12
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3814
Okunma
Cumhuriyet tarihi boyunca süre gelen muhalefet anlayışı ve ülkemizin siyasi duruşu, demokratik ve ekonomik gelişmişlik seviyesine ulaşmış güçlü ülkelerle mukayese edildiğinde. Yani medeni devletler kategorisinde yer alan toplumlara kıyaslandığında çok farklı bir seyir izlediğini görürüz.
Bir ülkede muhalefet en az iktidar kadar önemlidir. Muhalefet o ülke insanlarının sigortası ve emniyet kilididir.
Muhalefetin birinci görevi millet adına iktidarın icraatlarını denetlemektir.
İkinci görevi de ülke ve millet adına, gelecek seçimlerde iktidar olmayı planlayıp proje üretmesi ve bu doğrultuda çalışmasıdır. Bu tanımlama siyaset biliminde aynen böyle geçer. Dünya ölçeğinde de bu tanımlama aynı işleve sahiptir.
Muhalefet partileri, iktidarın yaptığı bir yatırımı gidip yerinde görmesi, icraatın niteliğini ve niceliğini incelemesi başlıca görevlerindendir. Örneğin; Niteliğine göre yatırım inşaat ise İnşaatın kalitesinden, maliyetine, çalışan işçilerin iş güvenliğine kadar vs birçok alanda gözlem yapıp şartların niceliğine göre de notlar tutup bu notları meclise taşımak ve tartışmaya açıp kamuoyuna duyurmaktır. Ancak muhalefete dönük bu evrensel tanımlama, maalesef bizim ülkemizde çok farklı seyreder. Mesela hükumetin icraatlarını gidip yerinde de görüp denetleme görevini başka ülkelerde görülmeyecek bir işleyişle ‘’ yan gelip yatmak. İnceleyip notlar tutmak yerine ise, ‘’karalama, küçümseme veya yok sayma şeklinde’’ tuhaf bir şekilde yerine getirilir.
Muhalefetin ikinci önemli görevi de iktidarın alternatifi olarak ülke ve millet adına plan ve proje üretmek ve hükumet olma faaliyetleri içerisinde hareket etmesidir ki, maalesef bizde plan ve proje üretmek yerine ‘’iktidara komplo kurmak yalan ve iftira atmak şeklindeki bir refleks olarak tezahür eder.
On yıllardır süre gelen bu olumsuz refleks, meclisteki tüm partiler için geçerlidir. Seçim zamanı ülke insanına daha iyi bir yaşam standarttı sunacağını vadetmek yerine milletin ortak değerleri üzerinden propaganda yaparak seçim sürecini sürdürürler. Örneğin; Atatürkçüye, Atatürk’ü. Müslümana, Müslümanlığı. Türk’e de Türkülüğü pazarlayarak ve bu ortak değerler üzerinden duygu sömürüsü yapıp hem ucuz yollu rey toplarlar. Hem de, Üzerlerindeki evrensel muhalefet tanımından ve siyasi sorumluluklarından sıyrılırlar.
Birde, ülkemizde on yıllarca süren gelen despotik siyasi uygulamaların bir sonucu olarak, sosyolojik ve psikolojik manada ezilip bastırılmış toplumun bireysel gelişimini tamamlayamamış sığ bir anlayışla ezbere dayalı siyasi kültürsüzlüğe sahip A politik seçmen yapısı düşünüldüğünde. Ülkemizdeki siyasi partilerin özellikle de muhalefet partilerinin işlerinin çok kolay olduğu açıkça görülebilir.
Aslında bu durum sorumluluktan kaçan meclisteki muhalefet partilerinin, denetleyicisi konumunda olan seçmen içinde geçerlidir. Yani bu sakat mantık doğal olarak uzun vadede ülkemizde demokrasi kültürünün yeterince gelişmemesi, insan haklarına saygılı olma bilincinin oluşmaması ve gelir dağılımı bozukluğu olarak kendini göstermiştir.
Bunun sonucu olarak Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, aynı kategoride olduğumuz devletler. Ülkemizin dört, beş katı seviyesinde gelişmişlik konumuna ulaşmışlardır. O tarih itibariyle adı sanı duyulmamış ve ülkemizin sahip olduğu avantajların yarısına bile sahip olmayan (Malezya-Singapur- Brezilya- Kore vs gibi) Ülkeler aradan geçen doksan üç yılın sonrasında. Demokratik ve ekonomik kalkınmışlık seviyesinde ülkemize göre en az iki buçuk katı gelişmişlik ölçüsüne sahip olmuşlardır. Bu aynı zaman da milli gelirden kişi başına düşen payın da bir ölçüsüdür. Bizim ülkemizde milli gelirden kişi başına yıllık on bin dolar civarında bir pay düşerken o ülkelerde en az yirmi beş bin dolardan başlayıp elli bin dolar ve üzeri bir pay kişi başına düşmektedir. Bu gerçeklerle yüzleşmek Cumhuriyetimizin kendisiyle değil siyasi yanlışlarımızla yüzleşmektir.
Şu tartışılmaz bir gerçektir ki günümüz dünyasında uluslararası dev şirketler gibi ülkeler arasında da her alanda kıyasıya bir rekabet vardır. Bu rekabetin adı da küresel pazardan pay kapma mücadelesidir. Bu mücadelenin kuralları bellidir. Bu kurallar da tüm kurum ve kuruluşlarıyla demokrasisi gelişmiş kendi sanayisini oluşturmuş güçlü bir ülke olmaktan geçer.
Bu nedenle hepimizin bilmesi gereken bir gerçek var ki o da bizim kısır tartışmalara anlamsız çekişmelere zaman harcayacak lüksümüzün olmayışıdır.
Çünkü bizimde içinde yer aldığımız üçüncü dünya ülkeleri diye adlandırılan ülkeler de hızla gelişimlerini tamamlayıp küresel pazardan pay alma çabasındadırlar.
Ara not: (Bu gün ülkemizdeki mevcut hükumeti yöneten siyasi parti daha kurulmamışken bir gazetenin ekonomi sayfasında şöyle bir haber okumuştum. ‘’Türkiye gelişmiş ülkelerle arasında ki makas farkını kapatması için sahip olduğu coğrafik yapısı, genç nüfusu gibi vs avantajlarını doğru kullanabilirse gelişmiş ülkelerle arasındaki makas farkını otuz (30) yıl gibi bir sürede kapatabilirmiş.’’)
Mevcut hükumetin on üç yıldır iktidar da olduğunu düşünürsek bu habere göre önümüzde on yedi (17) yıllık bir süre kalıyor. Aslında çokta uzun bir zaman değil ama yine de ülkemizin avantajlarını göz önünde tutarsak gazeteci yazar merhum Çetin Altan’ın dediği gibi ‘’enseyi karartmamak lazım’’
Yok, eğer bizler ülkemiz adına çok çalışıp bu şansımızı doğru değerlendirmez ve birlik beraberlik içerisinde hareket edip zamanın kıymetini bilmez ve siyasi partilerin bizleri kendi değerlerimiz üzerinden avutup enerjimizi boşa harcatmalarına müsaade edersek, küresel pazarlardan hakkımız olan payı alır mıyız? Orası bilinmez. Ama kesin olan bir şey var ki, kendi ensemizin kararıp kararmadığını görmeye bile fırsatımız olmadan, küresel güçlerin ense tıraşına bakıp onların istediği standarda yaşar ve onlardan emir alan ülke olmaya devam ederiz.
Serhat BİNGÖL 28.03.2016
Edebiyat Defterinin Değerli Yöneticilerine,
Seçki kuruluna, yazımı okuyup değerlendiren sayfa dostlarıma çok teşekkür ederim.
Saygılarımla,