- 754 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VAHŞET
İnsanlar insanları vuruyor!
Vallahi. Şaka yapmıyorum. İnsanlar insanları vuruyor. Hemde neredeyse insan öfkesi kadar tehlikeli silahlarla.
Hey! Millet! İnsanların birbirini öldürmesi size çok mu olağan gibi geliyor?
Galiba anlamadınız! Sahi! Anlamamışsınız…
O zaman ben bi zahmet size yardımcı olayım. Ama lütfen söylediklerimi aynen uygulayın. Evet. Harfiyen yapın dediklerimi. Önce arkanıza yaslanın. Derin derin nefes alın. Beş defa derin nefes alın. Nefes alırken burnunuzdan alın, verirken de ağzınızdan verin.
Şimdi en sevdiğiniz kardeşinizi düşünün. Evet. Onunla pikniğe gittiğiniz bol güneşli bir haziran günü hayal edin. Kardeşiniz bir önceki akşam tıraş olmuş. Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon var. Krem rengi bir ayakkabı ve siyah bir kemer. Çok yakışmış. Arabalarınızı uygun bir gölgeye çektikten sonra arabalardan iniyorsunuz. Bagajdaki etleri sebzeleri mangalı ve diğer malzemeleri çıkarıyorsunuz. Kadınlar yemek hazırlığı yapıyor. Siz kardeşinizle çay ve yemek hazırlamak için kuru odun topluyorsunuz. Yemek yapan kadınların içinde kardeşinizin nişanlısı, kızın annesi ve sizin eşiniz de var. Kardeşiniz bu yüzden biraz çekiniyor. Siz nişanlısından söz ettiğiniz zaman yüzü kızarıyor.
Bir süre eğlendikten sonra kardeşinizin nişanlısı bir şey unuttuğunu bahane ederek eve gidip gelmek istiyor. Haliyle onu eve siz değil kardeşiniz götüreceği için biraz da gezmiş olacaklarını düşünüyor. Haksız da sayılmaz hani. Kardeşiniz sizden arabanın anahtarını isterken gene kızarıyor. Ama siz ona gülümsüyorsunuz. Bu yaşa gelene kadar onun için az mı fedakarlık ettiniz? Okuması için nasıl çaba harcadığınızı hatırlayın. Çok seviyorsunuz! Öyle değil mi? çok seviyorsunuz ama… utanmasına ve nişanlısına bakamamasına da çok gülüyorsunuz. Anahtarı verirken dikkatli ve yavaş kullanmasını tembih ediyorsunuz. Ona bir zarar gelmesinden endişe ediyorsunuz.
Sizden arabanın anahtarını alıyor. Başını önüne eğmiş arabaya doğru peltek adımlarla yürüyor. O an kardeşinizin ne kadar yakışıklı olduğunu, nişanlısının ne kadar güzel olduğunu ve birbirlerine ne kadar yakıştıklarını düşünüyor ve onun için yaptıklarınızla gururlanıyorsunuz. Yakışıklı olduğu kadar da görgülü, saygılı kardeşiniz. Nişanlısıyla yalnız gitmek istemiyor. Yanına sizin küçük kızınızı ve iki küçük yeğeninizi almak istiyor. Çocuklar top oynamak istediklerini ve onunla gitmeyeceklerini söyleseler de, ısrar ediyor kardeşiniz. Üç küçük çocuğu arkaya, nişanlısını da öne bindiriyor. Nişanlısının en sevdiği şarkıyı da bulup sesini açarak yavaş yavaş yola koyuluyor. Mutlu olması sizi de mutlu ediyor.
“Başardım işte! Kardeşimi okuttum, adam ettim ve evlendirdim. İşte bu! ” diye düşünüp ardından bakakalmışsınız. Kadınlar nişanlısıyla kardeşinizin halini abartıp gülüşüyorlar.
İşte o an… arabanın olduğu yerden kocaman bir duman kütlesinin ufka doğru yükseldiğini görüyorsunuz. Hemen sonra da kulakları sağır eden bir gürültü. Birkaç saniye için kendinizi kandırmak istiyorsunuz. İnanamıyorsunuz. Ama! Maalesef! Oraya doğru can havliyle koşuyorsunuz. Önünüzde cehennemden kaçmış bir vaha, arkanızda ailenizin, kadınların zebanileri bile korkutacak canhıraş çığlıkları.
…
İlk siz varıyorsunuz. İlk karşılaştığınız şey… yeşil çimenlere yarıya kadar gömülü uzanan, minnacık, kar beyazı bir bacak.
“ Baba ben pembe istiyooommm yaaa…” “Kızım pembe olur mu? ” “ Bana ne! Bana ne! Ben pembe istiyooomm! ” ayakabısından tanıyorsunuz. Dokunmaya cesaret edemiyorsunuz.
“Kızım! ” “Canım benim! ”
Kardeşinizin sesini duyuyorsunuz. Geldiğinizi görmüş olmalı. Hem zaten her derdine ilk siz koşmadınız mı?
“Abi! ” “Abi noolursun! ”
Kan-revan içindeki eli ve artık olmayan işaret parmağıyla nişanlısını işaret ediyor.
“Abi lütfen! Lavin ölmesin! ”
Bir Lavin’e, bir kardeşinize… bir de kızınıza bakmak istiyorsunuz ama… arka koltuktakilerden hangisinin kızınız olduğunu, siz bile anlayamıyorsunuz.
Kardeşinizin üzerine atılıyorsunuz. Az önceki beyaz gömlek… bu muydu? Şimdi artık siyah ve kırmızı ama...
“Abi noolur! Ben iyiyim abi! Lavin’e bak noolur! Hiç sesi çıkmıyor ki! ”
Bir anda az ötedeki Lavin’in yanına fırlıyorsunuz.
“Lavin! Kızım Lavin! Allahım! ”
Yüzüne bakacaksınız ama… Lavin’in artık bir yüzü yok ki. O, dillere destan gözleri, o lirik sesini bülbül şakımasına dönüştüren dudakları… hiç biri yok.
Lavin’in cansız bedenini bırakıp yeniden kardeşinizin yanına gidiyorsunuz. Ellerinizi gövdesinin altından geçirip koparıyorsunuz, yapıştığı topraktan. Başını telaşla dizinize koyup yüzüne dokunuyorsunuz, titreyen ellerinizle.
“Tamam kardeşim! Sakin ol aslanım! Lavin iyi! Lavin çok iyi aslanım!”
Eyvah! Keşke yerinden oynatmasaymışsınız. Gördünüz mü? Boynundaki yara, siz yerinden oynatınca daha çok açıldı. Kardeşinizin kanları dizinizden aşağıya akıyor ılık ılık. Bembeyaz kesildi yüzü. Şimdi daha güçsüz. Kelimeler daha belirsiz çıkıyor ağzından.
“Abi… lütfen! Lavin… Lavin’in ölmesin izin… verme… abi…”
Dayanamıyorsunuz. Göğüs kafesiniz patlayacak sanki. Az önceki gibi. Ailenizin diğer üyeleri vardılar yanınıza. Ortalık küçük kıyamet. Eşinizin kucağında, minnacık, paramparça bir beden… pembe ayakkabıları olmayan, boğazında kocaman bir düğüm, göğsünde keskin mi keskin bir çığlık...
Tanrım! Ya onunla göz göze gelirseniz? Ya gözünüze ilişirse, eşinizin gözü? Oracıkta ölüverirsiniz alimallah. Cesetleri-parçalarını zorla alıyorlar elinizden. Ve gelişigüzel atıyorlar arabaların içine.
Etraftaki köylerden, kadın, erkek, çoluk, çocuk… dört bir yandan koşarak geliyorlar. Kocaman kalabalıktan duyabildiğiniz tek cümle;
“Wey mala mın xerabe! ”
Sonra… sonra hala çalışmakta olan teyipten, Lavin’in en sevdiği şarkı.
“Tu xewin buy hemî gawa,
Te li min berda rondikê çawa,
Kelegirî ket hinawa,
Ne tu buy buk, ne ez zawa.”
...
Sizin için kötü bir gün olsa gerek. Yüklü bir fatura. Haksız mıyım?
Baksana şuraya! Bir kızınız, iki yeğeniniz, kardeşiniz ve daha düğününü bile yapmadığınız gelininiz… Lavin. Gerçekten yüklü bir fatura.
Yaslı gününüz ama… ben sormadan edemeyeceğim!
Neydi bu çocukların günahı? Pikniğe gitmek mi? Hadi be! Evet! Sizin için gerçekten kötü bir gün. Çünkü bu gün ateş, düştüğü yeri sizin evde yakıyor.
Şimdi arkanıza yaslanın. Derin nefes alın. Tekrar derin nefes alın. Yok bir şey! Korkmayın, kardeşiniz iyi! Ben uydurdum. Ama bu durumu yaşayanları anlayabilmeniz için, bu empati çok gerekli.
Anladınız mı peki, bu acıları yaşayanları?
Bakın! Eğer anlamadıysanız, size bu ülkede yaşanmış buna benzer yaklaşık 80.000 öykü anlatabilirim.
Yada oğlunuzun askerde olduğunu ve teskereye on günü kala eve tabutun içinde geldiğini düşünün.
Ya! Şaka değilmiş. Ölüm. İnsanlar öldürülüyor.
Yazık.!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.