- 474 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ülkemde Okulculuk Manzaraları -3-
Okul yaşantılarını konu alan öykülerimi yazarken okulculuk sözcüğünü kullandım başlık içinde. Hükümetlerimizin ve de bizlerin eğitim-öğretime üvey evlat muamelesi yapmamızın bir hüznünü vurguluyor okulculuk sözcüğü. İsterdim ki, bu camianın içinde çalışmalar olumlu ve bilimsel bir görünüş arz etsin. Nerede o günler ve yıllar! Ülkem adına hayal ettiğim güzellikleri, çalışma azmini, disiplin ve güzellikleri yıllar sonra Almanya’da Alman okullarında görecektim.
Bin dokuz yüz yetmişli yılları bitiriyoruz. Trabzon’da yeşil renklerin daha çok olduğu bölgeleri incelerdim yurdumun fiziki haritalarında. Büyük kentlere yakın bir okulda çalışmayı düşledim hep. Kara Deniz Bölgesi’nin sisli, puslu uzak köyünün yüz yıl örneği uzun kış günlerinde. Altı upuzun yıl geçti yurdumun ırak, kuş uçmaz kervan geçmez Trabzon’un köyünde. Batıya atamamı yaptırabildik nihayet…
Kocaeli ili bir merkez köyündeyim. Merkez köy dediysem sadece haritada merkez köy, yıllarca çalışacağım yeni köyüm. Kentten kırk kilometre uzaklıkta garip bir köy. Otuzun üzerinde öğrenci ile tek öğretmen olarak çalışacağım. Bölge okulları içinde en bakımsız bir okul yeni okulum. Lojmana girdiğim ilk anı unutamam. Şu duvarları biraz iteleyip içinde barınacağım odayı birazcık genişletebilsem diye düşünmüştüm. Çok çok dar iki oda, içlerine bir divan konunca değil koltuk, sandalye koymaya yer kalmayacak kadar hücre bir lojman. Okul ve lojmanın çerçeveleri eskimiş, rüzgârla birlikle yağmur yağdığında yağmur suları şarıl şarıl akıyor pencere altlarından sınıf ve lojmanın odalarına.
“Ne kara günlerde beni halk etmiş evlam,
Ne kötü günler de beni doğurdu zavallı anam.”
Sözlerini içeren türkü âdete benim yazgımı betimliyor. Çekeceğim çileler varmış yazgımda. Uzak bir köy olsun da böylesi köhne binalar düşlememiştim. Kente ulaşım! Hak getire. Akşamleyin haber uçuracaksın köy dolmuşuna, aman beni almayı unutma diye. Bunun için sabahın köründe rahat bir kırk dakika yürüyeceksin dolmuşa kavuşmak için. Bir bakarsın dolmuş gerçekten dolmuş. Yolcusunu alıp hareket etmiş. Duruma üzülür, ya sabır çeker yavaş yavaş geri dönersin izin üstüne. Dolmuşu kaçırmadığında; gün doğma saatlerinde tozlu yolları aşıp kente inersin. Saat 13.00 geri dönüş için hazır olmalısın.
Öğretmenliği seçmiştim. Olumsuzluklar yıldıramazdı beni. Bir an önce mesleğime motive olmalıydım. Bu düşüncelerle yeni durumlara kendimi hazırlama uğraşı içindeyim. Nihayet dersler başladı. İlginçliklerle karşılaşmamak olur mu? Okula devamsızlık sorunu yok. İşte, bu durum güzel. Çocuklar her yerde güzeldir, hoştur. İster Edirne’de, ister Hakkâri’de ya da Muğla’dan Artvin’e yurdumun her köyünde mezrasında. İnsana yaşama sevinci verir tasasız halleri, yalansız, riyasız tavırlarıyla. Çocuklarla birlikte olunca tüm olumsuzluklar uçup giderdi düşün dünyamdan. Güzel gök kubbemiz altında cehaletle savaşta utkular kazanalım istedim hep. Gelim görün ki, durum öyle mi?
Dördüncü ve beşinci sınıfların çoğu güzel Türkçemizdeki yirmi dokuz sesi tamı tanıma öğrenme şansı yakalayamamışlar. Birleştirilmiş sınıf okutuyorum. Müstahdemden müdürlüğe kadar tüm işler benim sorumluluğumda. Hakkını teslim edeyim; eşim çoğu kez sınıfın sobasını yakmıştır sabahları. Hızlı bir seferberlik ile büyük sınıflara okuma-yazma çalışması yapıyorum. Beş yaşındaki oğlum zamanını sınıflarda geçirirdi. Bu arada normal bir biçimde okuma-yazmayı öğrenmişti. Yeni okulumda da sınıfın sürekli müdavimiydi. Sınıfta ablaları kucaklarına alır okuma çalışmalarında ondan yardım görürlerdi. Okul açılalı bir ay olmamış. Bir müfettiş çıka geldi. Sınıfta duvarları okuma metinleri ile bezemişim. Hal-hatır derken müfettiş bey sınıfın durumunu görünce şaşırdı. Kendisi bir önceki yıl teftiş kurulu başkanıymış üstelik. Sesli sesli düşünüyordu. “Geçen yıl bu okulu kim teftiş etti ?” Diye söylenirken garip garip yüzüme bakıyordu.
Köy halkının okula ilgisi sadece çocuklarının ilkokulu bitirmesini istemek kadardı. Vatandaşların oldukça geniş arazileri vardı. Doğum oranı düşük. Üç çocuk doğuran kadın sayısı hayli az. Bir ailenin iki erkek kardeşi varsa birisi köyde kalıyor. Diğer kardeş Kocaeli fabrikalarında iş buluyor. Orakla biçilmiyor buğdaylar artık. Geniş tarlaları traktörler sürüyor. Köyde iş bitmiyor hiç. Sonbaharın yapılan son iş, pancar sökümü. Tarlaların sürülmesi- ekim işleri, kış için odun temini. İlkbaharla birlikte her taraf yeşile keser. Bir taraftan meralar. Diğer tarafta büyüyen buğdaylar. Hele buğdayların hayli boy attığı zamanlarda esen rüzgârlardaki deniz dalgası örneği sallanmaları doyumsuz güzellikler sunardı bize. Çiçeğe duran masmavi keten tarlaları, pembe gelinciklerin güzellikleri cennete eş değer görüntüler oluştururdu.
Yaz boyu ayçiçeği çapası, çayırların biçilmesi, harman işleri. İş. İş. İş. Eller nasırlaşmış, yüzler güneş yanığı. Çalışkan insanlar köylülerim. Yılları bağda-bahçede, tarlada-çayırda geçiyor. Yanı başlarında İstanbul’u görenler az. Sosyal yaşantı hiç yok. Ay’a çıkılmadı görüşünü savunanlar var köyümde…
İyi cins sığırlar, bol yumurta yapan tavukları ve hindi besiciliği derken köylülerim hayli varsıl insanlar. Hemen hemen her ailenin şehir merkezinde bir evi var. Lakin sığırlar iyi cins, bol da süt veriyor. Benim on sekiz aylık kızıma süt temin etmekte zorlandık. Bir-iki litre sütü bölmek istemiyordu komşularımız. Sütler toptan satılıyordu. Zamanla tanıştık. Batının insanının ne kadar tutumlu olduğunu gözlemledik. Her aile kalabalık en az otuz tavuk beslerdi. Lakin hayvansal besin tüketimi yok denecek kadar azdı bu yöremizde. Tavuklar, yumurtalar, sütler pazarlanır, kuruşun hesabı yapılırdı. Doğadan toplanan çeşitli yeşilliklerle yapılan pide işleri en sevilen yiyecekten sayılırdı. Çocuklara yumurta yedirin, süt içirin telkinlerimiz havada kalırdı.
Köyümüze bir ebe atandı, yeni mezun, genç bir bayan. Babası ve il sağlık müdürü ile köyümüze geldiler. Ev bakıyorlar. Biraz tamire muhtaç müstakil bir ev var hemen okula yakın. O ev köy ebemize kiralanmak istedi. Ev sahibi çok yüksek kira parası talep etti. Bende seviniyorum köyümüze bir sağlık elemanı geliyor diye. Sağlık müdürü boş evi ebeye vermeyen köye ebe yaramaz diyerek köyden ayrıldılar…
Eğitim-öğretim çalışmalarımı hiç aksatmadan sürdürdüm. Birleştirilmiş sınıf çalışmalarımla işler gayet güzel yürüdü. Birinci sınıfların yılsonunda okuma yazmayı öğrenerek bir üst sınıfa geçiyorlardı. Binaların fiziki sorunlarını kendi olanaklarımızla çözmeye çalıştık. Çerçevelerin değişmesi benzeri işler için tahsisat çıkarttırdık. Çıkan tahsisata kimse talip olmadı. Tahsisatlar geri iade edildi bir iki yıl.
Lojman çok dar. Dört kişilik ailenin barınması hayli güç. Başka okullara atanma dilekçesi gönderiyorum üst makamlara. Yaz sonu okula dönüşte dilekçemin yanıtını öğreniyorum.
“Yerinize başka öğretmen bulunamadığı için atamanız yapılamadı. Hâlbuki biliyorum merkez okullarına bile ataması yapılan stajyer meslektaşlarım var. Böylesi duygularla köy yaşamım sürüp gitti.
Müfettişler gelip gittiler. “İyi hocam güzel çalışıyorsunuz. Sizinle ilgili bir şikâyet almıyoruz.” Mealinde sözler duyarak teftişlerimiz sona ererdi.
Mesleğini ve öğretmenini seven müfettişlerle de karşılaştım. Bir müfettiş arkadaş sınıfta sayıların yazma-okuma üzerine öğrencilerime sorular soruyor. Tahtada öğrenciler söylenenleri yapmaya çalışıyorlar. Müfettiş elinde tebeşir basamaklar-bölükler konusunu şekiller çizerek açıklama gereği duydu.
“Hocam bölükler üzerine yoğunlaşırsanız bu konuda daha verimli olursunuz…” Diyerek anlatıyor. Bir taraftan şekil üzerine yazıyor: Yüzler bölüğü, binler bölüğü, milyonlar bölüğü … Hocam diyorum:
“ Bölükler adını birinci basamaktan alırlar, yüzler bölüğü değil birler bölüğüdür en baştaki bölüğün adı.” Kaynak kitaba bakıyoruz. Doğrusu benim dediğim gibi. Müfettiş bey olabilir diyor. Konu kapanıyor.
Bu arada unutmak olmaz, silahlı kuvvetlerimiz emir ve kumanda ile memlekette idareye el koydu. Devlet başkanımız Kenan Paşa bir emir buyurdular:
“Tüm yurt sathında on dört yaşından itibaren okuma-yazma bilmeyen tüm yurttaşlar tespit edilecek. On dört-kırk dört yaş aralığındaki yurttaşlarımıza okuma yazma kursu ile okuma-yazma öğretilecek.” Emir demiri keser. Köyde okul bin dokuz yüz okullarda açılmış. Buna karşın muhtarla yirmiye yakın okuma-yazma bilmeyen kadın tespit ettik. Tabi kursu başlattım Halk Eğitim müdürlüğü eş güdümü içinde. Saat üçten sonra kadınlarımızla okuma-yazma çalışması yapıyorum. O güzel insanların okumaya isteklerini unutamam. İki aylık sürede kursu aksatan çıkmadı. Herkes belirli düzeyde okur-yazar oldu. Müfettiş beye:
“Hocam, bekleyin yetişkinlere kurs çalışmamı bir izleyin.” Diyorum. Müfettişimiz durumdan memnun ayrılıyor. Övgü dolu bir rapor geliyor o yılın teftişinden.
Çalıştığım bölgenin köy yollarının kesiştiği bir büyük merkezi köy vardı. O köyde, bakkallar, petrol istasyonu ve de kahvehaneler açılmıştı. Kahvehanelerde akü ile çalıştırılan televizyonlarda maçlar izledik yıllarca. Çevredeki köylerin halkının ve öğretmenlerin buluşma yeri bu büyük köyün kahvehaneleri olurdu. Mevsimin uygun olduğu zamanlar arkadaşlarla buluşur voleybol-futbol oynardık. Birlikte kır gezileri tertiplerdik. O yıllarda köy okulları nisan sonu tatile girerdi. Yılsonu evraklarını ilçeye teslim eden bizler, bir eylül seminerlerde buluşmak üzere kendi memleketlerimize giderdik.
Seksenlerin başlarında köylere elektrik geldi. Beyaz ekran biz köyde yaşayanlar için dünyaya açılan birer pencere oldu. Ne kadar mutluyduk çoluk çocuk. Artık petrol lambalarına püf demeyecektik.
Öğretmenlik öykülerim sürecek…
YORUMLAR
Saygıdeğer arkadaşlarım.Ülkemde Okulculuk manzaraları adlı yazılarımla asıl anlatmak istediğim ülkemizde eğitim-öğretim çalışmalarındaki hükümetlerin ve çoğumuzun bu işe olan duyarsızlıklarını gözler önüne sermek. Sorunları iyice tanımak, hatırlamak ve sorunlara bilimsel ve akılcı çözümler üretme yollarını zorlamak...
saygımla...