- 2700 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Uçurtma Şehri
Bana ait olmayan bir odanın, bana ait olmayan kapının ardı ve yine bana ait olmayan dört duvar arasına kapatıyorum, kirliliğinden dolayı karşınıza çıkmaya utanan benliğimi. Kâh soğuk, kâh sıcak hava arasında gidip gelen bir şehirde, ayazla karışık ay ışığı, kızıla döndürüyor yer yer aydınlatarak bana ait olmayan ve asla ait olmayacak olan odayı. Garip bir his, tuhaf kıpırdanmalar oluyor içimde. Ruhumun huzura erdiğini hissediyorum anlam veremediğim bir alâkayla. İlkkez kendimi hücrede olma hissine kapılmadan resimler çiziyorum, ay ışığının ve ayazın oluşturmuş olduğu kızılla beyaz karışımı duvarın üstüne. Yepyeni şehirler, yepyeni evler, betonarme duygulardan arınmış yepyeni insanlar ve bugüne kadar yaşadıkları tüm hüzünleri turuncu tebessümlere dönüştürülen, mendil satan, sakız satan ve köprü altlarını döşek yapan çocukları çiziyorum. Herbiri’nin ellerine alacalı mavi ve turuncu yeşil karışımı uçurtmakar veriyorum; yüreklerini kuyruklarına takıp, doyasıya sema’da özgürce dolaştırabilmeleri için...
Hiç ummadığım bir anda, beklemediğim bir vakitte, adeta kabızlıktan kurtulmuşcasına, önce beynime sonra dilime düşüyor Barış. ”Barış” diyorum. Gözlerimdeki tuz seline engel olamadan. Onun uçurtması geliyor aklıma. Hapishane’nin avlusuna çizdiği ama hiç uçuramadığı “uçurtma” geliyor aklıma. Uçuramadığı halde yüzüne yansıyan tebessümü geliyor aklıma. Utanıyorum; düşlerime onu bu kadar geç davet ettiğim için. Utanıyorum; düşlerimin baş kahramanı yapamadığım için...
Düşünüyorum! Düşündüğümü çiziyorum. Çizdiğime isim bulmaya çalışıyorum. Ama olmuyor; çizdiğim şeyin ismini zaten biliyorum. Bu sefer çiziyorum, çizdiğim şeye isim bulmaya çalışıyorum. Ama çizdiğim şeyi ben bile tanıyamıyorum. Denedikçe küçülüyorum,küçüldükçe utancımın zirvesine varıyorum. Hayallerimin “Barış” kadar büyük geniş olamamasından utanıyorum...
Hemen düşlerimin resmine dönüyorum ve siliyorum çizdiğim herşeyi. Karalıyorum; çocuklar ve uçurtmalar hariç herkesi dışarı atıyorum. Evleri birbir yıkıyorum, şehirleri yok ediyorum. Ve tüm evrenin kurallarına aykırı olarak yemyeşile boyuyorum gökyüzünü ve masmavi bir yeryüzü çiziyorum. Tam düşlerimin girişine bir uçurtmacı dükkanı çiziyorum; içine kendimi yerleştirerek. Şehrime giren insanlara uçurtmalar yapan bir adam oluyorum düşlerimde. Ve bir davetiye hazırlıyorum yaldızlı fiyakalı bir şey. Sevdiğim, tanıdığım, sevdiğim ama sevilmediğim insanlara, hüzünlerinizde boğulmuş çocuklara gönderiyorum.
Bir sabah uyandığınızda posta kutunuzda benden bir davetiye bulmuşsanız sakın şaşırmayın. Demek ki, size değer vermişim, sizi sevmişimdir. Siz beni sevmemiş bile olsanızda, lâyık görmüşümdür sizi uçurtma düşlerime...
DAVETİYE
Yemyeşil bir gökyüzü, mavilerin kucağına düşmüş bir yeryüzü. Herşeyin gerçekliğine aykırı, herkesin tebessümlerine açıldığı bir kapı. Alice harikalar diyarını anımsatan bir evren. Heryeri elma şekerleriyle kaplı, ağaçları jelibon ve yumylerle kaplı ve çeşmelrinde sıcak çikolata akan bir şehir var düşlerimde. Ve bitmek tükenmeyen nedir bilmeyen bir umutla, şehrine giren insanlara alacalı mavi ve turuncu yeşil karışımı uçurtmalar yapan bir adamım ben düşlerimde.
Sen hiç; yemyeşil bir gökyüzünde, kuyruğuna yüreğini takıp, bir elinde uçurtma, diğer elinde elma şekeri ve parmaklarının arasına jelibonları sıkıştırıp uçurtma uçurdun mu?
Peki uçurtmayı havalandırmak için, tabana kuvvet ileri ve sonra geri geri koşarken kıçının üzerine düştün mü? Belki de; dünyanın o en tatlı acısıyla tanıştın mı?
Sen hiç uçurtma uçurdun mu?
Tebrikler!
Uçurtma şehrime davetiye kazandınız...
Yalnız ufak bir not: kaybolan hüzünlerinizden müessesemiz sorumlu değildir...