- 380 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Öğretmenlikte Son Bir Sömestri
İki bin on beş yılının ocak ayındayız, günlerden Çarşamba. Geçen yıl bir sömestri döneminde çalıştığım okulu ziyaret ettim. Son kez birlikte mesai yaptığım arkadaşlarımla selamlaşmanın mutluluğunu yaşadım. Ziyaret saatimin öğrencilerimin öğle yemeğine çıkış saatine denk gelecek biçimde olmasını arzulamıştım. Son öğrencilerimi, benim sonbahar goncalarımı bir kez daha yakından görecektim. Onlar şimdi ortaokul öğrencileri olmuşlardı. İlkokulun yanı başında bulunan ortaokul bahçesinde beklemem uzun sürmedi.
Güneş de ışınlarını mertçe gösteriyordu, kış ortası olmasına karşın.
Bir anda kendimi bir gül bahçesinin içinde buldum. Sonbahar goncalarım henüz açmış, birer kırmızı gül, mor karanfil, pembe hatmi çiçeğine dönüşmüşlerdi. Ayşeler, Cerenler, Ahmetler, Hasanlar, Rukiyeler, Emineler, Mehmetler, Zeliha ve Oktaylar… Yanı başımda bitiverdiler. “Öğretmenim,” nidalarıyla yanıma koşmalar. Boğazıma sarılmalarınn hoşluğunu anlatmak ne mümkün. Yaşanan duygu yoğunluğu betimlenemez ancak yaşayan hisseder o uçsuz sevgi selini. Riyasız, kalplerden gelen “öğretmenim” seslerini ölünceye kadar unutamam. Çocuklarımla birer mutluluk yumağı oluşturduk. Hepsiyle tekrar ayrı ayrı sarmaş dolaş olduk. Birbirimize dokunduk. Kalplerimizdeki sıcaklığı öğretmen-öğrenci dostluğunu kılcal damarlarımızın en uç noktalarında hissettik. Öğrencilerimin tatlı bakışlarından yansıyan ışık ruhuma huzur verdi. Dünyada yaşanan tüm olumsuzlukları unutturdu bir an.
Öğretmen- öğrenci ilişkileri büyük sınıflarda da güzellikler içerir elbet. Fakat ilkokul öğretmenliği farklı bir olgudur. Anlatılamaz… Annelerin sıcak kucağından ayrılan çocuk okula başladığında kendini farklı bir âlemde bulur. Evden çok kalabalık bir dünya, tanımadık simalar… Öğretmenlik işte o anda başlar. Çocuğa uzanan sıcacık bir el; anne eli değil bu el fakat sıcacık. İçten konuşmalar, tatlı bakışlar çocuğun minicik kalbinde bir güven duygusu oluşturur. Yaşamı, dünyayı seven, kafasında çocuk sevgisinden özge duygular taşımayan öğretmen betimlemeye çalıştığım iletişimi kurar yeni öğrencileriyle. Aralarında kopmaz bir sevgi bağı kurulur. Gerisi teferruat, düğün bayram. Onun için ilkokul öğretmenleri hiç unutulmaz.
Öğrencilerimle hal-hatır sorduk. Onları sağlıklı, fark edilir düzeyde büyümüş serpilmiş görmekle ayrıca mutlu oldum. Derslerini sordum. Hepsi adeta bir ağızdan:
“Öğretmenim iyi ki bizlere ritmik saymaları, çarpım tablosunu tam kavrattınız. Öğretmenlerimiz soruyor sizlere çarpım tablosunu kim öğretti diye. Bir de öğretmenim bizlere okuma sevgisi aşıladınız…” Böylesi tümceler duymakla geçen yılki çalışmaları anımsıyorum bir an… Onları fazla tutmadım yanımda. Yemek için evlerine gidip bir daha okula dönmeleri gerekiyordu. Ne diyeyim. Kalbimi paramparça ettiler. Hepsi bir parçasını alıp gittiler.
Bu sevgiyi nasıl ördük ilmek ilmek. Son bir kez daha öğretmenlik yapmak istedim. Evime oldukça yakın bir okulda doğum için izne ayrılan arkadaşın sınıfında çalışmam mümkün oldu. Aralık ayının son günü. Yağmurlu soğuk bir gün. O gün, oğlumun iş yaşamına benim de öğretmenliğe başlama günüm oldu. Güzel bir okuldayım. Birikimli, bir müdür arkadaş, tanışıyoruz. Otuz iki mevcut, yakıcı ve meraklı gözlerle bana bakan öğrenciler.
“Sizlerden başarı bekliyorum. İçinizde takdirname alacaklarınızda olacaktır umarım. İşte size deneyimli bir öğretmen…”Bu sözlerle sınıfı teslim alıyorum. Tanışma faslını kısa tutuyorum.
“Sevgili öğrenciler sizinle bir arada olmakla mutluyum. Dünyanın bütün çocuklarını koşulsuz severim. Şimdi size öğretmenlik ilkellerimi söylemek istiyorum. İçinde bulunduğumuz oda dershane. Dershanede okuyacağız-öğreneceğiz, konuşacağız, konuşanları dinleyeceğiz. Söz söylemede kendimize güveneceğiz. Sorunları konuşarak çözeceğiz. Aranızda çıkacak, içinden çıkamadığınız sorunları öncelikle bana getireceksiniz. Kesinlikle yalan söylemeyeceğiz. Dürüst olacağız. Yalanı, görevini yapmayanlar söyler. Sizler ve ben, hepimiz görevlerimizi tam yaparsak yalan söyleme ihtiyacı duymayız Bir sözümü yerine getirmeyi unutsam, hemen hatırlatacaksınız. Öğretmen zilini sınıfta duyacağız. Öğrenci, güzel konuşan, temiz giyinen çevresine neşe saçan çocuklara diyoruz. Sizler iyi birer öğrencisiniz. Gözlerinizden anlıyorum,” diyorum. Şu sözcükleri tahtaya yazıyorum:
“İstek…Disiplin…Sebat…” “İşte size başarının anahtarı olan üç sihirli sözcük. Bu sözcüklerin içini doldurur ve gereğini yaparsak. Başarı denen o güzel kuş kafamıza muhakkak konar. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın…”
Beni üzen, kalbimi yaralayan bir durumla karşılaşıyorum. İlk ders zili çalıyor. Öğrenciler sıra olup sınıflara giriyorlar. Kulaklarımda önceki yıllarda öğrencilerimizin sabahleyin coşkuyla okuduğu andımızın yankısı var. Anlamlarını bilmeseler bile onları kaynaştıran, bir toplumun bireyi olma bilincin aşılayan Andımız söylenmiyordu artık. Okulun önünde sıra olup birlikte ant okunduğunda öğrenciler yeni bir yuvaya, bilim yuvasına geldiğini fark ediyordu önceki yıllarda. Evini, sokağını unutup derslerine motive olarak güne başlıyordu. Şimdilerde öyle olmuyor. Öğretmenler, veliler, öğrenciler hep birlikte giriyorlar sınıflara. Ne hikmetse veliler çok kere salonlarda, okul bahçesinde dolaşıyor. Sanki öğretmenlere bir güven eksikliği var.
Yeni sınıfımın akademik durumu nasıldı? İşte orada durun! Sınıf birkaç kez öğretmen değiştirmiş. Bayan arkadaşımız hamile olarak sıkıntılar yaşamış…Ritmik sayma, çarpım tablosu kavramları çok yetersiz. Dört işlemi sınıf düzeyinde bilen sınıfın dörtte biri kadar. Okuma-yazma çalışması yaptırıyorum. İlkokul öğretmenim dakika ile okuma çalışması yaptırırdı. Bu uygulamayı bende yaptım yıllarca. Bu sınıfta dakikada elli kelimenin altında okuyan en az on öğrenci var. Anlamlı okuyanlar üç-dört öğrenciyi geçmiyor. Öğrencilerin güzel yazı yazma defter tutma davranışlarında yetersizlikler var. İşim bu dedim…
Önceki yıllarda hazırladığım matematikle ilgili çalışmalarım bilgisayarda saklı duruyordu. O çalışmaları çoğaltarak işe başladım. Her gün okulda bir saat kitap okuma çalışması başlattım. Evlerde sesli okuma çalışması yapılması gerektiğini belirttim. Sık sık dakika ile okuma çalışması yaptık. Klasik müzik eşliğinde bitişik yazı yazma çalışmaları yaptık. Hemen hemen her gün ritmik sayma ve çarpım tablosundaki durumu değerlendirme çalışmalarıyla gelişmeleri gözlemledim. Şiirler hazırladım. Sınıfı kümelere bölerek şiirler okuduk
Sık sık veli toplantılarıyla çalışmalarımızda öğretmen-veli-öğrenci eşgüdümünü en üst düzeye çıkardık. Velilere şu tavsiyelerde bulundum,
“Geçmişi yargılamayacağız, meslektaşım hakkında şikâyet duymak istemem. Beraberiz. Zamanımız var. Birlikte güzellikler yakalayabilir ve yaşayabiliriz. “Tek bir şeye ihtiyacımız var, çalışkan olmak.” Atatürk’ün bu özdeyişine atıf yapıyorum. Mazeret yok diye slogan söylüyoruz hep birlikte. Evde çocukları konuşturacağız. Her gece ailece okuma saati düzenleyeceğiz. Aynı dili konuşacağız hepimiz. İyiden, doğrudan, güzelden yana. Çocuklarımızı seveceğiz. Onları sevdiğimizi hissettireceğiz. En iyi hediye kitaptır. Kente her gidişimizde çocuğumuza bir de kitap alıp hediye edeceğiz. Evlerimizde birer kitaplık kurma girişimiz olacak. Sizi sık sık okula bekliyorum. Ders saati dışında istediğiniz kadar size zaman ayırırım…” Veli toplantısı yapıyorum. Bir bayan velim:
“Öğretmenim, memurum zamanım az gitmem gerek. Kızımın durumu nasıl?” diye soruyor. “Hanımefendi en az on dakika toplantıyı izleyin gidersiniz,” diyorum. Toplantı devam ediyor hayli zaman geçiyor. “Buyurun gidebilirsiniz.” diyorum genç anneye. Kızınız gayet başarılı. Benim en aktif öğrencilerimden biri Zeynep’imiz. Velimin yüzünde güller açılıyor. Toplantıyı sonuna kadar izliyor. Sınıfta bir canlılık, bir okuma-öğrenme atmosferi oluştu, görülmeye değer. Velilerim sık sık okulu ziyaret edip, çocuklarının evde zevkle ders çalıştıklarını söylüyorlar.
Sınıfça hazırladığımız şiirlerle Mayıs ayında okulun önünde tüm sınıflara şiir okuma etkinliğimizi sunuyoruz. Etkinliğimizi velilerimizde izliyor. Herkes sınıfımızı coşkuyla alkışlıyor. Bende
Azeri şair Resul Rıza’nın Ataol Behramoğlu çevirisi, içinde “Bulutlar ağlasın ama çocuklar ağlamasın,/Hiç biri yetimlik yoksulluk nedir bilmesin…”dizelerinin geçtiği güzel bir şiirini okuyorum. Öğretmen arkadaşlarda çok beğeniyor bu çalışmamızı.
Yılsonu yaklaşıyor. Dakikada yetmiş kelime okuyan Ayşem bu kez yüz elli kelimeyi geçiyor. En yavaş okuyan Eşref’im bile yüz kelime barajını zorluyor. “Tamam, Eşref sen de başardın. Yaz tatilinde de kitap okuyacaksın söz mü diyorum?” Eşref:
“ Öğretmenim, okumamı daha da iyileştireceğim,” diye söz veriyor. Sınıfın davranışsal ve de akademik durumu çok iyi düzeye yükseliyor.
Nihayet son gün geliyor. Tüm velilerim sınıfta. Ayrı ayrı poz veriyoruz öğrencilerimle. Meslek yaşamımın son anlarını yaşıyorum. Evlenen kızının evden ilk çıkış anındaki bir babanın tatlı hüznüne özgü bir hüzün kaplıyor içimi. Son kez öğrencilerimle bir arada oluyorum. Fazla konuşmama kalbim dayanmıyor. Boğazımı önlenemez bir hıçkırık dolduruyor. Gözyaşları içinde öğrencilerimi bir bir öperek karnelerini veriyorum.
Dünya dönüyor, yaşam bu… Öğrencilerimi hep sevdim meslek yaşamımda. Bu kısa bir sömestri dönemimdeki öğrencilerimi de bir başka sevdim.
Tüm öğrencilerime duyduğum sevgi sürekli kalbimi ısıtır. Yaşama, doğaya duyduğum uçsuz sevginin membaı ruhumda ve kalbimdeki saklı çocuk sevgisinden gelir.
YORUMLAR
Edebiyat Defteri'nde yazan ve de okuyan saygıdeğer şair-yazar ve edebiyat sever arkadaşlar, yıllarını ülkesinin yücelmesi, aydınlanması ve kalkınma çabası için yaşamış bir öğretmenin eğitim-öğretim çabalarından örnekleri beğeninize sundum. Bilmem ne dersiniz bu sunuma...
Saygılarımla...