- 2689 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİYAH ÖNLÜK BEYAZ YAKA
Siyah önlük giyer, ucu dantelli beyaz kolalı yakaları yakamıza, kolalı manşetli kollukları önlüklerimizin kol kapaklarına takardık. Defterlerimizi gazete ile kaplar kenar süsü yapardık. Boynumuza yarım silgi ve açacakları takar tahta çantalarımzı cilalar okul yolunda cici bici, şam şekeri, halkalı şeker veya okul kapısında pandispanyacı amcanın manisini dinlerken bir dilim pandispanyamızı tahta üçayak üstüne yerleştirdiği camekânından alıp kapıdan içeri girerdik. İkinci teneffüste dağıtılan süt tozlarından hazırlanan sütü içememek, üzümlü keki yememek için Amerikan malı balık yağı topcuklarını patlatıp o pis kokuyu sınıfa yaymak görevini sınıfın en büyüğü, gözü pek arkadaşlarımız alır bizi beslenme işkencesinden kurtarırlardı. 23 Nisan’da krapon kâğıdından yapılan renkli, kat kat büzgülü kâğıt elbislerimizin yağan yağmurda eriyip gidişine tüm yoksulluğumuzla boyun bükerek bakakalırdık…
Sadece bayramlarda yeni elbiselerimiz olurdu. Yazın yedi dağın çiçeği desenli basma, kışın allı güllü pazen ve ya qaşmir yünlü elbiseler diktirilirdi mahalle terzilerinde bayram akşamları yastığımızın yanıbaşında yer alan. Kundurası olan çok şanslıydı. Lastik ayakkabılarla da çok mutluyduk. Akşamüstleri yeşil sabun ve eski çoraplardan yapılmış bir lifle o beyaz lastik ayakkabılarımızı qastal başında bir yıkardık ki sanki Balıkçılarbaşı’ndan yeni alınmış gibi. Bez bebeklerimiz ve bez toplarımız vardı oynamaya kıyamadığımız. Bakır tel ve makaradan yapılan arabalara sürücü olan erkek arkadaşlarımızın arkasına ip gibi dizilir bilinmeyen yerlere yolculuk yapardık ta ki “Qız ben sahan demedim Hemit dayînın tükeninden bî sarî qoqa al gel!” avazını duyunca istemeden de olsa yolculuktan vazgeçerdik. Çizgi oyununda bizi birinciliğe taşıyan kış geceleri ipe dizdiğimiz portakal kabuğundan bilezik biçiminde veya annelerimizin dolma ve peynir taşlarından aşırdığımız yağ gibi düz, iri, yeşil, gri, kahverengi karışımı çayönü çakıl taşlarından çizgi taşlarımız vardı biz Diyarbekirli mutlu çocukların…
Havanın karamasıyla beyaz badanalı duvardaki gaz lambasının şişesi sıyrılırdı beyaz dantel kılıfından. Çakılan muhtar çakmağıyla ateşlenen fitili kısılırdı tassaruf için. Qınnapla gerili beyaz dantelli perdeler çekilirdi hêwşe bakan pencerelerimize. Tunç mangalda eğişle küllediğimiz közü maşayla karıştırarak bulduğumuz iki üç tane közü odun sobasının kapağındaki küçük gözüne bırakınca odunların önündeki tutuşturucu yonqalar çıt çıt ses çıkararak sobayı tutuşturunca ellerimizi ısıtmak için sobanın etrafında toplanıp akşam yemeğini beklerken kendi düşümüzü kurar, kendi hayatımızı oynardık bugünkü Özüm Sen Diyarbekir çığlığını duyarcasına…
Birsen İNAL