- 352 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sadece sendin benim düne kadar kalbime dokunan…
Ve biz seçilmeden geldik bizdeki bu aşka…
O güzelliklerle dolaşırken tanıdık aşkı ve sevdanın mavi yumuşak yüzünü…
Aslında yalnızlık mührü vurulmuştu yüreğimize. Belki de birbirimizi tanımadan acılanmalardan uzak sevmelerin hoş görüşüne yığıldıkça tanıdık asıl aşkın asıl acılanma sebeplerini…
Vuruyordu özlem veya doyamayasıya vuruluyorduk bu özlemle sevdanın ortasındaki kendimizle asıl olan özlemdeki direnme gücü sevdanın turkuaz noktası…
Vuruluyorduk belki de bu benlik savaşında haykırıyorduk vurulduk ha vuruluyoruz feryatları ile…
Oysa kış kavruluşları vardı sevmeye meyilli yüreğimizde en çok gecenin geçinde vuruluyorduk…
Gece karanlık ve yalnızlık…
Dayanılmaz bir kavruluştu özlemin içinde…
Yalnızlığın dayanılası yalnızlığı ve bu yalnızlığa yazılmış ezberlenmiş melodilerdir aşkın acılanmaları içindeki tarifi… Ve herkesin bir melodisi vardır düşlerindeki sevdaya dahil olmuş… Ve biz bu yaşanmışlıklara ait söylemler yazarken aslında bir daha hissederiz bize ait şarkının tınısındaki yalnızlığımızı...
En yakınımdan, en uzağıma kadar çevremde hep sen vardın…
Yarınların özlenmesi, dünlerin pişmanlıklarımda da hep sen sesin vardı yanımda…
Güçlüydük hayatın tüm girdaplarında ve inatçıydık yaşamın en derin dirençlerine…
Kirlenmemiş bir geçmiş, kirlenmeyecek bir gelecek vaat etmiştik farkındalıkla birbirimize. Sadece yaşamın şartlarında eğilmeyecek ve de kendi kendimizin bastığımız yeri sert tutacak, yılmadan bu kulvarlarda var olacaktık inatla
sevginin çemberinde…
Sen sevgili, sen… Sendin en sert duvarı atlarken yanımda olup güç veren. Sendin yıprandığım anlarda tam da her şeyimi yitirirken yanımda olan… Sendin sevginin zirvesine beraber ulaştığımız… İnkâr edilemez bir yaşamın en güçlü destekçisi de sendin…
Şimdilerde neler değişti ki en yakınım olan koltuk altımdan beni vurman, en zayıf tarafım sen güvenim olan desteği altımdan çekmen…
Hayat galiba en yakınındaki en güvendiğinden vurulunca asıl yüzünü gösteriyor…
Şimdilerde en çok özlediğim ne biliyor musun sevgili, bana en yakın olduğun zamanlardaki gibi mutluluk yüzünün rengini görmek isterim…
Biz, yani sen ve ben, bu hikâyede dört kişiydik, sen yazarken ben okuyucu, ben yazarken sen okuyucu, sonra ben sadece tek başıma okuyucu senin yokluğunla, ardından benim yokluğumla sen okuyucu idik...
Sonra yazdıklarımız bizi ezmeye başladı ve artık sadece ikimiz de okuyucu kalmıştık.
Bu kuralla yıllarımızı harcadık hasreti ruhumuzda taşıyarak...
Sonra mı ne oldu, ben sadece yazan ama okuyamaya dayanamayan, sense galiba gizli gölge okuyucu kalarak kendinle hesaplaşmalara düştün...
Sonuç mu, ortaya dökülen cümlelerle kendi kendimizi vurur olduk ki artık galiba bu hikâyenin sonu yaklaştı, ikimizde yaşar kalarak, arada ezilen aşkı, en azından birimiz sahiplenecektir sanırım...
Ve bu öykü belki de bir gün tüm gizemleri ile sadece okunacak...
Derler ya her yazılanın iki yaşayanı vardır...
Zorladığım aslında içinde yaşadığımdı…
Gece kendi içinde çok yavaş gidiyor karanlıklara doğru…
Ve gecenin içinde bir adam…
Kendi gölgelerinden sıyrılırcasına ağırlaşmış adımları ile, ürkek bakışlarla geçmişinden kopan ne varsa hafızasında kalan çoğunu teker teker yakalamak istiyor geceyi ayıklayan gözleri ile…
Kaç bedelinin ödettiği bu ağır aksak zamanın içinde, zaman zaman ağır hareketli ayaklarındaki ayakkabı uçlarına bakıyor. An gelip bir şeyler ezmek isterken, an gelip sanki çok şeyden vazgeçmişçesine zamanın içinden aklından geriye doğru yürür gibi bir şarkının tınısına kaptırıyor kendini. Geçmişin umutsuzluklarından, geceyle gelen geleceğin umutlarına sarkıyor tüm benliği…
Yaşamı vardı oldukça hareketli ve de çoğu zaman gizemli yaşamı vardı.
En önemlisi korkak bir zaman tüketicisiydi…
Elde ettikleri vazgeçemeyecekleriydi…
Bu amaçla çoğu zaman tüm benliğini riske atarak ruhsal savaştaydı hayatla ve de sevgili dediği sevdalısıyla…
Aslında dünler yarınlara sarkan tüm güç denemelerinin ardında kalanlardı…
Güç denemeleri dediği kendi benliğinin doğruları ve de sevgili dediğinin yanlışlarıydı. Yanlışlarla doğruları arasında kıyılasıya sürtünme ve kıyasıya benlik mücadelesi vardı aslında…
Beni de götür gidebildiğin yer yaşamın kapısı olsun seninle yeter...
Kimsesizlik bakışları olsun kara kuru ayaz gece de, yalnız sevgi gözlerin olsun siyahlaşmış bakışlarla, yeter ki götür beni senli nefeslere ulaşacağım, isterse sonsuzluk olsun...
Diyordu çoğu zaman dara düştüğü düşünce girdabıyla…
Sen sevgili sen, sadece sendin benim düne kadar kalbime dokunan…
Bu kaçıncı yıldır elma mevsimlerinin geçtiği yıllar ve sen hâlâ bana bir vesikalık resmin ardından bakıyorsun hâlâ ben seni her köşe başından çıkacakmışsın gibi gözlüyorum alacakaranlık yollarda…
Elmalar kaçıncı kez kızardı gün bekleyişleri ile ki sen hâlâ unutulmaz resimlerde gülümserken…
Bense bir başka yaşamda sanki bir duvar ötesi duygularla, ağlamakla küsmek arasında yorgunlaşarak zamana meydan okuyorum yaşamak için…
“Sevmekle ölmek arası köprü vardır” derdin ki öfkemden kızarırdı bedenim, “sevgide ölmek ecel ile olur” derken son kinimi de kusardım sanki sana…
Şimdilerde sadece geçmişin sevgisine bu günün öfkelerine çoğaldıkça ben, dünlerin sevgisinde sanki daha çok çoğaldım…
Sevgi bu günlerde belki de rekor keserken zamandan çoğaldıkça çoğaldı benle beraber ama sadece geçmişin belki de tek karesine…
Ben ilk sevgiden bahsederken, ben de seni çok sevdim dediğin andı yaşam boyu beynime zıpkınlanan…
Sen sevgili sen, sadece sendin benim düne kadar kalbime dokunan…
Ciğerlerime kadar işleyen nefesin vardı aslında bu günlere kadar nefes almalarıma yeten ama dünler vardı senden kalbimdeki sıcaklığı atışım…
Oysa sana ölümüne verilen sevgi sözlerim vardı, umutlarınla, umutlarım sevgiye dair senli, yaşanacak yazlarımız vardı…
Sahillerdeki şarkı seslerimizle uyanacaktı gece sonu martıları…
Açlık vız gelirdi gözlerindeki ışıkla, unutulası dünler.
Beklentisinde olduğumuz huzur yarınları ve de bir ömür kalp seslerimizi dinleyip yaşama selam verecektik her gün doğumunda…
Ki arkada kalansa şimdi sadece öfke ve öfke ötesi hırslarla yaşam var sanki…
Neyse hayat beklenmeyenleri yaşamak için alışık olmadığımız sabır verdi bize bu gidişinle…
Eyvallah artık tüm senli zamanlara deme zamanının içinde olduk…
Zorladığım aslında içinde yaşadığım veya var olduğum, kalmak için onursal mücadele verdiğim, zamanı, zamanların içine sığdırmaya çalıştığım, kendi yaşamım veya aşka dair yaşantım idi…
Aslında bu bir hırs zamanı veya öfke bazlı bunalmışlık zamanlarının içine sığdırılmış hazmedilemez olaylara karşı isyan edemediğim bir bunalmışlık zamanları idi…
Her olayın veya istem dışı davranışların içinde yaşayıp umursamaz veya duyumsuz zamanları yaşadıkça o hazmedilemeyen ve kabullenilemeyen olay düşünceler zinciri içinde kendi büyüklüğünü aşarak sonuçta artık hükmedilemeyen beden sarsıntılarına dönüşüyordu…
Yani baştan bir hücre kadar olan olay zamana karşı duramayarak kendini tüketeceği yerine, misliler katı ile büyüyordu…
Her olay sevgiye karışmış bir kısımken yaşamında ertesi zamanlara ulaşılamayan zirveleri olan yaşam kesitlerinin hayretliklerini veriyordu kırılmaya çalışan direncime…
Ve her anın özeti bedelden bedellere dolaştırıyordu düşsel yapımı…
Ben kaybedilmiş değerlerin bedelini, bedellerle öderken, asıl yaşam zorluğunun içinde buluyordum kendimi…
Bu ödentiler beni her kademesi acılanmalara çıkaran seviyeden misli seviyelere iletiyordu düşsel yapımı…
Ve ben kaybedilmiş bu zamanları kayıp zamanların çokluğu ile ödüyordum…
Biliyordum ki her hayâl kırıklığının bir yerlerde birileri için yazılmış melodiler veya şarkılar türüyordu zamanın eskimiş yıllarını arkada bırakıp yeni zamanlara bu şarkılarla taşınıyordum…
Her sevinç günlerinin şarkıları olduğu gibi kahır zamanlarının da şarkıları vardı…
Aslında ben kayıp zamanların nefeslerini tam bir öfke yığılması içinde diyordum ki gün, gün artık yaşamımın kuralları değişiyordu, kayıp zamanların, kayıplık şarkılarını mırıldanarak…
Bu yaşam kesitini adlandırırken, kendi kendinde kaybolmak veya yaşamın bu kesitindeki değerleri kaybetmek denilebilirdi…
Denilirdi ama kendi kendime kaybetmiş değerlerin değerlerim olduğunu kabullenmiş olmak gerekirdi ki asi bir ruh düşüncede olan bu bedenle ben bu kaybediliş dışına kendimi atmak için kayıp yılların da var olduğunu kabullenerek farlı bir boyutta farlı bir kişilikle bu savaşı sürdürmem gerekirdi…
Sevgide benlik veya sevgide öz benlikle yaşanmışlığının doğrularında var olmaya çalışmak gerekirdi…
Sen sevgili, kaypak düşüncelerle benli hayatın içinde raks etmeye çalışmakla, bu günleri bir bataklıkta sürtündüğünün hâlâ farkındasızlıkla yaşam savaşı verirken günün birinde kaybettiğin değerlerini fark ettiğinde kaybettiklerinin kazandıklarından çok fazla ve acılı olacaktır…
Kap kapanın kalsın elinde olan elinde olan bir yaşamdı bu ki hâlâ bu direnç kırılmasına ulaşılmadı…
Kaybetme korkuları ile korkunun merkezinde döndükçe bunalmışlığın kökündeki can suyu ile yaşam savaşının benlik savaşına dönüştüğü yılları yaşarken acıların sonsuzluğunu hissediyordum içimde…
Aslında bir bağlılık veya bağımlılık zamanlarını yaşıyordum sevginin kutsallığında bulunduğum sanrıları içinde…
Yanıldık belki de yanıltıldık demek için artık zaman kendi etrafında uzamıştı ve ben bu kayıplık zamanlarını hasretle gömüyordum…
Zaman ve kaybolmak yaşamın içinde bir kesitti ve iki tarafı keskin bir bıçağı anımsatırdı hep zorlanmış nefesleri aldıkça…
Belki de ben veya biz kaybedilmiş sevgilerin içinde çevresel zamanların nefeslerini alıyorduk ben veya biz…
Yıllar suda eriyen kireç taşları gibi zamanı kendi aleyhine kullanıyordu. Ve ben bu acılanmalarla kendi kabımda erittiğim zamanları yaşıyordum acılanma adına…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.