- 662 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
414 - DÜNYA SEVGİSİ
Onur BİLGE
Herkes ölüme kadar keder verici her olayı sükûnetle karşılıyor da bana ne oluyor ki üzücü şeyler işitmeye tahammül edemiyor, alt üst oluveriyorum! Gecenin ikisi… Uykum tavana kaçtı! Tavan tahtalarını sayarsam belki aşağıya iner! Çitten koyun mu atlatsam, ne yapsam? Yıldızları mı saysam?
Ben kendimi biliyorum. Tüm zaaflarımla, iyi ve kötü bütün taraflarımla hem de… Kimin yarattığını, neden yarattığını, neler yapmam, neler yapmamam gerektiğini gayet iyi biliyorum. Günahlarımı da biliyorum, ufak tefek sevaplarımı da… Günahlarıma oranla onların esâmesi bile okunmaz! İşte onun için huzursuzum. Beni kimse yatıştıramaz! İyilerden olduğum konusunda ikna edemez!.Sanıyorum ki şu anda ansızın ölüversem, doğru cehenneme giderim!
İki seçenek vardır herkes gibi benim için de… Ya kendini dağıtmak ya da kendini bilmek… Dolayısıyla Rabbini bilmek… Bir nevi ölmeden önce ölmek, kendi ağıtını kendisi yakmak….
Dünya çok güzel! Dünyada her şey çok güzel! Gökyüzü çok huzur verici, bulutlar şekilden şekle girerek semada sema etmekte… Kuşlar cıvıl cıvıl, yağmur şıkır şıkır… Kar beyaza boyamakta yeryüzünü… Güneş sıcacık, parlak mı parlak… Çiçekler envai çeşit, rengârenk… Meyvelerin her biri farklı tat, farklı lezzette.. İnsanlar güzel, hayvanlar güzel… Hem de birbirinden farklı güzellikte…
Yaratan Güzel bir kere! Yaratılanlar da güzel olmalı haliyle… Ben de güzel olmalıyım! Saçlarımdan başlamalıyım kendimi süslemeye… Başımda kavak yelleri… Çılgın gençlik rüzgârları… Hey gidi kavak yellerim hey!.. Ey, güzel seçimim! Mahvetmekteyim kendimi. Üstelik bunu, kendimi bile bile yapmaktayım. Rabbimi bile bile… En acı tarafı da bu değil mi!..
Güzelliklerle sarhoş olmuşum, güzelliklerden uzaklaşmışım. Tesadüfi değil ki kendi seçimim… Mavi bilye döne döne döndürmüş başımı! Kesin bir dönüşle dönememişim yönümü kıbleye. Dönenlerle dönmüşüm, döne döne harap etmişim iki dünyamı da… Ne bu dünyada huzur duyabiliyorum ne de orada huzur bulabileceğime inanıyorum.
Yarı robotum ben. Her günkü işlere programlı bir makine… Her sabah kalk, aynı şeyleri yap, aynı dünyevi çıkarlar için çırpın dur! Çalış kazan, oku öğren, biraz dinlen eğlen, işte akşam! Yine nefsi muhasebe, yine açık… Hem de her gün biraz daha açılan açık…
Yorganla boğuşup duracağıma kalkıp oturmak en iyisi! Işığı açmak, yine yazmak yazmak… Yazanlar yazarken yazmak, okumak okumak sonra… Yazmak, beraat dilekçesi sunmak En Yüce Makama!.. Yazmak, pişmanlık bildirmek… Af dilemek bir biçimde…
Hay Allah! İlhan’ın penceresi de aydınlandı. Benim ışığımın yandığını görmüş olmalı. Neden kalktığımı merak etmiştir. Hasta falan mıyım diye… Çünkü pek âdetim değildir ışığı söndürdükten sonra kalkıp tekrar yakmak ve oturmak.
Hayat güzel. Gençlik, en güzel çağ! İlhan çok yakışıklı… Nasıl anlatsam, nereden başlasam, bilmem ki! Yazın esmer denebilir ama aslında kumral bir delikanlı… Saçları; sık, kalın telli, parlak mı parlak, siyah, simsiyah! Bir perçemi düşüyor arada sırada alnına. Sağ elinin ucuyla düzeltiyor ama o yine inatla düşüyor aynı yere. Pırıl pırıl parlayan, o geniş, dümdüz alnına… O alın ki secde yeri… Yüzüne bakınca ilk göze çarpan o düz ve geniş alan, en şerefli yeri… Onu kutsallaştıran, secde izleri… Kaşlarının arasından çıkan saç diplerine kadar uzanan, zaman zaman daha da belirginleşen bir damarın tam ortadan ikiye ayırdığı secde yerine şöyle bir tutam bukle...
Dümdüz bir burun, ne minicik, ne de kocaman... Tam, en güzel erkek yüzünde olması gereken büyüklükte… Çok kemikli olmayan oval, ay gibi bir yüz ve ona uygun, çok güzel kıvrımlara, iki yanında çukurlara sahip dudaklar… Konuştukça, gülümsedikçe gamzelenen yanaklar...
Uzun, muntazam bir boyun... Atletik bir beden, uzun kollar ve bacaklar... Hani zarif salon erkekleri olur ya filmlerde, aynı öyle… İşte öyle bir endam ve zarif bir yürüyüş... Bir de harika bir ses… O sesle son derece güzel, akıcı ve etkileyici bir üslup...
İlhan, atletik vücudu, kalemle çizilmişçesine muntazam profili, kömür karası gözleri, uzun, kalkık kaşları, gür ve kıvrık kirpikleri, sakin, dalgın bakışı; alnına düşen, uçuşan simsiyah dalgalı saçları, düzgün yüz hatları, kendinden emin jestleri ve o asil duruşuyla Yunan heykellerini andırıyor.
Her şeyinden vazgeçebilirim dünyanın ama ondan nasıl vazgeçerim! Alışmışım bir kere onu hissetmeye… Ormanda ısrarla aynı ağaca bakmaya… Onu gördüğümde, ondan bahsettiğimde, hatta onu düşündüğümde büyülü bir mızrak saplanıyor sanki kalbime! Ucuna uyuşturucu madde sürülmüş sanki… Baygınlık verici bir ilaç… Kalbimi ağzıma getiriyor!
Durum buyken nasıl vazgeçebilirim onu hissetmekten! Aklıma demir atmış bir düşünceyken ve ben o düşünceyle mutlu olmaktayken nasıl çıkarırım onu aklımdan! O zaman ne anlamı kalır hayatın! Yaşamanın ne manası kalır! Ölmek çok daha iyi!
O kadar yakışıklı yaratmış ki onu! O kadar mükemmel yetiştirmiş ki o da kendisini! Ne işim var benim, nefsimin peşinde! Neden fark ettim perdesinin aydınlandığını! Ya o nasıl fark etti ışığımın yandığını? O/Nur/lu tarafa kayıyor gözlerim… Bakışlarıma hâkim olamıyorum, nefsime avukat…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 414