- 847 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Beni Doğuran Gül Yüzlü Kadına
Bugün 1 Nisan benim doğum günüm. Belki birçoğumuzun anlamsız bulduğu ve hiç umursamadığı… Ya da hiçbir surette kıymete değer bulmadığımız günlerden bir gün belki… Ama yine de doğum günlerimiz ailemiz, dostlar, eşler ve çocuklarımız tarafından her zaman hatırlanır ve hatırlanıyor olmanın hoşluğu içinde doğum günlerimiz şöyle ya da böyle kutlanır… Gösterişli, gösterişsiz pastalar kesilir, bir solukta yaşımız kadar mumları üfler söndürürüz, alkışlar kopar… Arkadaşlar, eşler, çocuklar hep güzel dileklerde bulunurlar ve “iyi ki doğdun” mesajları verirler… Hatta özenle seçilmiş hediyeler bile alınır bazen…
Bu doğum günümde asıl kutlamayı hak eden ve dört çocuğunun en sonuncusu olarak beni 1 Nisan şakası yapar gibi çığlık çığlığa doğuran ve sevgilisi olduğum bu dünyaya getiren o muhteşem kadına doya sıya sarılmak ve o güzel kadını kutlamak, ellerini, gözlerini, yanaklarını ve o güzel ve o aydınlık yüreğini sevgi ve saygıyla öpmek, öpmek, öpmek istiyorum… İyi ki beni doğurdun anne… İyi ki en zor, en çaresiz, en yalnız ve en imkânsız zamanlarda yavrusunu yırtıcı kuşlardan koruyan bir serçe gibi kanatlarının arasına aldın beni… Ve en olmadık anlarda bile, çocuklarına ellerini uzattığın ve yaşamın tehlikeli sularında yüzmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim…
Babamın seni ve bizi uzunca bir dönem bir başımıza bıraktığı ve sevinçlerin ve mutluluğun çocukluğumuzun semtine hiç uğramadığı o korkunç zamanlarda çocukların için katlandığın yoksulluklara, yoksunluklara, gözyaşlarına, yalnızlığına, içine sakladığın acı ve kederlere, sus pus olmuş yüreğine ve yaşamın dayanılmaz ağırlığına karşı direndiğin ve yaşamın karanlığına inat her gün üzerimize bir güneş gibi doğarak sıcaklığını, umudunu, gülüşünü ve sevincini bize armağan ettiğin için teşekkür ederim…
Sen benim yaşamımdaki en onurlu, en dürüst, en paylaşımcı, en devrimci ve bize inatla yaşamayı sevdiren ve her şeye rağmen zalimlere karşı boyun eğmemeyi öğreten en güzel öğretmen, en iyi arkadaş ve acılarını sadece kendinle, sevinçlerini ise çocuklarınla paylaşan en güzel annesin…
Bir çiçeği dalından kopartır gibi senin canını çok acıttığımız oldu anne… Ama için acısa bile çiçeğini kopartan el çocuklarının eli olduğundan her zaman acını içine bastırarak gülmesini ve dalından koparılmış olsan bile sevgiliye aşkla sunulan bir çiçek gibi güzelleşmesini, çocuklarının gülen yüzü ve sevinci olmasını becerdin…
Bizim de canımız çok yandı anne… Yaşadığımız, yokluk ve yoksulluğa karşı isyan ettik, özgürlük, eşitlik, adalet ve barış için ölüme, dünyaya meydan okuduk, devletlere kafa tuttuk… İşkenceler, karakollar, hapishaneler ve ölümlerle sınandık… Ama sana yaraşır ve yakışır çocuklar olmak için tüm baskılara ve acılara direndik… Lütfiye’nin ve Muhammet’in çocukları olarak zorba hükümdarlara karşı hep ezilen halkların ve mazlumların yanında olduk, devletin zorbalığına, işkencelerine, zindanlarına ve zulmüne teslim olmadık…
Hep ölümün kıyısında yürüdüğümüz halde bir kez bile olsun bize sitem etmedin ve devrimciliğimizden kimseye dert yanmadın anne… “bizim devrimci uşaklar” diye tüm devrimci uşakları en az çocukların kadar sevdin, her zaman bağrına bastın… Sana ne kadar yaraştık, ne kadar yakıştık bilmiyorum anne… Ama sahip olmamızda önemli katkıların olan devrimci kimliğimizden, iyiden, doğrudan ve güzelden yana oluşumuzdan hep gurur duyduğunu biliyorum… Bizde seninle çocukların olarak hep gurur duyduk anne…
Seni canından bezdiren haşarı çocukluğumuz ve haylazlıklarımızın ardından senden de az dayak yemedik be anne… Hele o siyah saplı bıçağın tadı bacaklarımda hala… Ah! Keşke yeniden çocuk olabilsem anne, keşke yeniden çocuk olabilsem; inan razıyım siyah saplı bıçağın bacaklarımda bıraktığı acılara ve o incecik sızıya… Ah! Keşke yeniden çocuk olabilsem anne, keşke yeniden çocuk olabilsem ve kuş tüyü bir yastık gibi dizlerine başımı yaslayıp uyusam… Ve sen her zaman olduğu gibi altın sarısı saçlarımı okşasan yine usul usul ve ben şu yorgun bedenimle deliksiz bir uykuya dalsam… Hiç kurmadığım kadar güzel düşler kursam, hiç görmediğim kadar güzel rüyalara dalsam… Hiç uyanmasam…
Babamın uzunca bir dönem yokluğu, yokluğumuz, yoksulluğumuz… Çocuklarının ele avuca sığmayan asilikleri ve isyanları, çocuklarının her gün ölümle sınanan devrimcilikleri, polis baskısı, karakollar, sorgular, kaçak yaşamları, işkenceler ve hapishanelerle yüzleşmeleri, babamın ölümü, birkaç ay öncede gözleri okyanus kadar derin ve “boncuk” kadar mavi olan oğlunun (boncuk abimin) beklenmeyen ve annemin yüreğini çok derinden sarsan ölümü… Ah kahrolası acılar, acılar, acılar… Tanrıya inanan ve dualarında hep Tanrının merhametine sığınan bir annenin yüreği neden, neden Tanrılar tarafından bu kadar büyük ıstıraplar ve acılarla sınanır ki? Neden? Neden? Neden?
Az önce ablamı aradım annemi telefona istedim. Anneme “ onca acı arasında içini en çok acıtan neydi ?” diye sordum.” Hangisini anlatayım oğul” dedi “ hangisini… Hepsi o kadar ağırdı ki taşımakta çok zorlandım acıları… Ama meraklı bir öğrenci gibi yaşamın kendisinden öğrendim acılara sabırla katlanmam ve gözyaşlarımı kanatarak içime akıtmam gerektiğini… Ve üstesinden gelmesini bildim yaşadığım tüm acıların… Ama en ağırı kendimi ölüme bunca yakın hissederken koca bir dağın içime yıkılması gibi ölmesi oldu deniz gözlü oğlumun… Dayanılmaz bir acı, büyük bir haksızlık bu... Çocuklar annelerinden erken ölmemeli ve anneler çocuklarının ölümünü görmemeli… Bir anne için en ağır acı evladının ölümünü ve anılarını taşımaktır yüreğinde… Şimdi iki mavi göz taşıyorum yüreğimde… Dünya kadar ağır iki mavi göz… Ayaklarımın dermanı hepten kesildi, yüküm ağır… Sus konuşturma beni…”
Sustum… Ve anladım ki; Anneler çocuklarından uzun yaşamamalı, çünkü çocuklarının ölümü binlerce kez öldürüp duruyor anneleri…
İyi ki beni doğurdun anne… Ve iyi ki sevgilisi olduğum bu dünyaya armağan ettin beni…
Gülüşüne, sesine, sabrına, merhametine, yüreğine ve aklına kurban olduğum güzel annem seviyorum seni…
(1 Nisan 2016)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.