- 338 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kapı Gıcırtısı
Sekseniki yılının kış ayları, Bursa’dayız. Aralık ayından, ocak ayına doğru nazlı nazlı seğirtiyor günler ve geceler. Beş arkadaş, beş güzel yürekli insan, Halil, Erdem, İlhan, Âdem ve bendeniz Ahmet kulunuz polis emeklisi Abbas Muhittin Amcanın barakadan bozma evinde Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümünde, İktisat ilminin inceliklerini öğrenmeye ve yaşamaya çalışıyoruz. Evimiz çoğu kere, gündüz ev de olmadığımız için sop soğuk, ancak eve kim erken gelirse akşamları haliyle sobayı da o yakıyor. Barakadan bozma evimiz sadece iki oda, salon namıma bir şey yok. Bir de tuvaleti var, banyo desen o da yok. Bursa hamam şehri olduğu için yıkanmaya hafta sonlarında doğru hamama gideriz, kimi topluca, kimi zaman teker teker...
Allah var, arkadaşlarımın hepsi inançlı insanlar. Her zaman, beş vakit namazlarını kılamazlarsa da, zaman zaman evlerinden alıp geldikleri seccadelerde Mevlamıza olan kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışıyorlar. İki odamızın da iki kapısı var. Lakin bu kapıların bir özelliği hani şu meşhur Amerikan filmlerinde gördüğünüz yaylı, açılır kapanır bar kapıları gibi. Biz de evi ilk tuttuğumuz zaman bu kapıların niye böyle olduğuna hiç anlam verememiştik. Başlarda çok garibimize gitti ise de, sonraları alıştık bu kapılara. Eve yerleşip de epey zaman geçtikten sonra, haliyle kapılar aç kapa, aç kapa, bayağı gıcırdamaya başladı. İlk başlarda fazla kafaya da takmıyor idik kapı gıcırtısını, ama zaman geçince de bayağı rahatsız etmeye başladı bu kapı gıcırtısı hem beni, hem de kardeşlerimi...
Canım sıkılmış ev de, vizeler başlamış, buna rağmen ben de ders çalışma gayreti içindeyim. Bu arada odaya girip çıkanlardan kapı gıcır gıcır ötüyor. Hay aksi, hay Allah, hay anasına artık ne gelirse sayıyorum ağzıma ’’Ya arkadaşlar bu kapıları niye yağlamadınız ki?’’ Erdem ile İlhan evdedir sesleri çıkmaz.
- İmtihanlarımız başladı arkadaşlar bu aralar sıkı ders çalışmamız lazım.
- Evet evet bir kaç gece sabahlayalım Ahmet artık.
Kapı açılıp kapanır. Gacır ve gucur sesleri gecenin sessizliğini bozar.
- Ben biraz ibadet edeyim. İhtiyacımız var arkadaşlar Allah’ın yardımına.
- Doğru diyorsun Ahmet. Sen şu yan oda da yap ibadetini namazını kıl, sonrada biz geliriz oraya sen bitirince...
Yan odaya geçer seccademi sererim. Kapı açılır kapanır yine gacır ve gucur sesleri evin içinde dört döner...
- Ya Ahmet haklı şu kapıları bir yağlayıversek fena olmaz konsantrasyonumuzu bozuyor.
Ben başlamışım namaza çoktan. Çok sesli olmamak kaydıyla okuyorum Kur’an dan sureler...
- Elhamdulillâhi Rabbil âlemin-gacır ve gucur sesleri...
Devam ederim...
- malikiyevmiddin, iyyake na’büdü, ve iyyake nestâiyn-gacır gucur gacırrrr gucurrrr...
Şaşırmak üzereyim... Namaz kılarken kafamdan neler geçiyor neler haliyle gacır ve gucurlar dikkatimi hayli dağıtıyor ...
Selam verir, zor da olsa bitiririm namazı... Dönerim arkadaşlara...
- Arkadaşlar, Allah aşkına kim yapacaksa yapsın şu bar kapısı kılıklı kapıları, bir zahmet yağlasın. Artık oraya zeytinyağı mı sürersiniz, tereyağı mı sürersiniz, yoksa makine yağı mı ben onu bilemem ama kapılar bas bas bağırıyor, Erdem kardeşim ile İlhan kardeşim beni bir zahmet yağlasın diye...
Laf Erdem ile İlhana şimşek hızıyla çarpar geri döner. Erdem girer lafa...
- Hadi canım Erdem ile İlhan dediği ne malum kapıların belki Ahmet ile Halil dediyse...
- Yok, yok ben anlarım bu kapıların dilinden Erdem ile İlhan demiştir. Ya hem de boş verin arkadaşlar bir kapı gıcırtısı için birbirimizi yemeyelim şimdi...
İşte böyle, öğrenci evinde geçip gidiyor günler. Kimi ders çalışarak, kimi gırgır ve şamatayla. Daha o zamanlar cep telefonu filan piyasada yok. Ancak ve ancak sabit telefonlar ile konuşuyoruz anne ve babalarımız ile...
Bir gün okuldan iki arkadaşımız eve geldi hem bizi ziyarete hem de gece ders çalışacağız önümüzde ki günlerde finaller başlıyor. Şemsettin ve Gürsel, Allah var çalışkan çocuklar. Onlardan bir şeyler kapabilir isek ne mutlu bize...
Odaya girip çıkarken kapı gıcırtısından onlarda bayağı rahatsız oldular. Ben de geçtim kapının birisine başladım açıp kapamaya hızlı hızlı... Gürsel döndü bana
- Ne yapıyorsun sen Ahmet?
- Kapılarımız sizi çok sevmişler. Ne iyi çocuklar bunlar her zaman buyursunlar gelsinler diye gacır ve gucurca sizlere hoş gelmişsiniz diyorlar...
Kakara kakara kikiri kikiri gülüşmeler kahkahalar havada uçuşuyor... Öğrenciyiz işte ihmalkârız kardeşim. Halbuki çok kolay bir iş iki tane kapıyı yağlamak. Çocuk oyuncağı...
Bir akşam kış günü yine ders çalışıyoruz hep beraber. Hafiften de radyo çalıyor. Güzel Anadolu Türküleri. Bir ara kalkıp oynamaya başladık. E tabi radyo da Anadolu Türküleri çalacak Ankaralı Ahmet ile Halil de kalkıp oynamayacak, hiç olur mu, yakışır mı delikanlılığa?
O da ne elektrikler kesilmesin mi bir an da... Oyun yarım kalır mı hiç? Erdem’e seslenirsin
- Salla Erdem şu kapıları bir ileri bir geri...
- Tamam, birader hemen.
Evvel Allah biz yağmur damlası ile de, kapı gıcırtısı ile de oynarız ki hem ne oynama görenlerin ağzı bir karış açık kalır billahi... Karadenizliyiz oğlum biz belli etmesek de.
Bir ara kapı gıcırtısının yanında başka gıcırtılar da gelmeye başladı. Kıl oldum ben de, biri kapıyı açıp kapıyor arkadaş ama gıcırtı sesi iki tane hay Allah ne ola ki öbür gıcırtı? Sanki gıcırtı gibi de değil viyk viyk gibi bir ses bu, fare arkadaşlar fare...
- Erdem tut ulan, tut, bu geçen gün ki mutfağa dadanan hırsız fare, yakala ulan şunu. Bitirecek bu mendebur bizi, mutfakta yiyecek bırakmamış. Birader biz bunu geçenlerde yakalayıp öldürmedik mi, nasıl canlanmış, onun ruhu mu bu yoksa ya da ben ölüyorum buraları sana emanet diye arkadaşını mı göndermiş kerata buralara?
Tabı bu arada diğer üç arkadaş da ki ben onlara korkak tavuk da demeyeceğim merak etmesinler, yatakların üstünde, yani cephe gerisinde bizlere lojistik destek ve moral veriyorlar. Vur vur inlesin fare milleti dinlesin diye tezahüratlar odanın içinde yankılanıyor...
Offf ki offf! Fareyi yakalayalım derken ter hem sırtımızdan hem de başka bir yerimizden çıktı ki sormayın gitsin. Ya da sorun daha sonra biz size saatlerce anlatalım.
Öğrenci evinde hem de kış mevsimi, günler geceler gelip geçiyor kimi ders çalışarak, kimi haylazlık yaparak, kimi tatlı sohbetler ile ama bir de şu kapı gıcırtısını halledebilseydik iyi olacaktı. O arada Erdem girer lafa...
- Arkadaşlar dünyada ilk kapı gıcırtısı nerede duyuldu acaba bir bileniniz var mı?
İlhan hemen oradan atılır soruya.
- Ben biliyorum arkadaşlar Kapıdokya’da...
Erdem dişlerini hafif yollu gıcırdatarak İlhan’a döner.
- Ya İlhan mahsus mu yapıyorsun, espri mi yapıyorsun, bizi mi deniyorsun? Oğlum Kapıdokya diye bir yer var mı? Onun aslı astarı Kapadokya değil mi biraderim?
- Hakikaten ya öyleydi değil mi?
İlhan bozuntuya vermez gibi yapar, devam eder...
- Ben de sizi deniyordum arkadaşlar bakalım acaba doğrusunu bilen var mı diye? Aferin beni şaşırtmadınız, bilemese idiniz gerçekten çok üzülürdüm, ne cahil cühela arkadaşlarım varmış benim be derdim, derdim bunu harbiden...
Kaç sene geçti üstünden, öğrencilik yıllarımızın. Hâlâ düşünürüm ben o Kapıdokya ve Kapadokya meselesini acaba İlhan bize ayak mı çekmişti yoksa gerçekten bilmiyor muydu? Böyle geçip gitmişti bin dokuz yüz seksen iki yılında öğrencilik günlerimiz, bir ben, bir de dört güzel yürekli arkadaşımla...