- 1079 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kavga Ve Eğitim
Almanya’nın bir köy okulunda Türk öğrencilerimle derse başladım. Önce, öğrencileri konuşturup derse isteklendirme sağlamak gibi bir yöntem edinmiştim yurt dışında. Bu yöntemle Türkçe konuşmaya karşı bir ısınma, bir hazırlık yapmış oluyordum. Çocuklarımız zorunlu olarak devam ettikleri Alman okulunda Almancayı ana dilleri gibi konuşuyorlardı. Türkçe konuşmaları yeterli olamıyordu. Öğrencilerimin çoğu Almanya’da doğmuş, anavatanlarından uzaklarda büyüyorlardı. Karslı Zeynep’e sordum.
“Yavrum dün bu köyde oynanan maçta bir kavga çıkmış. Sebebi neymiş kavganın?”
“Öğretmenim bir Alman seyirci bizim Türk oyuncuya kümel Türke demiş, kavga ondan çıkmış.”
“Kümel ne demek? Diye soruyorum. Zeynep yanıtlıyor sorumu:
“Bilmiyorum o kelimenin Türkçesini, fakat Türklere iyi uyuyor o söz.” Diyor. Kümelin anlamını ben de bilmiyorum! Bir an ilkokul yıllarımı ve Türkiye’mi anımsıyorum…
İlkokul son sınıfındayım. Beş sınıflı köy okulun bahçesinde toplanmış ders zilini bekliyoruz. Ekim sonu, hava güzel. Güneş karşıki dağların yücelerinden ışıklarını gönderiyor. Ilık bir sonbahar havası, yerlerde uçuşan gazel yaprakları. Rüzgâr henüz sert esmiyor. Okulumuzun bahçesinde ve karşı yamaçlardaki ağaçlar sonbaharın son günlerini yaşıyor. Sararan yaprakları renkten renge giriyorlar geçen zaman içinde. Yeşilin tüm tonları, sarının, kahverenginin tüm tonlarına dönüşüp yerlere seriliyorlar Isparta halıları örneği.
Kız arkadaşlarımızın bazıları ip atlıyorlar. Beş taş oynayanlar da var aralarında. Biz erkek çocuklar sohbette başladık. Hasan, anlatmaya başladı her zamanki sabırsızlığıyla.
“Dün bizim köylülerle Yavuz köylüler tomrukları yükleme yüzünden kavga edeceklermiş.”
Hepimizin merakı arttı birden! Ahmet söylenmeye başladı:
“Hasan bizi kandırma yine, şaka yapıyorsun!” Diyerek arkadaşımıza karşı gülmeye başladı. Yücel başladı bu kez anlatmaya:
“Ağabeyimle babam da kamyonlara odun yükleme işinde çalışıyor. Ağabeyim de anlattı Hasan’ın anlattıklarını. Bizim köylüler:
”Tomruklar bizim köyünün yaylaların yanında istif edilmiş. Burada ancak biz çalışmalıyız” diye bağırmaya başlamışlar. Yavuz köylüler de “Orman devletin ormanı, bizim de çalışma hakkımız var burada” diyerek onlar da bizim köylülere karşı bağırmışlar.”
Merakla soruyoruz hep birden.
“Sonra kavga çıkmış mı?” Hasan, alıyor sözü,
“Epeyce bağırma-çağırma olmuş. Mühendis, orman memurları ve kamyon şoförleri araya girip kavgayı yatıştırmışlar.”
Az sonra, Oktay, ders zilini çalmaya başladı. Okula en erken gelen zil çalma hakkını elde ederdi. Demek ki, Oktay o gün okula en erken gelen arkadaşımızdı. Yavaş yavaş Andımızı okumak için okulun önünde sıra olmaya başladık. Kafamda, bizim köylülerin haksız olduğu düşüncesiyle sınıfa girdim! Yer bizim köye aitti fakat tomruklar devlet ormanından kesilen ağaçlardan elde edilmişti!
Yemyeşil bir kuzey Almanya ovasının kenarında kurulmuş Alman okulunda derse başlarken başka bir kavga sahnesini anımsadım. Bu kavga öyle bağırıp çağırmayla biten ya da iki kişinin itip kakması gibi olmayan bir kavga.
Öğretmen okulu öğrencisiyim. Mevsim ilkbahar, aylardan Mayıs. Güzel bir pazar günü yaşıyoruz Doğu Karadeniz incisi Trabzon kentinde. Trabzon, güneyindeki Boztepe’si, limanı, Uzun Kum adlı tabi plajı, Atatürk köşkü ile doğa harikası bir yerde kurulu. Güzel bir kent. Üniversitesi, eğitim Enstitüsü, orta dereceli okullarıyla tam bir kültür kenti. Ve mavinin en koyusundan en açık tonlarıyla Kara Deniz kentle bütünleşmiş. Arkadaşlarla bir şehir turu yapalım dedik. O günlerde Trabzon’da ülkemizin tüm üniversitelerinin katılımıyla spor müsabakaları yapılıyor. Stada kadar yürüyelim, bazı müsabakaları izleriz diye planlar yaparak okuldan ayrıldık. Trabzon’un İstiklal Caddesi kabul edilen Uzun Sokak’ı baştanbaşa kastedip stada vardık. Etrafı korumasız dış sahada bir maç oynanıyordu. Bedava maç, seyretmeye başladık İzmir ile İstanbul’dan gelen üniversite takımları kıyasıya mücadele ediyorlardı.
İstanbul takımı bir gol bir gol daha derken durumu bir anda iki sıfıra getirdi. İzmirliler işi sertliğe döktüler. Rakiplerine tekme, dirsek; böylesi kural dışı hareketleri uygularken maçı yöneten Trabzon bölgesinin hakemi bir İzmirli futbolcuyu oyundan ihraç etmek istedi.
Bir anda ihraç edilmek istenen oyuncu hakemin yanına koştu. Hakemi yerde yatıyor gördük. Zavallı hakem beklemediği bir yumrukla yere serilmişti.
İşte ne olduysa o anda oldu! Bizler gibi bedava maç izleyen seyirciler sahaya doldu. İki yüzden fazlaydı tahminen seyirci. Herkes hakeme vuran gencin üstüne koşmaya başladı. Hala anımsarım, yumruğu kuvvetli futbolcu, hızla koşarak kalabalığa yakalanmadan az ilerideki evler arasında kayboldu. Beride sahanın ortasında tam bir yumruklaşma başladı. Futbolcular, seyirciler, kıyasıya bir yumruklaşma, tekme gırla gidiyor. Allah’tan olaya polisler müdahale etti. Sayıları da kalabalıktı polislerin. Kavga kısa sürede sonlandırıldı.
Kavga nedeni: İzmirli bir futbolcu Trabzon bölgesinin hakemine saldırması. Trabzon’a has değil bu koyu milliyetçilik ya da şövenist yaklaşım. Şimdilerde ülkemizin her kentinde aynı manzaraları görmek değil, görmemek şaşırtıcı oldu. Üniversiteli ağabeylerimizin kavgasını görmek bizleri üzdü. Mahzun mahzun okulun yollarına düştük. Saat 17.00’de birinci mütalaaya (etüt) yetişmek zorundaydık.
Almanya’daki olaya döneyim. Almanya’da bizimkiler hemen hemen her kentte birer ikişer futbol takımı kurmuşlar. Spor yapıyorlar. Öykümün başında anlattığım maçın birinci yarısını bende izledim. Biz Türkler futbolcuların bazı arkadaşları derken hepimiz otuz kişi kadardık ortalama. Maç yapılan köyde bir gün ders yapıyordum. Maçı genci-yaşlısı üç yüz kişiye yakın Alman izliyordu. Takımızda disiplin sağlanamıyordu kolayına. Birinci yarıdan yenik ayrıldılar. Birbirlerine kızıp bağırmaya başladılar, önceki izlediğim maçlarda olduğu gibi. Kavganın olduğu ikinci yarıyı izlemedim…
Bir alman seyirci bizim bir futbolcu arkadaşa:
“Kümel Türke” diye söylenmiş. Bizim topçumuz Alman’ı bir yumrukta yere sermiş. Adamda yaşlı, cılız birisiymiş. Hakem oyunu durdurmuş. Polis olaya müdahale etmiş. Bir ambülans çağırılıp adamı hastahaneye kaldırmışlar. Alman seyirciler olaya müdahil olmamış. Olay böylece sonlandırılmış. Kümel demek biz Türklerin kullandığı bir baharata Almanların verdiği admış.
Üç kavganın öyküsünü anlattım. Bizler, kavgaya kutsal cihata koşarcasına koşuyoruz; önünü sonunu düşünmeden. Eğitim-öğretim düzeyimiz ne düzeyde! Öğretmen olabilmek için on bir yıl okumak yetiyordu öykümün geçtiği yıllarda. Almanya’da meslek okullarında on bir yıl, liselerde on üç yıl okunması zorunluyken biz daha sekiz yıllık zorunlu eğitime geçmemiştik.
Almanya, nitelikli eğitim-öğretim çalışmalarıyla insanlarını eğitmişler. Almanlar, insan ilişkilerinde sorunları diyalogla çözüyorlar. Polisin yapacağı işleri polislere bırakıyorlar. Şu durumu da belirtmeliyim. Münferit kavgalarda darp gören kişi durumunu doktor raporuyla ispatlıyor. Kavganın galibi mağlup olanın maddi manevi tedavisinin tüm masraflarını karşılıyor. Adalet sistemi seri bir biçimde davaları sonuçlandırıyor.
Ülkemizde zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkardık. Bu sistem tam yerleşmeden bu kez malum sisteme geçildi. Yıllardır eğitim-öğretim çalışmalarının içinde oldum öğretmen olarak. Ülkemde meslekle ilişkisi olmayan nice bakan gördü bu halk benimle. Kaç kez eğitim müfredatları, sınav sistemleri değişti geçen yıllar içinde benim güzel ülkemde. Çocuklarımızı daracık dershane odalarına mahkûm ettik.
İnancım odur ki, çağdaş yöntemlerle, nitelikli bir eğitim-öğretim müfredatıyla bizim toplumumuz da kısa sürede en disiplinli ve üretken bir toplum olacaktır…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.