- 386 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vurun Abalıya
Ülkemizde gizli saklı, kirli işler yapanların tespit edilip kim olduğuna bakılmaksızın cezalandırılması elbette hepimizin ortak temennisidir. Ancak; Adı ne olursa olsun, bir çete lafı ortaya atarak iktidara muhalif olan isimlerin tümü bu bahaneyle fişleniyor, sindirilmeye çalışılıyor olması izah edilebilecek bir şey değildir. Biliriz ki bu tür yaklaşımlar ancak diktatörlüklerde görülür ve insanları sadece karanlıklara götürür.
Şimdilerde yargı süreci devam eden çeteleşme iddiasından sıkça söz edilmekte.
Ergenekon.
Ergenekon ile ilgili kalemi eline alan bir şeyler karaladı. Kendince suçluları isim isim sıraladı, ilişkiler ağı oluşturdu ve bir sonuca vardı.
Suçlu…
Oysa henüz yargı aşaması neticelenmemiş ve haklarında suçlu olup olmadıklarına dair kesin bir karar açıklanmamış.
Ama Türk kamuoyu artık onları yasa dışı bir oluşumun üyeleri olarak tanıyor!
Zira onlar her gün gazete manşetlerinde haber konusu oluyor ve geçmişte ne kadar faili meçhul suç işlenmişse o suçların faturası Ergenekon adı altında onlara kesiliyor.
Böylece birilerini karalamanın, bütün kişilik değerlerini yok saymanın ne kadar kolay olduğunu bu süreçte bir kez daha görmüş bulunuyoruz!
Ergenekon davası bahane edilerek ulusalcı olarak isim yapan birçok insan karalama kampanyasının hedefi haline getirilmiştir. Ülkesinin, B.O.P (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında parçalanmanın eşiğinde olduğunu düşünen ve salt bu kaygı ile Cumhuriyet Mitinglerinde meydanlarda toplananlar ise kandırılmış vatanseverler olarak halka sunulmuştur!
Öyle anlaşılıyor ki, heybelerinde kara lekelerle yola çıkan büyük bir kervan var.
Yollarına kim çıkarsa bir tutam leke serpiştirmekteler.
Bu kervana başta Taraf Gazetesi olmak üzere neredeyse bütün dinci basın katıldı. Ulusalcı isimleri “en zayıf anlarında yakaladık” düşüncesi ağır basmış olmalı ki iktidarın da desteğini arkalarına alarak “Vurun Abalıya” sahnesini oynamaya koyuldular.
Fırsat sarhoşluğu mesleki titizlik, etik kurallar, kişilik hakları gibi hususların hepsini unuttular!
Daha da vahim sonucu ise, çete vurguları üzerinden vatan bilinci ve tüm ulusal değerler hırpalanmakta oluşudur.
Kuşkusuz köşe yazarlığı da diğer meslek gruplarında olduğu gibi belli bir etiği olması gereken meslek dalıdır. Dolayısıyla bütün köşe yazarları etik kuralların dışına çıkmadan işlerini yapmaya azami gayret sarf etmelidirler.
Gazeteci, birisi hakkında suçlayıcı bir yazı kaleme alacaksa o kişinin suçunun sabit olduğu kanıtlanmış olmalıdır. Ya da yazarın elinde gerektiğinde yargı ile paylaşabileceği güçlü kanıt veya karineler bulunmalıdır.
Hele ki suçlamanın boyutu çetecilik ise karinelerin çok daha güçlü olması gerekmektedir. Aksi halde o konuda tek kelime yazmaya hakkı yoktur. Elbette bu dikkat edilmesi gereken hususlarda hassas davranan gazetecilerimiz de var ama toplumda en fazla ön plana çıkan, karalamaya yönelik yazılardır.
Üstelik bu tür karalamanın hedefinde sadece kişiler değil, Türkiye Cumhuriyetinin gözbebeği TSK’de bulunmakta.
Bazıları daha kurnaz bir yol izliyor!
Yazılarında belki doğrudan suçlamıyor ama kendince bazı göstergelerden yola çıkarak kişileri ve kurumları henüz halkın büyük çoğunluğunun ne olduğunu bilemediği bir oluşuma monte ediyor.
Bu tür yazılara onlarca örnek gösterilebilir ama özellikle dikkatimi çeken bir yazıyı, Sayın, Nazlı Ilıcak’ın 06Temmuz 2008 Tarih ve “Aygün ve Karineler” adlı yazısından yola çıkarak konuyu biraz açmak istiyorum.
Her ne kadar toplumca kanıksanmış biri olsa da Sayın, Ilıcak’ın bu yazısını okuduğumda bir kesim insanların kamuoyu oluşturmak adına ne denli içler acısı duruma düştüklerini derin üzüntü içinde düşünmeden edemedim.
Hanımefendi şok göz altılara herkes gibi şaşırdığını vurgulayarak yazısına başlamış. Ama belli ki kısa sürede bu göz altıların mantıksal bir açıklamasının olduğu konusunda kendisini ikna edebilmiş!
Ona göre TSK’nin komuta kademesi 2003 Ağustos’unda Yüksek Askeri Şura toplantısında AKP’yi yıpratabilmek için özellikle bir yapılanma içine girmiş!
İşte tam bu tarihlerde Sinan Aygün Ergenekoncu olabileceğine dair ipuçları vermiş!
Nasıl mı?
Sayın, Nazlı Ilıcak’a göre ne olmuşsa aynı tarihlerde Ankara Ticaret Odası’nın üst üste düzenlediği iki toplantıda olmuş. Yazısında en fazla ilgisini çeken şey ise Atatürkçü Düşünce Derneğinin de katıldığı bu toplantıya katılımcıların 10.Yıl Marşı eşliğinde çıkmaları olmuş!
Dahası da var; Bu toplantıların ardından Sinan Aygün, ömrünü Kıbrıs için mücadele ile geçirmiş KKTC’nin kurucusu ve eski cumhurbaşkanı Sayın, Rauf Denktaş’ı da ağırlamış!
Olacak iş değil!
Peki ya şu 10.Yıl Marşı da ne oluyor böyle. Bilmezler mi ki 10.Yıl marşı demokrasilerle bağdaşmaz!
İtalya, Belçika ya da Almanya’da böyle bir şey olabilir mi!
Ya da demokrasinin beşiği Fransa veya İsviçre’de 10.Yıl Marşı ile toplantı açılışına rastlanılmış mıdır!
Elbette hayır.
Demokrasilerle bağdaşmaz!
Sayın, Ilıcak bu konuya oldukça içerlemişe benziyor. Belli ki salt bu nedenle yazısını daha fazla uzatmak istemiyor ve işte size karine diyerek sonlandırıyor.
İlk bakışta sakin ve ne nalına ne mıhına dedirtecek bir üslûbu benimsediğini düşünürsünüz. Ama işin aslı; Sayın, Ilıcak hançerini sapladığında en derine işlemeyi sever.
Tıpkı aynı dünya görüşünü savunan diğerleri gibi…
Bir televizyon programında AKP Milletvekili Anayasa Hukukçusu Prof. Zafer Üskül’ün açıklamalarını dinlerken konulara yaklaşım üslubu olarak Nazlı Ilıcak ile ne denli benzeştikleri dikkatimi çekti.
Kendisine devlet hastanelerinde kamu hizmeti veren başörtülü personel hakkındaki görüşleri sorulmuş ve çok enteresan bir yaklaşımla yanıtlamıştı.
Ona göre hastanelerde çalışan başörtülü hanımların devlet memuru olmaması, taşeron firmaların personeli olması yeterli gerekçeydi.
Böylece kamusal alan kavramının arkasından ustaca nasıl dolanılabilineceğini de Sayın, Üskül’ün yanıtıyla öğrenmiş bulundum!
Oysa kamusal alanda kamu hizmeti veren ister devlet memuru ister taşeron firma personeli olsun kurallara uymak zorundadır.
Aksi halde şark kurnazlığı ile yasaları sulandırmak tıpkı diğer birçok konuda olduğu gibi kanıksanır hal alacaktır.
Bilinmelidir ki; Hukukun insanlar üzerinde ki caydırıcı etkisi kaybolduğunda veya hukuka olan güven azaldığında toplum düzeni tam anlamıyla düzensizliğe dönüşür.
YORUMLAR
Sizin başka işiniz yok mu kuzum.Engerek-onu,heryerekonu işliyorsunuz.Böyle konuların reytingi olmaz bilmiyormusunuz.Nuhun gemisini,Lut kavmini,nefis ve şeytanı,cennet bahçelerini,cehennem azabını anlatsaydınız.
Türkiye'de Amerika'nın isteği dışında hiç bir şey olmaz,olamaz.10 yıl önce her cuma sonrası,Filistin için,türban için yol kapatan,bayrak yakan,tabut kaldıranlara ne oldu?Irak'ta,Filistin'de,Lübnan'da katledilenler yahudi mi oldu.Ergenekon'u oralarda arasınlar.Örgütse en büyüğü orada.Bir işaret, yollar kilit.Bir işaret herkez işine,gücüne...Şşşşt!susun,iktidardayız,ortalığı bulandırmayın,daha çok işimiz var...
ivo tarafından 8/9/2008 2:34:43 PM zamanında düzenlenmiştir.