- 698 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
'jale, abbreviation:epfh ve sigara'
Telefon geldi. Aslında ben onu çaldırdım. Hayır, ben ona telefon açmadım. Önce mesaj attım. Böyle daha iyi, ‘müsait misin’ diye sordum. Müsait olduğu zamanlar oluyor, olmadığı anlarda oluyor. Arabasını yaptırmış olmalı. Sahi, parası da yoktu. İşte, ne güzel dostluk, benden hiç para istemiyor. Hem istese biliyor olmadığını. Müsrif biriyim, biriktirmiyorum. Hem biriktirince ne olacak, kim için biriktireceğim. Kendim için mi? Yarın için mi? Yarın kimin için var bilemiyorum. Gözleri yeşile çalan Arap güzeli, yüzü bembeyaz, doğma büyüme Akdenizli. Akdeniz güzeli, isminin baş harfi S. Ayşe yıllar önce bana yine ismi ‘s’ ile başlayan biriyle aramı yapmaya çalışırken nasıl da heyecanlıydı. Dayanamamış, sonradan söyleyeceğime şimdi söyleyeyim demişti:’ Ben bakire değilim.’ Olayı anlatmaya başladı. Nasıl kızlığını verdiğini, gençlik hatası olduğunu ve bu yüzden pişman olduğunu. Sadece dinliyorum. Dinlemek güzel bir şey. Annesi beni duyunca heyecanlanmış, ‘ne güzel erkek, poğaçada yapıyor’ demiş. Fırınlarda simit, poğaça yapanlar erkek değil sanki! O günde zeytinli poğaça yapmıştım ve mutluydum. Mis gibi kokuyordu. Çay hazır olmaktaydı. Arkadaşlar benim yaptığım poğaçayı seviyorlar. Bayan S gayet net söylüyor, ‘sana bir şey diyeceğim ve bu ilişkimizi belirleyecek.’ Ne ilişkisi, ilişki diye bir şey mi vardı ortada? Resmi gözümün önünden gitmiyor. Bir düğün masası. Evet, hani damatla gelini görmenin zor olduğu, merdivene en yakın masalardan biri. Masanın arkasında bir sandalye üzerinde narin, masum bir genç Bayan; Bayan S. Ne güzel de gülümsüyor. Gülümsemesine ekmek banası geliyor insanın. Ancak şivesi biraz rahatsız ediyor. Sert, bir türlü pişmek bilmeyen nohut tanesi ağzından çıkan her kelime. Sanattan bahsediyorum. Beni sanatsız bırakma. Bay M heyecanlı. Bayan S, Arap güzeli, gözleri yeşile çalıyor, eşarbını ters değil, düz bağlamış ama o yazmalı haliyle görüyor. Ellerinde mutlaka çamaşır suyu kokusu var. Bu güzel kızlar bir de evlenip, çoluk çocuğa karışıyorlar. Çocuklarla uğraşmak kolay mı? Hayvandan ne farkları var. Sabaha kadar onların gazıyla, ağlamasıyla uğraşabilirsin. Bir de güzelim memelerin bu uğurda sarkabilir. Yerçekimine inat ölene kadar zaten dik tutulmayacak bir şey olsalar da, hayır, o hayvan, bakılmaya muhtaç canlı dudaklarıyla o meme uçlarından ekşimsi sütü çekerken, maalesef o güzel göğüsler sarkıyor. Korkma diyor Hatice, evet, ameliyat denen bir şey var, her şey güzel olacak.
‘Dün düştüm’ diyor Ayşe. Düşmüş. ‘Fall on a hard faience’ diyorum. Restoranda değil burası, lokanta da değil. Neresi olduğunu bilmiyorum. Hızla filmlerden bahsediyoruz. O düştüğünden bahsediyor. Biz kaç kişiyiz? Bir gün ayrıldığımız zaman, biz kaç kişi olarak ayrılacağız? Önümde menü denen saçmalık var. Türlü yemekler, ara gidiciler, tatlı çeşitleri, içecekler bile pahalı. Bizim paramız yok. Garsona ‘burada pos var mı’ diye soruyorum. Poz veriyor, ‘var efendim.’ Ayşe ‘sesin ne güzel’ diyor bana. Sonra ‘nerem başka’ diyorum. Kaba birisiyim. Sorduğum soruya bakıyorum. İşte, iştahım yine kaçtı. Fakat uzun zamandır yememiş gibiyim. Saatlerce çok güzel bakışabiliriz ama ben tekim. Yapayalnızım. En arka koltuğa iki sevgili geçiyor. Onları duymamak lütuf. Yemeğin sosu gereğinden fazla tuzlu ve insan susuyor. Bu bir numara olmalı. İkinci numaraları suyun paralı olması. Su paralı olmamalı. Su, görmek, duymak, dokunmak, sevmek, sevişmek gibi temel ihtiyaçlar. Uzun zamandır, çok uzun zamandır biz ayrı kişilikler olarak sevişememenin sıkıntısını yaşıyoruz. ‘Dul kadınlar parkı’, ‘matem kadehinde adamlar’, ‘sevgi otobüsünü kaçıranlar’, ‘ellerinde solmuş aşk çiçekleri’… Bize ne kalıyor, ben bunları düşünecek halde değilim, sesim çıkmıyor. ‘Gözlerin’ güzel diyor. Göremediği yerlerim var, bilmiyor tabi. Örneğin bir insan daha detaylı baktığı zamanda kendi vücudunda sevecek bir sürü ayrıntıyı görebiliyor. Ayak bileklerim demeliyim. Böyle dersem, ne kadar güçlü olduğumu arka masadaki çifte duyurabilirim. ‘Hey, ben var ya, ben, ayak bileklerime aşığım.’ ‘Ne diyor sevgilim bu kaçık adam?’ ‘Hiç canım, boş ver, serserinin teki, biz oynaşmamıza bakalım.’ Garson az önce ketçap mayonezi masalarına koyarken kızın eli adamın pantolonundaydı. Bunu bana garsonun gözleri söyledi. Görmüş. ‘Abi, sıvazlıyordu’ dedi. En yakın markete şans eseri gelmiş dörtlü set ocağı. Niye beş değil de, dört? Niye o değil de, hiç kimse. Hiç kimse gurur yapıyor. İnsanlar gurur yaptığı zaman yanlış yapmaya başlarlar. Oysa sevmeyi deneyebilirler. Bak bunları sana şimdi sesli söylüyorum. İNSANLAR GURUR YAPTIĞI ZAMAN YANLIŞ YAPMAYA BAŞLIYORLAR. Cümleyi değiştirmiş olabilirim. Anlatım bozukluğu, anlaşamamaktan geliyor ama beni zaten anlamaları gerekmiyor. OYSA SEVMEYİ DENEYEBİLİRLER. Kazım denen it, dul, Ayten denen karı, dul, ikisi de dul ama Ayten acıların kadını. Ona içmek yakışıyor, dağıtmak, kırmak, ne denirse artık ona. Sen Kazım’ı da, Ayten’i de tanımıyorsun. Onları tanısaydın eğer, Kazıma çokça sövmek isterdin. Kazım denen itin tek derdi ufaklığını sokup, biraz o cehennem ateşinde zevk alıp, dünyalar dolu ateşe birkaç damla su boşaltıvermek. İşte zina, esiriniz. Tüm insanlık senin esirin. Bahana olarak ‘babam Adem eşi Havva’yı sikerken nikah mı kıymıştı’ diyor. Ne ukala insanlar var! Zinhar bunlar için cehennem ayrı alevleniyor olmalı. Tanrı inancı da yetmiyor veya tanrı diye diye daha farklı afakanların içinde debeleniyorlar. Ayşe kızıyor, ‘Allah’ de. Diyorum, ben onu çok seviyorum, o da beni herkes gibi seviyor. Ne istiyor, bunu sen de biliyorsun, baksana saat de aslında geç olmuş, bizim ona biraz daha yakın olmamızı istiyor. Hem emrettiği ibadetler zor değil. Fakat küçük bir günahı önemsememek gibi, ‘keşke bu da olmasaydı ya da olabilir ama şu kadar olsaydı’ diyoruz. Biz kimiz, lanet olasıca bizler kimiz? Hani, nerede ayrılıyoruz? Gurur yapıyor. Yapsın, kendi haline bırakıyorum. Baş harfleri B ile başlayan iki kız slayt gösterimi yapıyorlar. Üniversite de bir dersin hocasının talebi bu:’ Slayt hazırlayıp, sınıf karşısında anlatacaksınız.’ Ben ismi B ile başlayan bir kıza kızıyorum: ‘Bana neden haber vermedin?’ Marifetname’den Cennet ve Cehennem bölümünü okuyup, biraz da gösterim için resim bulup, ödevi hazırlamışlar. Ben sana ‘savaşları, kralları ve filleri anlat onlara’ kitabını söylerdim. Hem kitabı okumana bile gerek kalmazdı. Ben sana gerekli yerleri anlatırdım. Kitabı illa ki almak isteseydiniz, ‘alın’ derdim, alın ve o zaman, sizin özellikle birkaç sayfayı okumanızı isterdim. Sevdiğim Katalan güzeli bana hatırlatan dansçı kadının dudaklarını öpmek gibi lezzetli bir kitaptı ama bu hissi öğrencilerin bilmesine gerek yok. Hem adı üzerinde, öğrenci, öğrenmek zorundalar. Böyle anlarda çocukken ilaç almak için uğradığım eczaneler aklıma geliyor. O zamanlar yazmıyordum. Yazmak bir delilik. Ayşe’de bunu çok iyi biliyor. Arkadaşı ona zayıflamasını söylüyor:’ Bak ben diyetisyene gittim, on yedi kilo verdim. Yüzüne bot atmışlar.’ Burada gülüyorum. Bir bilgisayar oyununda böyle derlerdi, ‘bot atalım oyuna hadi.’ Botoks ne iğrenç bir şey. Ayrıca Ayşe dedi, ‘göğüslerini de küçültmek istiyormuş.’ Zavallı. O eczanelerden birine boş kolonya şişeleriyle giderdim. Bu uzun aralıklı olurdu ama ben mest olurdum. Yan yana birkaç eczane, karşıda göğüs hastanesi. İçeriye sadece sigara içenlerin hasta olarak girip, yattıklarını sanıyorum. Çocuğum. Sigara çok kötü bir şey. Kalemi dudaklarımın arasına koyuyorum. Sigara içiyorum. Kalemin boyalı yüzeyi ve tadı gelmiyor değil. Bazen de rulo halindeki gofretler iyi birer puro olabiliyorlar. Kibrit çöpüyle dayanabilirsen, ateşi yakıyorsun, yoksa çakmak. Ucu yavaş yanıyor, çünkü biraz sonra sönecek. Ufalıp, dökülen parçalarla kalınacak sadece. Yaşı kırkı geçince her kadın böyle mi düşünüyor: Göğüsleri küçültmeliyim. Aptal. O da diyor, ‘aptal.’ Ayşe’de derin bir nefes çekiyor olmalı. İçerisi bayat ekmek kokusu. Kırıntıların arasında bir Rus Çarı çıkıp, tarihe küfredecek. Ayrıca ah şu ayarsız Bolşevikler! Çar’da neymiş canım! Cumhuriyeti iliklerinize kadar yaşayamadığınız için de, siz çocuklar, büyüyün ve ölünüz. Bunlar demagoji, inceden bir ses, işte burnu mahvedebilme potansiyeli taşıyan osuruk.
Sebeplerini ben de biliyorum. Hem kim ister ki denize girerken acayip bir üst bikiniyle ortalıkta dolaşılsın. Ayrıca o sırt ağrıları yok mu, hamal mıyız canım? Gece terledin. Yorgan, ah yorgan, zalim; suçlu ve insanı bunaltıyor. Seni de bunaltıyor. Karanlık istediği kadar uzun sürebilir. İçeri hep sıcak olmalı. Hani güneş, hep senin üzerine yayabilmeli sıcak ışınlarını ve üşümemelisin. Kapatıyor yorgan güzelliğini. Bacakların haddinden fazla dağınık ve kollarını bulamıyorum. Mülayim yerinden fırladı. Mavi havluya sarılı yastığı, koyun postuna benziyordu. Geceydi. Karanlıktı. Bağırdı. Bir an için bağırdı:’ Hepinizi sikerim.’ Korkmadım dersem yalan söylemiş olurum. Biliyor musun, arada ben de korkuyorum. Burası karanlık. Çok karanlık. Korkuyorsun. Şimdi sen de korkuyorsun. Korkacak bir şey yok. Hem uyuyorsun. İnsan uyurken korkar mı? Mülayim bir rüya görüyorsun. Ne gördüğünü sormadım. Sanırım yine birilerine sinirlendi. Bu aralar rüyalarımda seni göreyim diyorum, tam rüya göreceğim, bir şey oluyor, uyanıyorum ve hayır, emin olmamakla beraber senin o güzel yüzünü rüyamda hiç bulamıyorum. Aramıyorsun, beni sormuyorsun diye üzülme, olur mu? Sana diyorum, duyuyor musun? Ayşe, ona diyorum ama o beni duymuyor. Sen istediğin zaman duyuyorsun. Bunalıyorum. Üzerimde ne varsa çıkarıyorum. İşte çıplağım anadan doğma. Biraz üşüyorum, çok hafif evet, çok hafif üşüyorum. Bunalımın geçmesi gerekmiyor muydu? Hayır, daha fena bir bunalıma doğru evrim geçiriyor. Evden çıkıyor. Üst komşulardan dedikoducu bir teyze bakıyor. Artık eskisi gibi değil buralar. Kimse kimseye adamakıllı dedikodu da anlatamıyor. Yaz oldu mu, çekirdek çitlemek için gidilen sahiller olurdu. Sahilde bir kısmı bira içerdi. Bira içenler biraz ailelerden uzakta otururdu. Ayrıca aile içinde içi görünmeyen bardaklar içinde içenlerde olurdu. Hepsinden öte semaverin yerini hiçbir şey tutmazdı. Tolstoy’un şehri Tula’, Vezirköprü ve bizim havalimanı ismine benzer caddemizin aşağılarına doğru inildikçe sol tarafındaki küçük dükkan. Adam yıllardır semaver yapıyor. Gözümde bir devlet sahibi o. Bakırdan olanı tercih edebilirim. Aklımdan çıkmıyor. Bu kadar aklına girmesine de gerek yok. Korkuyorum diyorum, çok korkuyorum. Kimden? Kendimden, kendimden çok korkuyorum. ‘Tüh’ mü demeliyim, ‘tuh’ mu? Soru bu. Sorun. İhtiyatla yaklaş. Bacakların birbirine çarpmasın. Kıvılcım çıkıyor. Beni bu kadar rahatsız eden seni de rahatsız ediyor. Duyuyorsun beni. İçimi okuyorsun. İçimde olanları. Orada çirkin bir surat var, benim. Gör beni, içimi gör. İçimi dışıma çevir, dışımı içime göm. Eyüp’ten daha çirkin içim. İçimin yaraları. Tiksin benden. Tükür. Ez beni. Dört teker, on teker, yüz bin teker. Kelebekler ölsün üzerimde. Kara kuru bir şey. Siyah bir şey. Kaşlar siyah. Saçlar siyah. Tozlu yerlerimiz ve ekşi çıkıyoruz. Gördüğümüzü göremeyecek kadar içimizde gözlerimiz. Ben Meryem göreyim, sen İsa. İşte Michelangelo, işte tarih. Tükür suratıma. Ah etmiyorum. Çıkmıyor sesim. Yüzüme çimdik at. Kızart, utanmıyorum, kızart, kızarsın yüzüm. Utanmak istiyorum. Utanmak için ellerine ihtiyacım var. Ellerini kır yüzüme bırak. Yüzüm iyileştirecek ellerini. Ellerin kahpe, herkes gibi kahpe. Gidiyorlar, gitsinler, ben hiçbirini istemiyorum.
Mümtaz kahvede delikanlı takılıyor. İçeri girince, yanında Yasin ve Harun; işte komedi üçlüsü, kahveye girince ahali ayağa kalkıyor. Hadi gençleri anladık, sen emekli Rıfat Bey, sen Serseri Fuat, pilot Necmi, ganyan Semih, tarz Mustafa; sizin ayağa kalkmanız gerekiyor mu? Bu puştlara izin mi vereceksiniz? Ah Mümtaz ah, Mülayim’le iyi dostlar. İçiciler. Rakı sevenler derneği. Mezesiz olmaz diyor. Meze olmadı mı rakının tadı yok. Sulandırıyor musun? Evet. Susuz rakı, kalçasız karıya benzer. Bir gün Mümtaz yanlışlıkla kadının bir tanesinin götüne girdiğinden bahsediyor. Nasıl becerdin diye soruyorum. Yanlışlıkla oldu. Zil zurnayım, görmüyorum, vallahi görmüyorum. Malafatı tuttum, bizimki dünden hazır, hanım köyde zaten babası evinde, uzun zamandır da yapmıyoruz ya, o arada kalçalarına tutundum. Otobüste tutunursun ya hani ani bir frenle birine, öyle işte. Fakat nasıl tutundum, tutunduğum anlatmalı. Bir anda ani fren yaptı otobüs. İçindeyim. Nerede olduğunu biliyorum. İçindeyim. Sıcak, dar ama iç. Bu gerekli üçgen yeterli ve artar. Gelip gidecek hayalim yok. Halimi de almış fabrika yorgunluğu. Kadın nasıl da gidip geliyor, çok geçmeden boşalacağım. Orospu arka mahalleyi öyle bir haraca bağlatmış ki, bazen kız ayağına yattığı oluyormuş. Namusuz da öyle bir et var ki, sarkmıyor. Yalnız arka çok belli, macun kurusu gibi sert etrafı deliğin. Mümtaz hırdavatçı Rıza emmiyi nasıl dize getirdiklerini anlatıyor. Adam yaşını başını almış, cami cemaatine de katılıyor. Yalnız adam acayip bir oğlancı. Sorduk soruşturduk, yanına gittik. Bu yaştan sonra bana hangi karı kız bakar, tiksinirler, bende paraya sıkışmış parlak gençlere yardımcı oluyorum. Vay kavat! Bunları duyunca sinirlendik sinirlenmesine ama bize kapı açıldı. ‘Rıza emmi oğlan hazır, markı hazır et’ diyoruz, ‘tamamdır gençler’ diyor. Travestilerin travesti olduğu zamanlar. Yüz marka yirmi dakika sert bir gidiş geliş. Pazar ahalisi bir öğrense, hele çevre esnaf, Rıza emminin dükkanını yakarlar, üstüne Rıza’yı da canlı koymazlar. Dükkanın arka tarafında bu tür pis işlerini yapmak için yer ayarlamış. Ayaklı kamyoncu pezevenk! Mangır varsa, sorun yok tabi. Bir de bilardocu Fethi. Tam bir süzme. Ortaokuldan, liseden kaçan çocuklara yelteniyor. Birkaç denemesi olmuş ancak şimdiye kadar kemeri açan olmamış. Zaten derdi az bir sakso. Gerisi gelirse şahane olacak diyormuş. Bir gün üçlü salona giriyor. Ne cenabet yer, yerin altında, buraya Allah hiç uğramamış. Tövbe çek diyor Mümtaz Harun’a, atarsa, işte adamlık, atıyor, kalbi de deli. Fethi iyi dayak yiyor yalnız. ‘Bir daha burada ufak çocuklara sarktığını duyarsak, ebeni sikeriz götoş, duydun mu lan?’
‘Bana niye bunları anlatıyorsun’ diyor Ayşe. Anlatmıyorum, sana hiçbir şey anlatmıyorum. Yalnız aklım şu göğüslerde kaldı. Siz, sutyen takınca da, yine sarkma engellenemiyor mu? ‘Sutyen bir göz yanıltmaca canım, bak sana o ünlü tekerlemeyi söyleyeyim mi?’ Söylesin. ‘Şu karşıda bir kuru dal, dala konmuş kırk kartal, kartal kalkar, dal sarkar, dal sarkar, kartal kalkar.’ Anlamadım. ‘Canım, yani sarkan zaten sarkmış, üzerine binen de, onu havaya kaldıran da geçici, fani şeyler.’ İlaç alıyorum. Alma diyor. Aldığım zaman da öleceğim. Hayır, ilaçlar insanı daha hızlı iyileştiriyor. Otuzunda bir ölü olabilirsin. Otuz biri çekmeyi bırak, şimdiyi düşün. Bir kadın varmış, çantası ecza dolabı gibiymiş. Dezenfekte ediciler, her türlü ağrı kesici haplar, fitil, sargı bezi, türlü yapışkanlı bantlar, uyuşturucu merhemler, cinsel güç artıcı haplar, bitkisel karışımlar, prezervatifler, ufak kapta şampuanlar, kepeğe karşı zeytinyağlı sabun, defneyaprağına örtülü bir intihar notu. Şu ameliyat, siğil duasına benzer diyorum. Estetik uzmanı olan doktor, kadını kesip biçmeden tükenmez kalemle kesilecek yerleri belirliyor. Nereden keseceğini gösteriyor. İşte yağ ve et tabakası. Acıyacak, birkaç hafta yıllardır üzerine yattığı göğüslerine yaslanıp uyuyamayacak. Turuncu lekeler var etrafında. Bunlar pansuman izleri. Sargı bezleri aşağılık birer yalancılar. İyileşmiyor her yara. İz kalacak. Kalmamalı. Krem var. Kremlerin de işe yaramadığı bazı izler var. Nerede? İçte doktor, kalbimin içinde. Siğil duası yapılırken bazı hocalar tükenmez kalemle o siğili hapsediyor. Bu demek ki, o yara orada hapsolacak ve duanın da etkisiyle kaybolacak. Çoğu durumda işe yaramıyor. Kalem yalancı, tükenmez değil, tükeniyor, o kalemden hayır olmaz. Dua eden üçkağıtçı, ondan da hayır gelmez. Kendi yaramın geçmesini diliyorum. İz kalacakmış, kim takar. Bazı yaralar daha yakışıklı gösteriyor insanı.
Telefon açtım. Hayır, sonra da o bana açtı. Telefon açıyoruz. Ayşe telefonda hızlı konuşuyor. Sus. Susar mısın? Azıcık morfin. Dalga geçme. Ameliyat masalarını iyi biliyor. Sırtım ağrıyor. Senin de göğüslerin büyüyor, çok tavuk yeme. Çık biraz hava al. Sigara içiyorsun, o hava almak değil. Burnum kapalı. Konuşurken daha esrarlı oluyor.
Rukiye Hanım, ne güzel. Namaz kılıyor. Akşamları hep aynı saatte. Ölü bir insanın arkasından hatırlanabilecek bazı güzel şeyler olmalı. Her gün aynı saatte kıldığı namazlar, okuduğu kuran ayetleri, onun sesi, pişmaniye nine, saçları bembeyaz, gençken dimdik beli, yaşlandıkça çöktü, çok çöktü. Hepimiz Rukiye’yiz şimdi. Biliyor musun, bir ara roman yazıyordum. Ben aslında hep yazarım roman. Uydururum çoğu zaman. Uydurmak benim işim biliyorsun. Hiç olmayan bir şeyi uydurur, seni üzebilirim. Ben senin üzülmeni oysa ister miyim? Kararsız kalıyorum. Bak yeni bir meslek dalı buldum. Kararsızcılık. Çı, çi, çü’de olabilirdi. Simitçi derken, tekme yemenin o zevkli anı. Hiçbir şeyi görmüyorsun. Simitçi. Zabıta geliyor. Kaç. Çorap. Kaç. Şemsiye. Kaç. Atkı, bere, eldiven, boyunluk. Kaç. Namussuzlar. Belediye mi? Siktir. Kaç. Belediye başkanı hiç olmadığı kadar yabancı. Bu aralar kadroların her biri Arnavut. Köşe tarafta ki Kürt. Aklın alsın, burası Belediye. Küfür etme. Zabıta. Sigara içme. Zabıta. Tükürme. Zabıta. İşgaliye ücreti. Memur bey, sizi bir yerden gözüm ısırıyor sanırım. Dur, zabıta. Al, makbuz. Yeter mi? Yetmez. Jartiyeri hepimiz severiz. Kesinlikle gelinin çeyizinde bir yerden sıkıştırırlar ancak gelin jartiyer giymekten utanır. Jartiyer beyinli belediye başkanı. Gençken Almanya hayranı, Berlin duvarı. İlk çocuk. Kız. Sevimli bir hayvancağız. Sevin onu. 89. Duvarları yıkın. Oh, sevinin. Nehir artık özgür. Tokalaşın. Bavyera ses çıkarıyorsun, good boy Lenin, sus otur konuşma. İtiraf ediyorum, bu bekleme odasından da başka bir şey. kot pantolonu her kadına yakışmıyor. Erkekleri düşünmüyorum. Ben giymiyorum. Ben inek değilim. Sütüm yok. Bu şakalar sıkıcı değil mi? Kaç, uzaklaş. Kendin. Kork. Ayna. Çirkin. Surat. Dudak. Ağız. Dişler. İleriden çık evlat. Dikkat, sarıalan. Bir film yapalım demiştik. Kadın ocakta çalışıyor. Hayvan, böyle bir şey yok. Madenlerde kadınların çalışması yasak. Tıpkı bazı filmlerde gemileri binmesi gibi. Sahi, bir ara gemilere kadınların binmesi de yasaktı. Madende çalışıyor. Sana ne, çalışabilir. Terli, eve geliyor. Hiç balkan sineması ya da Fransız getto sineması izlememişsin. Cahil. Filmler insanın kültür seviyesini yükseltir. Kültür nedir? Kült bir sinema filmindeki o sahne gibi, sakız ağzımda kalıyor. Beynim patlıyor. Pat. Pat. Pat. Altıpatlara olan hayranlığımdan bahsediyorum. Yönetmenin masasında altıpatı. Yamansın. Vur. Yamanvur. Dosdoğru zarları parçalayıp, sinirlerin iletişimini kesecek. Kalp, artık kanı pompalamayabilirsin. Vur, hadi vur. Hurt. Vur, harsh. Sick. Flick. Trick. Beni kandırmaya çalışmıyorsun değil mi? Aklıma gir. Aklımın içinde yüz. Çıplak olsun ayakların. Çamurundan seni ayıracağım. İşte, kimse yok. Az önce herkes burada gibiydi. Bu hissi iyi biliyorum. İnsan kendinden kurtulmak istiyor. Bunun sebebi kendisini yaratan olmalı. Gerçek özgür birisine bağlanmadan yaşamak gibi duruyor, hayır korkuyorum, uz, sunuz size kalsın ibneler. Nasıl da komik buluyorsunuz birbirinizi. Gülmek istiyorsunuz, katıla katıla. Kendi iç harpleriniz sıcak değil. Soğuk savaşlar geçiriyorsunuz. Geçirin, kırılın, aynı yatağa girmeyin. Kaderin masumiyeti var. Benim için bu blokların bittiği yer de başlıyor köpeklerle arkadaşlığımız. Mesafeli bir dostluğumuz var. Seninle hiç olmadı. Aynayı kır. Ellerini daldır. Parmakların tuzlu kraker olmalı. Tırnakların sağlık bir insanı andırmıyor. Sigara içme. Sigara deriyi mahvediyor. Daha kırkına gelmeden bir kadının göğüsleri sarkmamalı. Eze, sen ne asil bir kadındın. Senin ayak bileklerinde halhalın vardı. Bak, benim. Halhal takan hatunun evladı, evladınım bir yandan. Resimlerde ne hoşsun. Dağda dolaşan korkusuz bir kurt gibisin, yeri geldi mi bakışların ceylan ve başım gözüm üzere alageyik. Bir ben seni yazıyorum. Diğerleri boş konuşuyor. Bana bu laneti kim verdi. Yazmak zorunda değilim. Otur oturduğun yere ve yat. Kıvrılma. Sana yumuşak döşekler yasak. Bir film zamanı: das leben der anderen. Cahiller sürüsü, oturun. İzleyin. Yine bir şey anlamayın. Kafanızı çalıştırmayın. Tükürüyorum. Avurt diye bir ses çıkıyor. Yemyeşil bir balgamın izindeyim. Asker yeşiline de benzemiyor değil. Haki. Üniformayı giyince herkes biraz ölüme yakışıyor. Yaşayanların yanında bu kadar güzel olmak iyi değil. Kadın. Asker kadın. Göt ortada. İki löp et. Koca binbaşı. Seviyoruz seni her vergi dairesine uğradığında. Ankaralı değilsin. Biraz ege, içlerden, pürüzsüz cilt. Rahatsız oluyorum diyor kadın. Kadın bazen saçları açık, bazen kapalı. Bazen küt, bazen dalgalı. Sarı, siyah, kirli sarı siyah. Kimse onun rengini bilmiyor. Bıraksa, saçlarını boyasam, şahsenem yapacağım onu. Ey senem, güzeller şahısın. Benim tenim, benim göğsüm, benim vücudum. Çıkma. Hiç tınmadığın yer, gece çiğim, tanem, şebnem. Kır beni sanem. Putsun. Put olarak kal. Sevmedim seni. Ben bir sanemperest. Putperest. Dök beni. Dökülüyorum içinden. Lezzetli köpükler ağzını dolduruyor. Bunu bilmiyorsun. Eksiksin. Aradığın şeyi hiç görmediğin yerde arıyorsun. Yanlış. İnsan önce maddeyi aşabilmeli. Madde, maddesiz aşılmıyor. Sahte bir avuntu ruhunun dinamikleriyle uğraşmak. Ruhun altın kiremitlerine sıçan kuşlar da var. Özgür olduğuna inandığımız o kuşlar hiç utanmadan sıçıyorlar. Saçına sıçıyor. Temizlerken zorlanacaksın önce, gülümseyeceksin, şans bana gelecek. Şans madde. Tarih olabilir. Materyalist diyerek kısıtlama. İst deyince, İstanbul bilirim ben. Maden ocağından çıkıp gelen terli kadının koltuk altına kıvırcık saçlarını sürüyor adam. Yüzü simsiyah. Kedi diline benziyor adamın dili. Sert, pütürlü. Yüzünü yalıyor. Kadın ölü. Saçları artık ter içinde, kokuyor, kadın kokuyor. İbneyi çekin yataktan. Bu filmin de bir adı olmalı. Maden aşkı. Olmaz. Saçma. Şifreli bir kanal kadar heyecan vericisin. Allah’ı bilmek, maddeden geçer. Bunu anlamıyor. Her yerin madde. Sahtekar. Dua ediyorsun. Yalan. Etmiyorsun. Dua da bir madde. Dilini sürt. Ses çıkar. Elini kaldır. Kinetik bir enerjin olsun. Ortaokul bilgisi m çarpı v kare bölü iki. Ellerini hızlı çarp. Tükür. Kokuyor tükürüğün. Salgın ağır iltihap kokuyor. Hastasın. Sümkür. Peçete iki büklüm. Islak. Mülteciyim. Kaçak yollardan içine giriyorum. Hiç haberin olmuyor. Huylanıyorsun. Gıdıklanıyorsun. Kaşıyorsun. Ellerin pis değil. Yıkama. Benim ayak izlerim. Pasaportum olmasın. Kağıt olmasın. İmza. Mühür. Damga. Biyometrik fotoğraf. Arkanı dön. Bir şarkı. Açık seçik. Durunca, herkes, bir şey kokuyor.
Kimse kaldırmıyor Ayşe’yi. Bırakın öyle kalsın. Bir yeri hep morarıyor zaten. Yanakları da yumuşak ve daha çılgın dişler diliyorum. Daimi bir sarhoşluğun içerisinden salgın geçiyorum. Saksafonun ritmik bir his verir yanı var. O hissi körüklüyor. Körüklü bir belediye otobüsü, tam ortasında olanlar için ne şanslı dakikalar. İşte aşıklar, işte aş sevicileri, işte a’mimden koyulmuşlar. İyi zamanlar korkuyorum. Kendimden korktuğum gibi korkuyorum. İyi bir zamanım olmalı. Bana gelme. Beni dinleme. İçimi görme. Kapatın telefonları ya da bu telefon. Sen düşünce, yine kalkarsın. Kalk ve işine dön. Ben şu koltukta, turuncu bir koltuk, yapayalnızım. Bordo bir tülbent çekiliyor, mim sırasınca sürme nöbetleri geçiren gözlerin nakavt olacağı son gece çağrısı geliyor. Nuh bir yanağım, Lut diğeri. Kavmi bozuk peygamberlerim. Yüzüme vuruyorlar. Hazretlerin suçu yok. Kavimlerinin acısı bu. Kavimlerin artık telafisi olmayan suçları var. O biçim kafa buluyorsun. Sıkıldım bu azim devlet oyunlarından. Kavimlerin bozukluğunu sayan yazarı da lanetlemişler. Sapanla kuş avlama derdi de bitti.
Birlikte gidiyoruz. Nereye olursun olsun.
Bütün pencereleri kapatıp, panjurları çekip, üstüne bir de ev lalesinin üzerine jaleyi çağırıyoruz. Bundan sonra her şey olabilir. Canlı bir bomba gibi çarpıyor kalbin. Gözlerin cam gibi. Kırılınca kesik değil, daha keskin oluyorsun. Zamanın değişmesini geçiyorum. Bozulmak değil bu. Kokuyor bak, gece çikolata ve o kokuyor.
Bebeğim. Doğuyorsun. Gökten düşen elmaları güzellik niyetine yemeli. Hem şu ayaklardan da kurtulmalı. Top uk oluyor, sanki british hikayeleri. Bunları diyorum, kapı üzerime kapanıyor. Üzerime kapanıyorum. Canlı bir bomba daha geçiyor. Sen de geçiyorsun. Her şeyin geçiyor. Bir sigara daha yakıyorsun. Herkes yakıyor kendisini. Bir sigara daha. Önce bir ateş, nasıl da kolay geliyor yanmak. Sonra kül oluyorsun. Tekrar doğuyorsun. Her biri aynı bunların. Geçiyor herkes buradan. Buradan geçiyor.
'jale, abbreviation:epfh ve sigara' Yazısına Yorum Yap
"'jale, abbreviation:epfh ve sigara'" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.