- 2113 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DELİLER BOŞANDI
Bazı özel insanlar vardır ki; Onları ifadelere, sayfalara sığdırmak hiç de kolay değildir. Onlar ki birer efsane olarak yaşarlar yüreklerde, belleklerde.
İnsanlık tarihine geçerler olanca görkemleriyle. Geride bıraktıkları paha biçilmez eserlerin üzerinden yıllar geçse de.
Gün olur devran döner ve onlar hiç gitmemiş gibi çıkıverirler kim bilir kaç kuşak sonrasının karşısına ansızın.
Kimi zaman çağın gereği ‘internet’ dedikleri iletişim sayfalarından gülümserler tüm dünyaya aynı içtenlik aynı tazelikle yeniden…
Kızım bir ara odasından tatlı tatlı gülümseyerek çıkıp yanıma geldi. İnternet sayfalarında okuma rekorlu kıran ve daha çok gençlerin ilgisini çektiğini söylediği yıllar önce yaşanmış bir olayı bana da nakletti:
Bir tarihte Elazığ Akıl Hastanesinden 425 deli görevlilerin ihmali nedeniyle hastaneden kaçmayı başarırlar. Gerek hastane personeli gerekse diğer resmi yetkililer panik içerisinde hemen hastanenin başhekimi Mutemit Yazıcıya koşarlar. Başhekim bir süre düşünür ve "Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin" der. Doktor önde personel arkasında bütün Elazığ’ı çuf çuf! nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer ve vagon oluştururlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemit Bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler hastaneye geri dönmüş olurlar Sorun çözüldüğü için mülki makamlar, başhekim ve hastaneye dönen deliler hallerinden çok memnundurlar. Ancak esas sorun akşam yoklama yapıldığı zaman ortaya çıkar. Trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.
Kızım hikayeyi tamamladığında, aynı olayı yıllar önce benim de duyduğumu, fakat nerede ve hangi hastanede geçtiği hakkında bir bilgimin olmadığını söyledim. Ve akabinde aklım beni delisi olduğum Aziz Nesin’nin 1957 yılında yazdığı DELİLER BOŞANDI adlı Tiyatro Oyununa sürükledi.
Hayali bir ülkede deliler, hastane yönetiminden memnun kalmadıkları için tımarhaneden kaçarlar. Bu olayın duyulması üzerine herkes kaçan delileri aramaya koyulur. Ancak kimin akıllı, kimin deli olduğunu anlamak çok zordur. Öte yandan topluma nasıl kötü ve haksız bir baskı yönetimi altında yaşadıklarını anlatmak niyetiyle tımarhaneden kaçan deliler, dışarıdaki bu akıl almaz durumu görünce pes ederek tımarhaneye geri dönmeye karar verirler.
Ve dönüp seyirciye sorarlar: Kim akıllı,kim deli?
Yıllardır “akıl tutulması” yaşayan bu ülkede bu durum bu gün de aynen geçerliliğini koruyor. Bu nedenle de ‘kara güldürü’ olarak gişe rekorları kırıyor.
Haberin sayfasına ben de girdim. Kızımın anlattıklarının dışında farklı bir şeye rastlamadım, fakat aklıma bir soru takıldı. Bu sorunun cevabını ikinci gün bulacağımdan emindim.
Modalı gurubun katılımıyla sabahları yaptığımız açık hava sporumuz sırasında yakaladım Sara Yazıcı’yı. Sorumun yanıtı onda saklıydı çünkü. Mutemit Yazıcı’yla bir yakınlığı olup olmadığını sordum kendisine. O imrenilesi mütevazılığı, kendisine çok yakışan gülümsemesi ve güzel gözlerinin aydınlık bakışlarıyla yüzüme baktı ve: “Mutemit Yazıcı benim babamdır” demekle yetindi. Ama benim bu kısacık yanıtla yetinmem mümkün olamazdı. Kendisinden babası hakkında bilgi edinmek istediğimi söyledim kararlı bir ses tonuyla ben de. Sevgili Sara Hanım kırmadı beni sağ olsun.
Ertesi sabah soluğu, babadan kalma mütevazı baba ocağında aldım.
Elleriyle yaptığı sıcacık poğaçalar ve ardı ardına gelen nefis çaylar eşliğinde babasının albümlere sığmayan ve adeta belge niteliğini taşıyan fotoğraflarına baktım uzun uzun. Babasının meslek yaşamının küçük bir kesitinden söz etmesi bile beni büyülemeye yetti. Ben ki çeşitli tattaki duyguların tarlasında ekip-biçen biri olduğumu sanırken. Her rengi böylesine bir arada ve bu denli yoğun yaşamadığımı ilk kez fark ettim. Şara Hanımın bu anısını ise beni en fazla etkileyenler arasında baş köşeye oturttum.
Babasının Elazığ Akıl Hastanesindeki görevi sırasında kendisini hastanede ziyarete gittiği bir sırada babasının: “Bak kızım, camın arkasında gördüğün bu adam bir zamanların ünlü bir Çömlek ustasıymış. Yıllardır hiç konuşmuyor. Bu çömlekçiyi konuşturma görevini sana veriyorum. Onu konuşturacağına inanıyorum.” der. Sara Hanım henüz çiçeği burnunda Güzel Sanatlar Akademisi mezunu gencecik bir kızdır. Ne yapacağını şaşırır. Ancak bu görevi reddetmesi olanaksızdır. Beyaz önlüğü sırtında, seramik hamuru zarif ellerinde geçer çömlekçinin karşısına ve başlar hamurla mücadeleye. Bir süre sonra çömlekçi yerinden hışımla fırlar “Çekil git be! Bu iş böyle mi yapılır?” der ve Sara Hanımın elinden aldığı hamurun üzerinde bu kez onun mahir elleri dans etmeye başlar.
Mutemit Yazıcı fevkalade başarılı, idealist, mesleğine aşık bir Hekim olmanın yanı sıra, yüreği yurt ve insan sevgisiyle coşup taşan çok değerli, önemli bir kişilik ve imrenilesi bir baba modelidir de ayrıca. Birkaç enstrüman çalabilen bir musikişinas, her dilden, her inançtan, her sesten insanları masasında gururla ağırlamış, sevgiyle kucaklamış bir yüreğin de sahibidir.
Bakırköy Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’nin son derece aktif ve yaratıcı Şef Doktor’u olarak takdir görüp göz dolduran Mutemit Yazıcı, hastaları rehabilite etmesi gayesiyle onlarla birlikte hastane bahçesinin çevresine çektikleri istinat duvarının çalışması biter bitmez Elazığ Akıl Hastanesi’ne el atması önerisiyle altı aylığına Elazığ’a gönderilir.Ve gidiş o gidiş…
İstiklal savaşından sonra biri yurdun doğusunda, diğeri batısında iki akıl hastanesi açılmasına ihtiyaç duyulmuş. 12 Ocak 1925 yılında Dr. Ahmet Şükrü EMED tarafından Elazığ Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi 50 yataklı olarak tesis edilip hizmete girmiş. 1951 yılına kadar 50 yatak ve tek binadan ibaret olan hastane, 1951-1973 yılları arasında hastane tarihinde en uzun süreli baştabiplik görevini sürdüren Dr. Mutemit YAZICI tarafından 12 binadan oluşan 1000 yataklı bir hastane haline getirilmiştir. Hastane binalarının yapımı ve teçhizatında Elazığlı hayırseverlerin sağladığı büyük destek, adeta halkla hastanenin o dönemde kaynaşmasını sağlamıştır. Uzun yıllar tek hekim olarak şevkle çalışan Dr. Mutemit YAZICI, 23 yıl aralıksız başhekim olarak çalışmıştır. Halkın yoğun sevgisi ve ısrarıyla bir dönem Belediye Başkanlığı da yapmış olan Mutemet Yazıcı’ nın hak-hukuk ve adalet kavramlarına karşı gösterdiği aşırı hassasiyet o günleri bilenlerin ve dinleyenlerin dilinde tatlı bir tebessümle dolaşmaktadır hala.
Göreve başladığı ilk günlerde yanına çağırdığı görevlilere, hiç nedensiz ilk para cezasını evlerine gidip sembolik olarak kendi eşine uygulamalarını ister!
Mutemit Yazıcı adından en çok bahsedilen fevkalade saygın bir şahsiyettir. O dönemde Elazığ’daki en güzel çevre düzenlemesine sahip olan hastane bahçesine halktan dinlenmek için gelenler olurken, ondan sonraki yıllarda bu özelliklerini yitirmiştir.
1970’li yıllara kadar bizzat dönemin sağlık bakanları tarafından evlerinde ziyaret edilerek hastaneyi yönetecek başhekimler aranırken, daha sonraki dönemlerde çeşitli nedenlerle yıllarca branş uzmanı olmayan kişilerin yönetimine bırakılmıştır.1925 yılında şehrin dışında kurulan ve Harput Dağlarına bakan hastane, daha sonraları Elazığ’ın merkezine taşınmıştır.
Hastalarının her birini nakış işler gibi tek tek işleyip büyük emekler veren. Hastaneyi evinden, hastalarını çocuklarından daha aziz bilen. Geceleri neredeyse hastanede sabahlayan. Değil yalnızca Elazığ’da, tüm Doğu Anadolu bölgesinde Mutemit YAZICI adının saygıyla, sevgiyle ve minnetle anılıp, bu günlere kadar ulaşmasına karşın O, Harput’da ilk Kolej’i kuran kişi Mr.Howard’ın hastane bahçesindeki büstünü kendi çalışma odasına yerleştirecek ve yaşadığı evi restore ettirip korumaya alacak kadar yüce gönüllüdür..
YORUMLAR
DEVRİM DENİZERİ
Sevgilerimle..