- 543 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sıradan bir hayat
Bir bahar ortası tanışma…
Pek tiksinç ilçenin leş nefes kokuları arasında, birkaç çatal tırnağı ucu umut arayan adam, miskin adımlarla yürüyor okul servisine.
Okuldan dağılan, fahişe gibi çığlık çığlığa kahkaha atan aptal kızların sesine çoktan alışmış olmalı ki onları zerre duymuyordu.
Gri pantolonunun kendine yakıştıramadığı bol paçalarının ayakkabısı üzerinde savruluşunu izleyerek ilerliyor.
Öteden Zabun diye seslenen tanıdığı eski birkaç serseri arkadaşına kafa sallayıp eliyle selamladıktan sonra biniyor, 90 küsür model pek biçimsiz ve gıcık olunacak derecede sesler çıkaran taşıta. En arka köşesine yorgun gibi serilip oturuyor.
Az sonra sınıf arkadaşı Yusuf geliyor hızlı hızlı . Hızlı yürümek bu çocuğun mizacında vardı. Onu tanımayan birinin onun için meczup demesi kaçınılmaz, ancak tanıyan bizler için pek sessiz sakin ancak aklı başında birisi. Bunların yanı sıra saçma espri anlayışına da değinmeden geçemiyor insan.
Selam verip kuruluyor hem mahalle hem de sınıf arkadaşı Zabun’un yanına.
Defterini yanındaki koltuğa koyduktan sonra hışımla soruyor.
‘Naber lan Zabun’.
Aynı günün sabah 8 inden aksam 4 üne kadar beraber olduğu bir kişiye, bir insan bunu neden sorar?
Muamma?
Gayet miskin ve pek ilgisiz şekilde gelen cevap;
‘Ne olsun aynı, bildiğin gibi’
Hoş bir cevap olmasa da gülüyor yine de Yusuf.
Bu cevabın üzerine başka bir ses gelmiyor.
Ve Zabunla aynı yaşta olması muhtemel BMC marka okul servisi gıcık sesleri çıkartıp ilerlemeye başlıyor Aygözme Mevkiine doğru.
İlk bakışta insanın hemen göbeğine odaklandığı servis şoförü, yılışık kızların saçma muhabbetine katılmıştı çoktan her zaman ki gibi.
Takoz telefonunun lanet ve hiçbir bok olmayan facebook hesabında gezinmeye başlayan Zabun bir şeylere şaşırıyor o dandik cihazın içinde.
Yine karşılaşmıştı.
Aynı isim.
Aynı resim.
Aynı kız.
Bu kız sadece facebook un ana sayfada ki saçma arkadaş önerilerinden biriydi. Ancak bu kızı kaçıncı kez görüşüydü bilmiyordu.
Daha önce profilinde gezdiğinde etiketleri ve beğenileri gördüğünde onun ne kadar havalı biri olduğunu düşünmüştü.
O küçük ekrandan esmer kızın resimlerine bakana kadar. Duru güzelliği tartışılmaz olan bu kızın gözlerine bakakalmış ve tüm tabuları yıkılmıştı. Sadece ‘ Allah sahibine bağışlasın’ diyebilmişti.
Artık ezberlemişti duvarında yazan her şeyi.
Keçiören, Ankara, FSML vs. her ne varsa.
Bu sefer pek üşengeç davranıp bakmaya dahi tenezzül etmiyor. 0 mesaj 0 bildirimli facebook undan çıkıp cebine koyuyor usulca telefonunu.
Ara sokaklardan geçerek yol üzeri sırayla evine bırakıyor öğrencileri servis şoförü Muharrem bey. Diğer adı Muro olan abimiz.
Büyük ihtimaldir ki bu adı Kurtlar Vadisinde ki Muro dan almış olmalı. Ancak ne gariptir ki o Muroyla benzerliklerinin bulunduğu bayağı tartışılır.
Neyse…
Ve Zabun her zamanki gibi Yusufun evinin yakınlarında inerek kendine bir sigara molası verir ve yine her zaman ki gibi Yusuf evine gitmeyip Zabunu bekler.
Sebebi?
Karışık.
Saçma sözleri bulunan pop şarkılar yerine arabesk dinlemeyi tercih ederdi Zabun.
Açtı takozundan bir parça ve sigarasını hışırdatmaya başladı.
Aynı zamanda akıl kürsüsüne çıktı anıları ve serdi tüm acıları.
-Aynı gün doğduğu, çocukluklarının beraber geçtiği, kardeşim dediği insanın hançeri hala sırtındaydı.
-Yaşayan her canlıya güneşin ne yakan ne üşüten tam ısıtan yerini vermek isteyen Zabun yerine yalan sevdalardan, yalan dostluklardan yüreği yalama yapmış insanlardan bıkmış, tüm beşere iğrenen gözlerle bakan bir Zabun vardı.
-Öfkeli değildi, ancak artık merhametli de değildi.
-Aylardır tek bir tane doğru söz duymamış, herkesin her sözüne kanan bir aptaldı o.
Ruhu bedeninden sıkılmış, güneşe küs bir fidan, acıya mest olmuş bir mazoşistti artık o.
Her dalgalanan dumanda kayboluyordu adaletsiz dünya harmanında gitgide.
Yusuf’un silkmesi ile dalmış kısık gözleri kendine geldi.
Yusuf onca şey anlatmış fakat o hiç bir şey duymamıştı.
Attı biten sigarasının izmaritini ve tek kelime etmeden devam etti adam.
Yusuf evine doğru yönelirken ‘Görüşürüz’ dedi.
Ona bile cevap vermedi.
Gerek mi duymamıştı yoksa üşenmiş miydi tek bir kelimeyi dile getirmeye.
Hızlı adımlarda yürümeye başladı, küçükken yürümekten nefret ettiği o yolda.
Bir ara karşıya bakar gibi oldu ve baktığında komşuları Abdullah amcanın akşam namazı için camiye doğru gittiğini gördü.
Abdullah amca mahallenin sıcak kanlı varlıklı insanlarındandı ve bahçe işlerinden hoşlanırdı.
Aynı şekilde Zabunu da severdi ve onunla ayak üstü aşağı yukarı haftanın en az 2 günü karşılaşıp muhabbet ederdi.
Zabun Abdullah amcayı gördüğüne nedense bu sefer ayrı bir sevinmişti.
İyice yaklaştılar birbirlerine ve Zabun gayet sıcak bir tavırla ;
‘Selamun Aleyküm Abdullah amca ‘ dedi.
Abdullah amca da tebessüm edip;
‘Vay Aleyküm Selaaam Samedim nasılsın okuldan mı geliyorsun’ dedi.
‘Allah razı olsun şükür iyiyim.Evet okuldan geliyorum. Sen nasılsın Abdullah amca’
‘Bugünümüze elhamdülillah. Baban nasıl iyi mi?’
‘Biraz dizlerinden rahatsız onun dışında sağlığı yerinde amcacım ‘
‘Aman Allah başka dert sıkıntı vermesin. Okul nasıl gidiyor’
‘Amin amin cümlemize. İdare ediyoruz şimdilik’
‘Oku samedim oku da imamımız sen ol seni bekliyoruz bak’
‘İnşallah Abdullah amca’
‘Hadi ben seni tutmayım babana çok çok selamımı söyle’
‘Ve aleyküm selam hayırlı akşamlar Allah kabul etsin’
‘Sağolasın Samedim Allah zihin açıklığı versin’
‘Allah razı olsun Rabbime emanetsin Abdullah amca’
‘Sende Samedim sende’
-İlk okuyuşta pek sıradan bir konuşma gibi gözükse de, Zabunun içi çoktan huzurla dolmuştu.
Yüzünde ki tebessümden anlaşılacağı gibi yaşlı birisiyle muhabbet edip onun dilinden güzel dualar duymak onu mutlu ediyordu.
O gerçekten iyi birisiydi. En azından kendisi öyle düşünüyordu.
Evinin yolundaki dik bayırı inerken duruldu bedeni birden. Elindeki kitaplar tonlarca ağırlaştı.
O evi gördüğü zaman içini kasvet bürüyordu Zabunun sebebini bilmediği bir şekilde.
Sıkılmış mıydı evinden yada unuttuğu anıların çirkin görüntüsü müydü bu ev? Kendisi de bilmiyordu.
Yavaşça avlu kapısının demir tokmağını çevirdi, açtı.
Daha sonra evin kapısını açtı. Özensiz bir şekilde tozlu ayakkabılarını çıkardı ve evin en iç kapısının gıcırdayan kolunu tutacağı sıra babası İsmail hoca ona kızmış gibi kapıyı araladı. Ancak kızmamıştı. Bu pek eşine az rastlanır İslam uleması adamın mizacı böyleydi.
Hiddetli, babayiğit görünümlü bir adamdı. Seyrek aklı karalı kıvırcık sakalları, kafasında soluk yeşil takkesi ve altında siyah geniş şalvarı ile o Zabunun Emekli İmam babasıydı. Elindeki tesbihi, konuşmalarında sürekli kullandığı Allah lafzı, yüksek ilmi bilgileri ve merhametiyle o tam bir Alimdi. Aksiliği, eski kafalılığı ve her şeye ters yönden bakmasına rağmen Zabun ona karşı gerçekten ayrı bir sevgi duyuyordu.
Gayet ciddi ve oğul samimiyetiyle ‘ Selamun Aleyküm’ dedi sakince.
Babasından cevap hiç gecikmedi.
‘Ve Aleyküm Selam adaş hoş geldin’
İsmail hoca Zabuna adaş diye hitap ederdi ve bunu sadece onun için kullanırdı. Diğer tüm çocuklarına yalnızca isimleriyle seslenirdi.
Bu Zabunun hoşuna gitmez değildi ancak öyle aşırı sevdiği de söylenemezdi.
Sarıldı babasına gam dolu oğlu yalvarır gibi.
‘Hoşbulduk baba’ dedi fısıldar gibi.
Onun babasına sarılmak gibi bir alışkanlığı yoktu belki de yıllar sonra ilk defa sarılmıştı yaşlı adama.
Yaşlı adamın da bir farkı yoktu. O da yıllar sonra ilk defa bir çocuğuna sarılıyordu.
Buna şaşırmış mıydı İsmail hoca? Hikayenin bilinmeyenleri arasında.
Öteden annesi Fatma hanım geldi ‘hoş geldin abdişim’ dedi sevinçle.
Sonrasında annesine de sarılan Zabun huzura boğulmuştu. Babasının aksine Fatma hanıma pek sık sarılırdı Zabun .
Onun kokusunu içine çekmeye bayılırdı. Annesinin kırışmış yüzüne her baktığında cenneti görmüşçesine tebessüm eder, yüreğine kanatlar takılır , tüm kederini gamını unuturdu.
Bu kadar küçük ancak sürur veren ilgiden sonra odasına geçti ısrarsız ve geri tepen adımlarla.
Yakıp kavuran siyah lise süveterini, sonra yakaları giyilmekten beje dönmüş gömleğini çıkartıp, yatağının içindeki kırmızı tişörtünü bir çırpıda giydi.
Ferahlamış ve rahatlamıştı. Kasvet kokan sarı duvarlı odasının içine bakıp eşofmanını aradı bi kaç saniye ve hatırladı. Annesi eşofmanlarını Zabun okula gittikten sonra yastığının altına dümdüz uzatırdı. Gözüne paçaları ilişen siyah eşofman altını da giydikten sonra okul kıyafetlerini kucakladığı gibi salladı karşı kanepenin üzerine.
Açık perdelerini örttü. Şarjı hiç bitmeyen takozunu çok uğraşmış gibi taktı şarja. Odasının kapısını usulca kapattı.
Ve o kokuyu aldığını fark etti. Duraksadı. Kapattı gözlerini kısık kısık çekti burnuna odasında tüten çiçek kokularını.
Annesinin bin bir özenle baktığı çiçeklerdi bunlar. Aslında çiçek değil bitki kokusuydu bu. Yeşilin kokusu.
Herkesin içini açan , yüreklerine nefes olan tabiat kokusu diğer insanların aksine içini karartıyordu.
Çünkü bu odanın içindeydi her şey. Acılarını yüreğinin duvarlarını yazarken de bu koku vardı burnunda. Beyninde canlandıramasa da hüzünlerini çoktan gönlünü gam bürümüştü.
Her gün olduğu gibi...
Yaşadığı her gün bunu tadıyor, jiletlerle doğruyor ve dilim dilim ediyordu yüreğini.
Aylar olmuş, alışmış, durgunlaşmış ve beyni içinde anlam veremedikleriyle kala kalmış bir acı bağımlısıydı artık o.
Ona göre , içinden yaralı birisinin bedeni çeliğe dönüşür hiçbir fiziksel acıyı hissetmezdi.
Bunu kendinde görmüştü çünkü. Geçmişte nice saçma sapan kavgalara karışmış canı yanmıştı.
Artık pislikten uzaktı ancak ola ki kavgaya karışacak olursa canının zerre yanacağına inanmıyordu.
İçi yoktu, duyguları yoktu . 4 aydır her sabah aldığı ilaç sebep olmuştu buna.
Ailesinden habersiz gittiği piskoloğun verdiği aptalca bir isim verilmiş ilaç yüzündendi.
Bundan memnun değildi ama yine de içiyordu tereddütsüz. Hiç kimseye göstermeden.
Hatrına gelen sırtındaki bıçaklar üzerine yattı yatağına.
Gözlerini sıkarak zorla kapattı ancak mani olamadı 2 damla gözyaşına.
Yanağından süzüldü usulca yastığına kadar gönül teri bu pek hasım bilinen adamın.
Beyninde cenk eden düşünceleri, kişileri zor güç dizginledi ve mest olduğu karanlığın içinde kaçtı acı veren insanlardan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.