- 619 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEDEMLE YOLCULUK
DEDEMİN YOLUNDA.
İsmet sabah aldığı haberi sıkıntı edip durdu. Hayra yordu olmadı, şerre yordu olmadı. İşi gücü bırakıp bir an önce çekilip gitse miydi, akşamı beklese miydi. Sadece “Gelsin.” Diye yollanmıştı haber. Gitmesine giderdi de kardeşine, geline ayıp olacaktı. Birlikte giriştikleri işi bitirseler iyi olacaktı. Buğdayı biçmiş harmana götürmüşlerdi. Harman edip çuvala koymaları gerekiyordu buğdayı. Akşama gider geceyi orada geçirir, çağırılma sebebini anlar düzeltilecek, halledilecek eksik, gedik ihtiyaç ne ise halleder geri dönerdi yarın tekrar belki . Ama önce şu harmanı bugün bitirmeleri gerekiyordu. Gün boyunca olur olmaza sinirlendi, bazen kendi kendine, bazen döveni çeken hayvanlara söylendi durdu, hatta hiç yoktan kardeşine bile söylendi bir ara. Sonra pişman oldu. Özür dilercesine baktı yüzüne. Suçu falan yoktu ne kardeşinin ne de bir başkasının. Her şey yerli yerince, yolu yordamıncaydı ama onun kafasında soru olup çıkmıştı. “Gelsin.” Emri mi, arzusu mu, isteği mi eşinden gelen.
Dün gece hacı hoşlamaya diye gitmişlerdi Sabri ağalar Yeniçiftlik köyüne. Hanımı Nüzhet onların geri döneceğini duyunca eşine “Söyleyin de köye gelsin, benim adam.” Diye haber yolladı. Sabah kahvede karşılaştıklarında İsmet’e hanımından gelen mesajı iletti Sabri.
İşte o saatten beri aklı yoldaydı. Gece giderim akşam yemeğinden sonra nasılsa mevsim yaz. Hava açık, ayın da on iki, on üçü falan. Tabla gibi ay vardı dün gece gökyüzünde. Harman akşama doğru samanların taşınması hariç neredeyse tamamen bitti. Buğday bereket versin, umdakları kadar oldu. Sevindiler savurdukça çıkan tane öbeğine, elediler, çuvalladılar. Akşam olmak üzereyken kardeşiyle birlikte çuvalları ambara yerleştirdiler. Samanı da bir ara atarlardı nasılsa. Hava açıktı. Gökte telaş yapacak bulutlar dolaşmıyordu. Kardeşinin hanımı da akşam için yemek hazırlamıştı. Çuvallar taşınınca ellerini yüzlerini yıkayıp hep birlikte sofraya oturdular. Kardeşi de gelin de onun gideceğini bildikleri için koştura koştura iş gördüler neredeyse gün boyunca. Üfleyip püflemeyi bırak; yorulduk, demeden. Hatta kardeşi bir ara:
-Ağabey sen git istersen, Şefika ile biz hallederiz harmanı, dedi.
-Olmaz dedi ağabeyi. Akşama giderim ben acil olsa hemen gelsin, yarın gelsin derdi yengen. Sadece gelsin demiş işte. Gideceğim bu gece nasılsa deyip işe devam etmişti.
Yemekten sonra sürekli cebinde taşıdığı çakısını kontrol etti, yerindeydi. Köstekli saati de yelek cebindeydi. Tabakasını da doldurdu yedek paketinden birkaç dal alarak. Ahırın saçağında sokulu duran kalın, erik dalından sopasını da aldı eline çıktı yola. Daha yolun başında ferahladı, Günün verdiği yorgunluk, sıkıntı çıkıp gitmişti üzerinden. Halbuki şimdi daha sıkıntılı olmalıydı, Bir buçuk saat sürecek bir yolculuk vardı önünde. İki köy, üç de köylerin dışında kurulu ağıl geçecekti yol boyunca. Köpekler havlayacak ta ki onlar için tehlike olmaktan çıkana kadar. İsmet köpeklerin, köpekler İsmet’in tehlikesiydi yol boyunca. Halbuki iki tarafın da bir birine verecek zararı yoktu ama tehlikeydi işte. Doğa ile insanın bitmek bilmeyen mücadelesinin bir parçasıydı bu.
Kurt, tilki çıkma, belki de bugüne kadar hiç olmadı ama olmayacak da demek değil hırsız, yol kesici, ayyaş, sarhoş, meczup çıkma tehlikesi vardı yolda karşısına. O yüzden tedarikli olmak gerekirdi. Silah taşımayı sevmezdi. Öldürmek ona göre iş değildi. Korkutucu olsun diye belki. İlk zamanlar yanına almayı düşündü, onun yolculuğu tedariksiz yaptığını görenler uyardıysa da o gerek görmedi bir türlü. Olacağı varsa olurdu. Ölmek öldürmekten daha kolaydı onun düşüncesinde. Ancak ufak tefek saldırılarda savunma amaçlı tedarikleri de hazırdı işte her zamanki gibi. Zaten şuncacık yol değil mi biterdi.
En büyük sıkıntıyı sivrisinekler veriyordu. Yolun göle yakın oluşu sivrisineğin bol olmasına sebepti. Hatta devlet köylerini sıtmadan kurtulmaları için nehrin yanından uzağa, tepeye taşıtmıştı. Şimdiki köyleri rüzgar alıyor, akşamları hava serinliyor sinekler de erken kayboluyordu ortalıktan. Ancak bu gece hava öyle çabuk serinleyecek gibi değildi. Ağustos yeni girmiş, orak, harman ayı başlamıştı. Yol da gittikçe göle yaklaşıyordu. Sinekler gözlerine, burnuna dolup duruyordu. Biraz sonra tepeyi aşınca kaybolurlar nasıl olsa deyip onu da dert saymadı fazla.
Yolda bazen yokluğa, yoksulluğa kızdı. Şimdi bir atı olsaydı. Ya da -inşallah bir gün olacak –traktörü olsaydı. Köy enstitüsünde vardı bir Amerikan traktörü. Nasıl da sürüyordu şoförler okulun tarlalarını. Hayvanlarla sürülenin on katından fazla yer sürüyordu bir traktör bir günde. Okulda onlara da yakından inceletmişlerdi. Ancak bir kere olsun binip sürememişti traktörü. Hayvanların nallanması, insana ve hayvana aşı vurmayı okula gelen doktorlardan , veterinerlerden öğrenmişler.
Şimdi olmalıydı bir traktörü ki hem tarla işleri kolay olsun hem de yol çarçabuk bitsindi. Eşekle yolculuğu bir türlü sevemedi. Ağır gidiyordu eşek. Ancak bir takım yükler olursa köyden köye götüreceği o zaman kullanırdı mecbur hissedip kendini.
Gene daldı, acaba niçin çağırmışlardı. Gerçi normaldi. Eşi, çocukları oradaydı. İnşallah birine bir hastalık, sıkıntı olmamıştır. Öylesine basit bir iş için çağırmıştır hanımı. Yüklü kadındı. Canı bir şey çeker çağırır gene çağırırdı.
Yol bir öküz arabasının, at arabasının gideceği kadar genişti. Köylüler bu yolu tarlalarına gitmek için kendileri hayvanlarıyla, arabalarıyla gidegele yapmışlardı. Ana yola kadar on beş dakika bazen yoldan bazen biçilmiş buğday tarlalarından yürüdü. Yeni biçilmiş buğday anızlarının kokusu genizlerinde hoş bir koku bırakıyordu. Ağustos böcekleri ay ışığı altında şarkılarına çoktan başlamış, korolarını oluşturmuşlardı. Ateş böcekleri ışıklarını saçarak bir saptan diğerine atlayarak sevgili aramakla meşguldüler. Puhu kuşunun uzaktan, derinden dem çekmesi duyuluyordu. Yolu çekilmez olmaktan çıkaran yol arkadaşları her zamanki gibi gene görevlerinin başındaydılar kısacası. Yolda kendi kendine konuşmak yerine yolla, yoldakilerle konuşmak çok güzeldi.
Biraz sonra anızlar arasına salınmış otlayan koyun sürülerinin çan sesleri yayıldı ortalığa. Hayvanlar gündüz sıcakta otlamıyorlar, ağaç altında, göl kenarında birbirlerinin gölgesinde uyuklayıp duruyorlar. Akşam seriniyle birlikte bir an önce karınlarını doyurmak için hızlı, telaşlı otladıklarından olsa gerek çan sesleri bir ortalığı inletiyordu adeta. Birazdan önce köpekler kendisini fark edip havlamaya başlayacaklardır. Sürüye bir zarar vermesin diye. Sonra kendisini fark eden çoban köpeklerine seslenecek, onlara gelenin zararsız olduğunu hissettirmeye çalışacaktır. Hatta yola çok yakınlarda çobanla ayaküstü yaptıkları kısa sohbetin dostça olduğunu anlayan köpekler kuyruklarını sallayarak ortalıkta dolaşmaya devam edeceklerdir. Ayrılışta deminki o telaşlarından eser kalmayacaktır. Artık dostluk kurulmuş, güven oluşmuştur.
Ana yola çıkınca daha bir rahatladı. En azından adımlarını daha güvenli atıyor, hızlı yürüyebiliyordu. Bir çukura basıp ayağını incitme, taşa takılıp düşme korkusu kalmamıştı. Ayın ışıttığı gökyüzü yeryüzünü düğün yeri gibi aydınlatıyordu. Biraz sonra Eskimeşeye varıp kahvede soluklanır çayını da içerdi kahvede. Zaten çoğu tanıdıktı köylülerin. Kimi akraba, kimi bir vesile ile tanışılmış arkadaş kimi de tanıdıkların veya arkadaşların aracılığıyla tanınmış kimselerdi birbirleri için. Tanışın olması iyiydi. Yolda belde kaldığınızda başınızı sokacak birinin olması güven veriyor insana.
Dedemi ana yolda bıraktım. Bütün gün onun peşinde koşmaktan yoruldum. Bir de gece gece on beş kilometre yolu yaya ayışığının yansıttığı gölgesinde yürüyemezdim. Bıraktın orada onu.
Sabah anlat bakalım akşam neler oldu dede! Diye girdim söz. Anlatayım efendim. Şimdi şöyle oldu:
Eskimeşeye yaklaşınca Kabasakalların ağılın köpekleri havlamaya başladı bu defada. Ağılın gece çobanı Karakaş Abdullah’a seslendim. Çıktı, susturdu hayvanları. Vardık kulübeye taze çay demlemişmiş. İlla bir bardak çayımı iç dedi. İçtik çok da güzel demlemişti. Maya deresinin yanındaki kaynaktan almış suyu. Mübarek o suyla ne de dökmüş demini. Bir kesmedi iki çay içtim.
Sonra yola çıkacağım baktım armutlar dallarda ayışığında parlayıp duruyor.
- Çabuk olmuş armutlar, dedim.
- Orak armudu, dedi. Çok da tatlı değiller ama yeniyor gene de, dedi.
Gündüz çobanı Masarla el ele vermişler dört yıldan beri ağılın etrafını merayı fidanlığa çevirmişlerdi. Eşekle maya deresinden heybelere koydukları tenekelerle su taşıyarak sulayıp tutturduklarını, büyüttüklerini, kimini aşıladıklarını, kimini olduğu gibi bıraktıklarını söyledi. Otuzu gecik fidan vardı. Erik, iğde, armut, hünnap, vişne, kiraz dikip tutturduklarını anlattı bana Karakaş Abdullah dedi.
Ben de Karakaş’a dedim ki seneye aşı zamanı size bizim bağlıktaki armuttan ve tarla komşumuz Çıpaların tarlanın başındaki armuttan dal getireyim aşılayın. Çok güzel armutlar. Ham iri hem tatlı. Çıpaların armut geç oluyor sanki ahlat irisi. Ama olgunlaşınca çok tatlı ve yumuşak oluyor, dedim. Koydunuz mu samanın içine kışı çıkarır size olgunlaştıkça yersiniz dedim.
-Seneye için kavilleştik kısacası. Çorbada benim de tuzum olsun. Bahçede izimiz olursa gidip geldikçe meyvelerden yemeye de yüzümü olur hem evlat dedi bana.
-Haklısın dede sonra ne oldu sen daha Eskimeşeye varamadın. Yenimeşe var, Bakacak bayırı var ooo senin yolun çok. Sen oyalana oyalana gidiyorsun dedim. Boş ver sanki Safiye Ayla mı bekliyor evde acele edeyim. Gece vakti hangi derde merhem olacağım ki, nasılsa her ne olacaksa sabahın hayrıyla olmayacak mı ? Karakaş’a:
-Daha yolum çok, muhabbetin de uzadıkça tadı artıyor çayınki gibi deyip izin istedim ondan, dedi.
Demin de dediğim gibi dedem ağılda Karakaşla içtiği iki çay kesmemiş olacak ki Eskimeşe’ye varınca kahveye sapmış. Hanımının yeğeni ile evli Rüstem kahvede olunca bir çay içip hal hatır sormayı, baldızından ve çocuklardan haber sormayı ihmal etmemiş. Yeniçiftliğe gidince hanımına yeğeniyle ilgili haberleri verirdi. Çiğneyip geçmek olmazdı. On beş dakika kadar kalıp hal hatır sorduktan sonra ondan da müsaade isteyip Yenimeşeye doğru yola koyulmuş dedem. Neredeyse yatsı ezanı okunmak üzereymiş. Meşeköyler arasındaki çeşmeye varınca soluklanıp çeşmenin tatlı, buz gibi suyundan kandırmış kendini. Çeşmenin başındaki ulu meşe ağaçlarına bakmış. Nedense bu ağaçlar onda Tan tan kabacığım bizi bırakıp giden babacığım masalını hatırlatırmış. Sanki baba Yenimeşeden biri imiş ve bu çocuklar da bu ağaçlara çıkıp ışık aramışlar. Ancak çeşme bir çatakta olduğu için ışık falan görünmüyormuş. Ayığışığı da olmasa bütün bütüne karanlık olacak çocuklar korkudan öleceklermiş gibi geldi bir an içinden.
Ayın önünden geçen bulutlara baktı biraz hepsi de birer suretti sanki. Bazen bir insana, bazen de bir kuşa, dereye, ağaca benzetiyordu onları. Ay dede sanki insanlara resimler çizip çizip gönderiyordu birkaç saniyeliğine de olsa.
Aldı abdestini kıldı yatsı namazını düştü tekrar yola. Ta Yeniçiftliğe kadar durmak yok dedi artık Doğru eve gideyim milleti uyandırmadan hanımın yanına varayım dedi. Yol Yenimeşe’nin neredeyse dışından geçiyordu. Birkaç ev vardı yol boyunca onlar da artık bu vakitte çekilmişlerdir evlerine, kimseye görünmeden geçer giderim, diye düşündü. Öyle de yaptı.
Saat neredeyse gece yarısına doğru vardı eve. İş zamanı, herkes yorgun olduğundan neredeyse kimseye rastlamadan eve gitti. Hanımı henüz uyumamış oğlanları uyutmuş sabah için hamura un elemiş dinleniyordu.
Dedem nineme kendisini iye çağırdığını, hayır mı şer mi olup olmadığını sordu, her bir soru sualden önce. Doğuma henüz erken olmasına rağmen sancılarının olduğunu, bebeği düşürmekten korktuğunu, birkaç gün evde kalıp işlerin ucundan tutmasını istediği için çağırdığını anlattı. Yok eğer ona rağmen sancılar devam ederse bir çare aramaları gerekeceğinden çağırdığını ekledi.
Sıkıntısı geçer gibi oldu, ancak ya sancılar geçmezseye de takılıp kaldı. Geçmezse. Doktor nerede, araba nerede, çare ne? Bu sıkıntılarla bazen konuşup bazen dalıp uyudular ikisi de.
Sonrası mı? Halam fazla kilolarından yürümekte zorlanan yaşlı bir babaanne. Hatta iki de torunun sahibi. Allah ona uzun, sağlıklı bir ömür versin.
Sancılar kesilmiş. Doğum normal vaktinde ve sorunsuz geçmiş. Ne dede kaldı, ne nine Hepsi de terk-i alem eyleyip, önden gidip; bizi bekleyenler oldular.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.