Uyanmalıyım...
Zeytin bitmiş evde. Kahvaltı yapamıyorum. Olmazsa eksik kalacak ağzımın tadı. Zeytin olmazsa demli çayım küsecek, birşeyler yarım kalacak sanki. Saçma mı bilmiyorum ama Cemal Süreya’ya katılıyorum, ‘kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’.. Çıktım dışarıya. Ellerim ceplerimde, kaldırımlar ıslak. Taze sıkılmış portakal suyu da alsam mı..?
Babasının elinden tutmuş küçük bir çocuk geçti yanımdan. Beş yaşlarında. Öksürdü, minik elleriyle agzını kapattı. Içim acıdı. Beni farkedince yüzüne terbiyeli bir mahcubiyet yayıldı. Yorgundu gözleri, gülmedi. Aklım kaldı, annesi dikkat ediyor muydu ona acaba? Boğazında atkısı vardı ama.. Taze sıkılmış portakal suyunu o içse keşke...
Daldım yürürken, gözlerimin önünden kareler geçti. Çıplak, kemikleri sayılan çocuklar. Kanlı elbiseler. Sefalet. Açlık. Ben bir kere üstü yırtıklar içinde, kirli yüzlü bir çocukla göz göze gelmiştim sokakta. Gözlerinin içi gülüyordu. Hissediyorum tekrar ve yüreğim, onun açlık kokan nefesinde ve gülüşünün asilliğinde çigneniyor. Kahve rengi gözlerinin sıcaklığında utanıyorum herkes adına. Öyle ya.. Zengin insanların hırslı alışverişinde kirleniyor ellerim. Kirlenen ellerimi sonra bir yetimin başını oksarken temizliyorum. Ben dışarda kalmaktan korktuğum için hep içime düşüyorum. Içimde kalıyorum. Geceleri karnıma çektiğim dizlerimle hesaplaşıyorum hayatla. Allah’ım, ben hep vicdânım ve hayatımın arasında mahzur kalıyorum. Ah hayat diyorum, iç çekiyorum.. Hep mahzun kalıyorum..
Zeytin alacaktım. Neden sâhi? Ekmek yetmiyor mu bana.. Ekmek, peynir, salata, domates… Hep daha fazla istiyorum.. Neden? Ölüm.. Ölümü hatırlıyorum. Bir hic uğruna adaletsizce kesilen masum nefesleri. O nefesleri başkaları mı alıyor? Pis, haram ve doyumsuz nefesler alan iğrenç nefisler.. Allah’ım dünya hala dönüyor! Dağılıyorum, dağlanıyorum.. Allah’ım dağ olamıyorum. Sanki yüreğimin elleri itiyor dünyayı ite kaka. Ağır Allah’ım, ağır geliyor bana bu dünya..
Bu sabah yüzüme krem sürdüm. Üzerinde düşünmüştüm almadan önce. Kırışık önleyici, sıkılaştırıcı, canlandırıcı falan. Ne önemli, sanki toprak olmayacak aynada gördüğüm yüz. Bu genç ten. Komidinin üstünde duran bu krem kavanozu artık benim suçluluğum.. Sofranın üzerinde duran taze sıkılmış portakal suyu doyumsuzluğum. Giymediğim elbiseler garderobumda utancım. Karnımın tokluğundan nefret ediyorum. Ihtiyaç ve utanç üzerine düşünüyorum, sahip oldugum üç beş kuruşa küfretmek geçiyor içimden.
Gitsem.. Bir deniz kasabasında yaşasam mesela. Balık tutsam yesem sadece. Saçlarım hep deniz kokuyor diye deniz kızı olsam.. Ölü balıkların gözleri de suçlar mı beni Allah’ım..? Gitsem.. Dünya omuzlarımdan hafifler mi..?
Yağmur ıslattı beni iyiden iyiye. Boşverdim zeytini. Dünya kirli bir yer, yağmurlar bile elbiselerimizi kirletiyor. Yağmuru yıkıyoruz. Yağmuru yıkıyoruz evet, o yüzden yıka yıka temizlenmeyecek bu dünya.. Kaldırımda yürürken bu et yığını varlığımı sevmiyorum. Kahvaltıymış. Keşke betondan bir yetimhane olsaydım şimdi veya üşüyen annesiz bir çocuğu ısıtan kalın bir kazak. Kahvaltıymış. Yaşamak için mutluluk mu gerekiyor? Insanlar var, yaşamak için yaşıyor. Yaşayabilmek için. Mutluluk lazım sanki..
Allah’ım, kimbilir vicdanımın hangi bölgesi uyuyor hala? Eve girip kapıyı kapattım oturdum kanapemin ucuna. Uyanmalıyım Allah’ım artık uyanmalıyım.. Ellerim yüzümde, gözlerim kapalı.. Uyandır bizi Allah’ım… Uyandır..
✒T.Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.