- 333 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akşam Yemeği
Adam mutlu bir güne uyandı. Sabah aydınlığı gibi aydınlıktı yüreği. Uzun zamandır güneş görmeyen bir çiçek gibi yüzünü güneşe dönmüş ve hevesliydi. O güzel bahar havasını alabilmek için balkon kapısını sonuna kadar araladı adam. Yüzüne çarpan temiz ve ılık havayı içine çekti. Sigarayı bıraktığından beri havanın bir tadı olduğunu farketmişti.
Mutfağa gidip kendisine demli, beyninin açılmasına yardımcı olması için sert bir kahve yaptı. Mutfağın penceresinden gökyüzünü izleyip, kahvesini hızlı hızlı yudumladı. Çünkü daha köşeleri toz tutan evi temizlemesi gerekiyordu. Zira bugün uzun zamandır hissetmediği heyecanı ona yaşatan dişi akşam yemeğine gelecekti. Onun için hazırlık yapması ve her şeyin mükemmel olması gerektiğini düşünüyordu.
Kahvesi bittikten sonra evi hızlıca temizleyip etrafı toparladı. Dedim ya heyecanlı ve mükemmel olması gereken bir gündü. Ev temizliği bittikten sonra duşa girip kendi temizliğiyle ilgilendi. Kişisel bakımın anlamını unutmuş olan adam, bugün kendine gereğinden fazla ilgi göstermişti. Saçına verebileceği en iyi şekli vermek için yarım saat kadar saçlarıyla uğraşmıştı.
Saçları ve yüzüyle işi bittikten sonra en sevdiği gömleklerden birini eline geçirdi ve hayatında belki de hiç denecek kadar az yaptığı ütü çalışması için ütü masasının başına geçti. Yarım yamalakta olsa ütülemeyi başardığı mavi gömleği sırtına geçirdi ve altına da daha koyu bir mavi renge sahip olan kot pantolonu giydi. Her şey mükemmel ilerliyor ve herhangi sıkıntıya yol açacak hiç bir şey olmamıştı. Ama adam tedirgindi. Mükemmelliğin hayatına hiç uğramadığı biriyseniz her an bir kusur beklersiniz. Ama şu ana kadar ki gidişat aksini gösterir gibi ilerliyordu. Adamda önceki yaşantısını, kaybettiklerini, elinden gidenleri, başaramadıkları ve ulaşamadıklarını düşünmemeye karar vermişti. Hayal kırıklıklarını unutmayı tercih etti.
Genç adam bütün hüzünlerini geride bırakıp akşamki yemek için alışveriş yapmak üzere markete gitti. Akşam için ne yapması gerektiğine karar vermekte zorlanıyordu. Ama en iyi yaptığı yemekten vazgeçmemeye karar verdi ve markette tavukların bulunduğu dolaba doğru ilerlerdi. 700 gramlık tavuk bonfileyi eline aldı. Yemek için güzel de bir salata yapmalıydı ve bunun içinde malzemelerini aldıktan sonra ufak tefek detayları tamamlayacak şeyleri de alıp marketten çıktı ve evin yolunu tuttu.
Eve vardığında akşam yemeğe gelecek misafiri, yani genç kadını aradı adam. Telefon çaldı çaldı ve çaldı. Açan olmadı. Adam yüreğindeki heyecandan olsa gerek aklına kötü herhangi bir şey getirmemişti. Meşgul olabileceğini ve telefona bakamadığını düşündü. Aklından "aradığımı gördüğünde geri arar" diye düşündü.
Her zaman güzel yaptığı yemeklere bu sefer daha da fazla özen gösterdi genç adam. Ve bütün yemekleri tek tek, sırayla pişirdi. Akşam için mükemmel yemekleri pişiren adam şimdi de mükemmel sofra için kolları sıvadı ve çok şık bir sofra kurmak için mutfak dolaplarının bir köşesinde unutulmuş, beyaz porselenden yapılan yemek takımını çıkarıp oturma odasında ki boyutu çok büyük olmayan, koyu kahve renkte, ahşaptan yapılmış kare yemek masasına götürdü ve yemek tabaklarını sırasına göre üst üste dizdi. En alta düz tabak, üstüne çukur, onun üstüne de çorba kasesini koyup, ışığın yansımasıyla parıl parıl parlayan gümüş çatal kaşık ve bıçakları tabakların yanlarına dizdi. Daha sonra şarap kadehlerini masaya koyan genç adam masayı çok fazla kalabalık olmayacak şekilde kurdu. Ortam şahane gözüküyordu. Masaya da bir kaç tane mum koyduktan sonra, arkada hafif hafif çalması için Jeff Buckley albümü seçmişti genç adam. İstediği romantik ortamı sağlamıştı artık.
Herşeyin mükemmel olması için tekrar etrafı kolaçan edip kendine tekrar baktı ve koşuşturmadan bozulan saçlarını tekrar eski şekline kavuşturdu. En sonunda oturup beklemeye başladı ve kadını aradığı saatin üstünden çok zaman geçmesine rağmen kadının ona hala geri dönmediğini farketti. Adam kadını tekrar aradı. Telefon yine çaldı, çaldı, çaldı ve yine açan olmadı. Hayatı boyunca herşeyden şüphe eden adam aptalı oynamayı tercih etti ve yine aklına kötü bir şey getirmedi. Önemli bir şey olmuş olabileceğini ve ilk fırsatta kadının onu geri arayacağını düşündü. Beklemeye devam etti...
Aradan yaklaşık bir saat geçmiş ve hava kararmıştı. Adam masada oturmuş ve beklemeye devam ediyordu. Artık oynamaya çalıştığı aptal rolü yerini yavaş yavaş gerginliğe ve endişeye bırakmıştı. Bu yemek adam için önemliydi. Hayatın her zaman karşısına kötü şeyler çıkarmayacağına bir işaretti bu yemek. Ve yalnızlığı, herkesten koruyup sakındığı yalnızlığı bir son bulmalıydı artık. Ve bunu da bu kadının yapabileceğine inanmıştı. Düşünce tarzları ve zevkleri birbirine çok yakındı. Telefonda uzun uzun konuşuyor, liseli gençler gibi saatlerce mesajlaşıyorlardı. Gönlü o kadından hoşlanmıştı ve birazcık olsun yüreği ısınmıştı. Konuşmalarında kadında aynı izlenimi veriyordu. Ama dakikalar geçiyor akrep yelkovanı daha hızlı kovalamaya başlıyordu sanki.
Aradan iki saat daha geçti. Genç adam şarap şişesinin yarısına gelmişti. Kalbine doldurmaya çalıştığı ışık, umut ve neşe yerini tekrar o eski adama ait olan keder, yalnızlık ve terkedilmişliğe bırakıyordu. Saatin tik takları odada yankılandıkça şaraptan bir yudum daha alıyordu adam. Ve alkolün damarlarına nüfuz etmesiyle kederde o kadar çöküyordu omuzlarına.
Sonra telefonu çaldı adamın. Arayan onu akşam yemeği masasında yalnız başına içmek zorunda bırakan genç kadındı. Aradan geçen uzun saatlere rağmen adam tekrar umutlanır gibi oldu ama o eski hisler gerçeği ona hatırlattı ve düşük bir sesle telefonu açtı adam. Kadın ona "gelemediği için üzgün olduğunu, onu affetmesini ve bu yeni şeye hazır olmadığına karar verdiğini" söyledi. Tekrar tekrar özür dileyip kendine iyi bakmasını istedi adamdan. Onu dinliyormuş gibi gözüken adam, kadının söylediği herşeye "tamam" deyip telefonu kadının daha fazla cümle kurmasına izin vermeden yüzüne kapattı.
Adam yalnızlığının üzerine çöken terkedilmişlikle beraber masada oturur vaziyette kalakalmıştı. Loş ışıkta, şarabını yudumlamaya devam etti adam. Tek bir noktaya bakıyor, Jeff Buckley’in Lilac Wine şarkısını dinlerken şarabından büyük ve sık yudumlar alıyordu. Yalnızlık sorun olmamıştı adam için hiçbir zaman. Ama şu terkedilmiş, kaybetmiş hissi onu delirtiyordu. Hayatında kaybetmek istemediği o kadar çok şeyi yitirmişti ki artık en ufak kaybediş bile adamı derinden parçalıyordu.
Kaybettiği bir insan değildi. Genç kadın umurunda değildi. Kaybettiği bir aşk yada ilişki de değildi. Kaybettiği tekrar gülebilme isteğiydi. Kaybettiği umutlarıydı. Kaybettiği hayatın sadece acılardan ibaret olmadığı, güzel şeylerinde var olduğu inancıydı. Kaybettiği düzeniydi, düzenli dağınıklığıydı. Canını en çok acıtansa kaybettiği yalnızlığı, geriye sadece terkedilmişliğin kalmasıydı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.