- 792 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İki Dakika
Bu gün yazar olmaya karar verdim. Tek bir satır yazmadan yazar olacağım.
Karar verdim, her konuda fikrim olacak, herşeye aklım erecek. İçimde duygularım ‘yazar’ ol diyor. Kafamın içinde iki dakika da iki yüz sayfa kitap yazıyor velakın; kaleme yatkın değil elim. Tek satır bile yazmayacağım kağıda, yine de yazar olacağım.
Kitap okuyanlar ne okuyorlar? Tarihi yapanlara bakanların yazdığı kitapları. Böyle büyüyor kuşaklar. Duygusuz, rakamlardan fışkıran acılara kör.
Ben şimdi bunlardan uzaklaşıp, biraz ‘vicdan’ a değineyim.
Hiç bir acı acıtmıyor yanımda cansız yatanın acısı kadar. Ölüm nedir, cellat için?
Ölüm nedir, donmuş kamera karelerinden ona bakanlara?
Ölüme imreniş mi?
Film çevirdiğini mi düşünüyor, düşenlerin yaşamını seyirlik kılanlar?
Dur vicdanım, sen bakma onlara. Önceden seni kız çocuklarına isim diye koyuyorlardı. Şimdi terkediyor gibisin bizi. Biliyorum, sana iyi davranıldı diyemem. Ekmek gibi, şu gibi lazım oluşunu bizlere, biraz sen gidince anladık.
Tam gitmedin de gidermiş gibi mi, yoksa biraz incelmesi mi elimizin içinde ki derinin, acıtmaya başladı en küçük ateş; ya da kör olması gözlerin biraz, belki de gözlerden çok aklın.
Zulmün vicdanı kör ettiği yerde, onun tarifini yapmak çok zor geliyor işte. Hep beraber olmadıkça üstesinden gelemeyeceğimi düşünüp bırakıyorum onu bulduğum yere. Üstelik bunun doğru olmadığını bile bile.
Bu durum yazarlık inadımdan bir şey değiştirmiyor.
“Sistem, kendi içinde yaşayanları ehlileştiriyor” bir hafta aklımı kurcalayıp çözmeye çalıştığım sorunu, kafamın içinde çözdüm. Fakat, sonradan; yazısız yazar olduğum için ne olduğunu unuttum. Şöyle bir şeydi sanırım, artık emin değilim. “sistem bizim, sirkteki filler gibi, sokakta çingelerin oynattığı ayılar gibi şartlı reflekslerle yaşamamızı istiyor.
‘Şunu yaparsan cezalandırılırsın, bunu yaparsan mükafatlandırılırsın’ diye şartlandırıyor bizi. Davranışlarımız; insana uygun davranışlar mı, yoksa ateşle ve ucu sivri demirlerle öğretilmiş deliliğin sınırında hareketler mi?
Yok; bence bu davranışlar insanın olamaz. Toplumsal deliliğin yaygınlığı, deliliğimizi görmemizi engelliyor. Üzerinde yaşadığımız toprak parçasını, üzerinde yaşanılamaz hale getirmenin nesi normal, nesi insanca?”
Yazarlıkla uyumlu olacağını düşünerek hazırladığım kahvemden büyük bir yudum aldım. Soğumuş, ağzım yanmadı.
“Her türlü canlıyı, kendi cinsini de dahil öldürmeye dönük silah üretmenin nesi normal? Ve bunu yapanlar, – dünyayı bu hale getiren piskopatlar- bizim davranışlarımızı yargılayıp, bizim davranış biçimlerimizi belirlemeyi istiyorlar. Söylediklerine uymayanları, bekçileri hizaya getirmeye çalışıyor. Üstelik bekçilerin toplumsal yerleri bizim içimizdeyken yapıyorlar bunu. Olancası bir kemik kırıntısı.”
Duygularımda ki yazar sustu. Ben susunca o da susuyormuş, şimdi öğrendim bunu. Oysa ben onu, benim dışımdaymış gibi düşünüyordum. Bazen kapıdan, bazen pencereden, bazen de sokaktan bağırıyordu bana.
Sonra tekrar başladı usulca. Düşünceli geldi bana sesi, biraz da ne yapacağı konusunda kararsız.
“Toplumsal histerinin bir adım dışına çıkınca, bütün çıplaklığıyla görüyorsun olan biteni. Toplumsal histerinin yaratıcıları ve yaşayanları sana deli muamelesi yapıyor.” Sonra sanki kahanette bulunuyormuş gibi; “hem de en yakınların tarafından” dedi.
İşte bütün bunları aklımdan; tek bir satır yazmadan yazarlık macerama kattım. Henüz iki dakikam dolmadı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.