- 1524 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yeryüzü notları III
Kendi ipleriyle asılmış kuklalar güneşten tecrit yüzleriyle/
suratlarına kondurdukları donuk gülüşün çepeçevre yayılmasından ötürü kızgın görünmekten
öteye gidemiyor olsa da manzaranın seyrinde keyif edenler durdukları yerde çimlere bastıklarını
fark etmeden yaşayıp gidiyorlardı.
Cesur vücutların ütopyasında ıslah edilmiş her sancı/ iğdiş edilmiş bir kaç militarist sözcük kadar
bile saygı görmüyordu.
Sürek avında terleyen yabancılar bu yüzden yaşadığımız yeri sıklıkla kullanır olmuştu.
Dar boğazların bolluğundan şikayet edip duran insanlara, diş geçiremeyen dişçiler insanlara başka metotlarla nüksetmeye başlamıştı. Silikonlu bir saltanat döneminin ilk raundun da bütün kırışıkların, örümcek ağlarıyla askıya alınışı daha sonra ki bir tarihte gerçekleşti tabii.....
Son söz sanatkarların dır diyen ustam/
Sahne de durmadan ave maria söyleyen kadını şikayet edince muradına eremedi tabi zira hıçkırığa boğulan kadının hık hık sesi sahne de yankılanıp durdu. İzlemeye çok meraklı insanlar olarak sahne önünde kalakaldık maada...
Uyuyarak konser izleme alışkanlığı o dönemde gelişmiştir mesela.
Bekçi düdükleri bu olaya istinaden icat edilmiş olsa da/ seslerinin çok keskin olduğundan köşeleri
körelsin diye cezalandırılmış ve kamuoyundan men edilmişlerdi.
Bekçiler zaten çok bekledikleri için sıkıntı yaratmış ve beklentisizlikle ödüllen dirilmişlerdi.
’Üzgün olmanın yanı sıra süzülüp duran kızlarla balık etli olunmaz’ diyen sevgili dekanımız sa kendini fasulye sırıklarını ortadan kaldırmaya adadı. (Adanmışlık sınırlarının o gün çizildiğine tanık olmanın sevinç ve gururu hala içimde.)
Allah’tan yeni yeni akımlar kıvırta kıvırta geliyor ve kapımızı aralık buldukça içeri dalıyordu da; bu karışıklıklara ekleyecek yenilerini buluyor/ çağ atlayıp durmaya devam ediyorduk.
Ardı sıra birinden diğerine koşarken nahoş olayların ayyuka çıktığı zamanlar da olmuyor değildi.
Karda eriyen her tutkunun gevşemiş olduğunu var sayarsak/ yepyeni icatlar bulmak gittikçe
zorlaşıyordu.
İplere asılan vücutlar, insan kalabalığı olmanın ötesinde sayısız bunalımın tanımı sayılabiliyordu.
Bunun sonucunda depresif haller ortamında sadece konuşarak olayları çözümleyen kimseler var oldu aniden.
Esmer kıta’nın teninde gittikçe uzayıp duran gölgeler güneşi eğirip başka renkler
bulabileceklerini iddia ettiler daha sonra.
Son söz genel kurulundur diyen üyelerin her birinin, iki sözcükten fazlasını bilmediği ve renk körü oldukları ortaya çıkınca, derin bir ayrılıktır başladı. Dağlara taşlara yayılan fay hatlarıyla üç kere sarsılmak yeterli olmadı elbette, defalarca sarsıldık. Sarsıldıkça, daha sarsıcı olmanın yollarını bulduk.
İşe yaradı mı derseniz;
nein davut!
Kan inceltici hapları ne kadar içsek de iflah olmaz bir düzeydeydi kalınlaşan akışımız.
Uçurumlardan atılan onca yengi ve yargının işe yaramaz olduğunu savunan yetkililer/ yetkilerini
aşan durumlarda bile gözlerini budaktan esirgemeksizin uğraştılar. Bizler avucumuzu yalama
konusunda ihtisas yaptık en cilalısından.
Ardından/
yurttaş kayne durduk yere filmden atlayıp kaçak oldu. Koşan bir deve kuşu kaldı geriye oda
uçamıyor koşuyordu sadece...
hepimiz kuş’un üzerimize gelmesinden korktuğumuzdan koltuklarımızı bırakıp evlerimizde
kapılarımızı kilitledik.
Kilitlere bu denli asılınca bütün kilitler paslandı ve çilingirler den bir kaçı onassis
kadar paraya gömüldü.
Devir; devrilerek genişlemeye devam ediyordu.
Önsezisini yitirmiş her deliliğin biraz yarım kaldığını düşünen bizler yarı deliliğin erken provasını yapan oyunculara dönmüş ve hiç bir rolün üstesinden gelemeyen bireyler olduğumuzu sağır sultan’a duyurmayı başarmıştık.
Nabza göre şerbet vermeye çalışan gönüllüler olarak adımızı tarihin sayfalarına yazdıramayınca/ utancımızdan gidip iğnenin kör deliğine saklanmıştık.
Her yerde sorun olduğunu fark eden tanrıların tanrısı zeus dünyayı atlas’ın ellerine bırakıp başka bir diyarda bambaşka arayışlara girişmişti.
Ayaklarımızın ucunda yürüyor aşağıya bakamıyorduk.
Maazallah ya atlas elindekini düşürürse?....
maide özgüç/bodrum
24/03/2016