme alınmıs.
Geç gelen diploma geç gelen adalet gibi kimsenin işine yaramıyor ne yazık i :(
Tebrik ederim arkadasim.
BOZOK KIZI
Sonu çok duygulandırdı beni. Gayet güzel işlemişsiniz temayı. Fazladan, öyküyü sündüren, okuru kaçıran hiçbir şey yok. Bu da okurun dikkatini hep canlı tutuyor.
İnsanın mensup olduğu din, millet gibi üst kimliklerin bir şartlı refleks olduğunu söylüyor Prof.dr. Kerem Doksat. Şartlı refleksler, insanın yaşamını tehlikede gördüğü zamanlarda ve büyük felaketlerde bozulurlar. Bu üst kimlikleri unuturlar. Bu kadar yapaydır yani. Ama günümüzde bu yapay şeylerin yüzünden ne acılar yaşatılıyor insanlığa.
Kaleminize sağlık.
Sağlıcakla,