B A K - K A L
Bakkal kelimesini, benim jenerasyonum yetmişli yıllarda çokca telefuz ederdi. Halide Edip Adıvar’ın romanından uyarlanan siyah beyaz televizyonlarda izlediğimiz “Sinekli Bakkal” dizisinin bakkal ile çok da alakası olmadığını bilenler bilir. Ama edebiyatımızda “bakkal” kelimesi böyle de bir yer bulmuş.
Sözlüklere baktım, zannettiğim gibi bak- kal hecelerinden türemiş bir kelime değil bir defa! Günümüz girişimcilerince güzel bir pazarlama fikri olarak kullanılabilirmiş aslında! Arapça bakl- kökü ile gelişmiş, sebze satan kimse, olarak geçiyor sözlüklerde. Bakkaliye de “çeşidi bol büyük dükkan” olarak anlamlandırılmış.
Bakkal dendi mi koca bir çocukluğum gelir aklıma. Birincisi, Adana’da evimizin karşısında yolun öbür yanındaki Pınar Bakkalı vardı; agbim bakkala giderken yolu geçtiği sırada dolmuşun altında kalmıştı, uzun hikaye. Allah onu bize bağışladı. Kıbrıs ile ambargo gören ülkenin, ekonomik krizde, yoklukta, bakkal tezgahlarının altından gizli saklı “ Sana yağı” margarin satıldığı günleri yaşamıştık o yıllarda . Karaborsa , bakkal dükkanlarında hatırlı mahallelilere işlemezdi. Bir de " Ankara Gazozu" vardı o bakkala beni bağlayan!
Sonra meşhur Adana tren garının içinde “Gar Bakkaliyesi” vardı, kapısından çekilmiş kahve kokusunu alarak girerdiniz. Annem misafir kahvesini oradan aldırtırdı; çok gitmişliğim vardır. Burası bir de zor bulunan, kaliteli mallları satardı. Zaten marka oldu sonra . Oraya her gidişimde harçlığım çıkar, annem veya babam paranın üstünü sormaz-gizlice ödüllendirilirdim- ben de Tipi Tip sakıza, renkli şekerlere, bisküviye, çubuk krakere sonraları kitaba yatırırdım kazancı! Ama yorulurdum, eve hatırı sayılır uzaklığı vardı!
Yazları bir başka bakkal girerdi dünyama. Konya’da köyümüzün en büyük bakkalı, “Silleli Bakkal”ın sahibi Konya’nın meşhur Mevlana ve Şems hikayesine de konu olmuş Sille köyünden Hacı İsmail derler bir amca idi. Beyaz, uzunca sakallı , pek gözü açıktı; kızı ile çalışırdı. Niye bakkallar evlere yakın olmazdı ki? Ben yine uzun yolları aşardım bakkala ulaşmak için. Bu sefer bir de yolumun üstünde ağbi kardeş iki haylaz, kötü çocuğu aşmak derdi tutardı. Evlerinin önünden geçirmemek için ellerinden geleni yaparlardı. Kötülüğü ilk orda mı tanıdım ben, kimbilir?! Uzatmayayım bu kez bakkal dükkanından içeri girdiniz mi, ekmek, sebze kokusuyla karışık serin bir hava yüzünüze çarpardı. Buzdolabı yoktu, ama kerpiçten yapılı geniş dükkkan yazın da serin olurdu. Orada toz leblebiyi tanıdım, boğazımıza kimi yapışan toz leblebiyi küçük kaşığı ile hafif tatlandırılmış olarak yemek ne büyük sevinçti. Şehir ekmeği denilen, somun ekmek, köy yerinde yapılan şimdilerde hasret çektiğimiz nefis tam buğday ekmeğinin ciddi bir rakibiydi o zamanlar.
Konya’ya has bir geleneğin de ayrılmaz bir parçası idi bakkal. İslam inancımızda yeri olan üç aylar gelip de ilk gecesi kandil ile kutlanırken, akşam biz çocuklar bakkaldan aldığımız ortasında mum bulunan, kâğıttan yapılmış fenerlerle, kimi de el yapımı meşalelerle sokaklarda dolaşır yine gündüzünde bakkaldan alınan envai çeşit şeker ve çerezden oluşan Şivlilik için ev ev gezer kapılarda torbalarımızın ağzını açardık!
Biliyor musunuz ben zamanı tanımayı ve kullanmayı o bakkalda öğrendim. Küçük plastikten , iyi tasarlanmış renk renk oyuncak saatler satılırdı. Her yaz köye gittiğimizde Silleli Bakkal’dan bir tane alır, koluma takardım; kimbilir saati kaça ayarlardım! Zamanı ve onu kullanmanın önemini kavramak açısından düşünüyorum, ne özel bir oyuncak. Dedelerimiz ve ninelerimizin harçlıkları ile sevincimizi, bilye, sakız, balonlara bağlardık. Hatırı sayılır harçlıklarla aldığım damperini kum, toprakla doldurarak saatlerce oynadığım o plastik kamyon hayal dünyamı kimbilir nerelere götürmüştü o zaman. Küçük şeyler ne çok değerliydi! Köy bakkalında her şey olurdu; renkli basmalar, büyük cam şişelerden puarla doldurulan kolonya, iğne, çeşitli renkte makara iplikler, iyecek, içecek ve daha pek çok şey.
Bakkal defteri deyimi dilimize yer etmiştir; her ne kadar karışık , düzensiz bir karalamayı ifade etse de insanların birbirine güvenini yitirmediği, bir selamın hatırının sayıldığı, dürüstlüğün en büyük değe bilindiği o günlerde bakkallar zor zamanlarda insanlara güvenir, insanlar da ödenmek üzere aldıklarını o meşhur deftere veresiye yazdırırdı.
Eskilerden miras olarak kültür hayatımıza da yer etmiş, bakkal , bakkaliye işletmenin şimdilerde sanki değeri tekrar hatırlanır gibi oldu. Çocuklarımız ve onların çocukları için sevindirici bu.
Bakkal amcamız sepetlerimize siparişleri doldurmayalı, bakkal defterine veresiye yazmayalı, mahallenin geleni gidenine gözkulak olmayalı ne kadar oldu dersiniz?
"-Bakkal amca" repliğini benim gibi duyuyormusunuz siz de?
Güvene ve güvenmeye ne çok ihtiyacımız var.
HARUN ÖZMEN
YORUMLAR
Bakkal kelimesini konu alan bir yazı yaz denilse,sanırım en fazla beş-on cümle yazabilirim:)
Böyle uzun uzun,bir o kadar da akıcı yazabilmek ne güzel bir şey. Yazılarınızı keyifle okuduğum için,
şöyle bir bakayım dedim,başladım ve bitirmeden bırakamadım.
Belki de yozlaşma,bozulma, o kepeksiz beyaz ekmeklerle başladı...Şimdi artık sınırı yok bunun.
O plastik kol saatine bile anlam yüklemişsiniz. Zamanın değerini bilmeyenler için, plastik değil,
pırlanta kol saati olsa fayda etmiyor yazık ki...
Evet,bakkal amcaları ben de çok özlüyorum:)
Her derde deva insanlardı onlar...
Bir dost yüze ihtiyaç duyduğumuz her an,ilk aklımıza gelenlerdi...
Yine mükemmel bir yazınızı,büyük zevkle okudum sayın Özmen.
Çok teşekkürler...
En güzel dileklerimle...
kimi bakkalından vazgeçmez başka bir bakkaldan alışveriş yapmazdı. Güven aslında böyle doğuyordu. Kilolarla süt, yoğurt alışverişleri olurdu, şimdi çoğu şey gramajlarla sınırlandırılıyor. Bal desek şimdi köylerden tercih ediliyor. belki şimdi bir marketin ürünlerinde bulunmayanlar bakkallarda oluyordu, yani market ürünleri sınırlandırılmıştır. Bazı mesleklerde ölüyor yavaş yavaş, bakkal gibi...
Anılarla bezenmiş güzel yazınızı tebrik ederim bu arada. Saygı selamlar
hrnozmn
ASLOLAN GÜZEL ŞEYLERİ KADİFE BİR KESEDE ÖZENLE SAKLAYABİLMEK, ZAMANI GELİNCE HAK EDENE SUNMAK.