- 637 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
'otel odası'
Olmuyor, denediğim içim mi, yoksa denemekte zorlandığım için mi demeliyim; günü gününe yazamıyorum. Akşam izlediğim film de etkili oldu bunda. Bilmiyorum, kaçıncı kez izleyişim o filmi. Başroldeki kadını bir de ona benzetmiyor muyum, gözleri, şuh bakışlı gözler aynı onun gözleri. Gençliğin aksi olmamalı. Sahi her şeyi bırak da, ne güzel bakıyor! Onu bombaların patlamaya devam ettiği bir şehirde bıraktım. Şimdi ben de açıkça söyleyebilirim, önemsiz gibi görünebilirim ama öyle değil, gerçekten öyle değil. Şu divanı, pencereyi; evet o kirli pencereden nefret ediyorum. Kaç kere temizlemek istedim, elim gitmedi. Ya perdeler? Bir otel odasında kalırken insan pencereyi ya da perdeleri kafasına takmamalı. Ah şu duvarların dili olsa da konuşsa! Neler konuşuyorlar, ben uykudayken fısıldadıkları şeyleri duymak istiyorum.
Cuma günü yazdığım bir parodi (eğer gerçekten parodi olarak sayılabilirse tabi) zihindeki o uyumsuz noktayı gösteriyordu. ‘Bugün çok huzurlu hissediyorum kendimi. ‘Neden’ diye soruyor birisi, ‘çünkü o göt müdürün yüzünü görmedim’ diyorum. Günü gününe yazmak iyi olabilir. Kısa kısa notlar alarak kendimi daha açık bir şekilde ifade edebilirim. Bunları kim okuyacak sonra? Kendimi sonradan okumayı seviyorum. Geçmişte var olmuş halimle kavga etmek,, gelecek için beni motive ediyor. Gerçekten inanan bir insanın zalim olmaması gerekiyor. Kendime zulmediyordum, bunu iyi anladım. Bir başkasının zulmünden daha fena hem de.
Hayır, insanlardan uzak olmalıyım. Bunu kaç defa denedim. Ruh sağlığım için, özellikle zihnim karmaşalar içerisinde boğulmuşken, o yalnızlığın beni tedavi edici özelliği var. Bu yüzden istemediğim zamanlarda arkadaşlarım yanımda olmamalı. Sevdiklerimi sadece ben istediğim zaman görmeliyim. Ne bencilce bir istek! Küstahın tekiyim. Tahammülsüz bir küstah diyebilirim. Canım sıkıldığı zaman vücut kimyam bozuluyor. Diğer insanlarda böyle olmalı. Sahi, her insan aslında sadece kendisi için yaşıyor. O birbirine sevdalı aşk masalları nasıl da sahte! Bir aşk masalının sonucu doğduğuna inanan ne kadar çok aptal var. Üremenin vazgeçilmez sonucu bu. İnsan ırkını çoğaltmak için değil, devam ettirmek için farkında olmadan çoğalıyoruz.
Bu otel odasından kurtulmak için en büyük dayanağım içtiğim sigara olmalı. Kendimi çok güzel kandırıyorum. Hiçbir şey değişmiyor, işte dışarıdayım. Çamurlu yoldan geçiyorum. Biraz daha ilerleyince adalet sarayının önünden geçeceğim. Pardon, saray demek büyük bir hata; yalnız adliye binası olmalı o. Köpeklerin seslerini duyuyorum. Beni öldürecekler diye korkmuyorum, korkumun altında başka şeyler var ama bir türlü onlara erişemiyorum. Sahi, köpeklerden neden korkuyorum hala? Koskoca adam oldum, fırıncı küreği gibi ellerim var. Bunu ben söylemedim, bir arkadaşım söyledi. O arkadaşa geçen bir rahatsızlığımı anlattım. Dışarıda yemek yerken çok rahatsız olduğumu, en ufak çevresel faktörden etkilendiğimi söyledim. Bana öyle bir argümanla karşılık verdi ki, telefondan ‘yüzüne tüküreceğim’ diyecekken, vazgeçtim. ‘Sen de evinde tuvaleti çamaşır suyuyla yıkıyorsun, yerleri paspasla silerken, kokulu yüzey deterjanı kullanıyorsun. Sen de kokulu, parfümlü malzemeler kullanıyorsun, başkasına laf söyleyemezsin.’ Aptallık sanırım böyle insanları belli etmek için yapılmış bir tanıma benziyor. Oysa gök ağırdan bir yağmur akışına izin vermişti, mutluydum ben, dışarı çıkınca, mutlu olmuştum. Öyle hissetmek istiyordum. Bankın sert dizine başımı koyup, yağmur sesini dinlemek istiyordum.
Kendimi sorguya çekiyorum. Gecenin yarısı yıldızlara bakıp, dam üzerinde geceleri uyumak zorunda kalmış çocukları düşünüyorum. Daha var, yaz henüz gelmedi ve o yaz gelince o çocuklar yine damda yatmalılar. Fakat korkuyorum, çok korkuyorum hedefi ne olursa olsun bir merminin, bir roketin herhangi bir çocuğu öldüreceğini biliyorum. Anlatıyor adam:’ Biz çocukken o damlarda yatardık. Annem ayağımı direğe bağlardı düşmemem için.’ Niye damda yatardınız diye sorunca;’ evde yer kalmıyor, karıların adamların damda yatacak hali yok ya, çocuklar mecbur orada yatacaklar’ demişti. Bu cevap beni pek tatmin etmediğini fark edince, ‘yıldızları izlemek çok güzel oluyor ama’ diye de eklemişti.
Yarım kalmış bir aşk hikâyesinde, ayrılığın başladığı dakika sokaktan geçen bir kedi kadar umursamazım.
Otel odalarına gece lambalarını genelde sarı olarak koyduklarını sanıyordum. Kırmızı, hayır benim gece lambam kırmızı renkte ama hiçbir işe yaramıyor. O yanarken ne kitap okuyabiliyorum ne de ayaklarımı tanıyabiliyorum. Gün içinde kalabalıklar arasına yüzümü güldüren bir ham madde burada bir yerde olmalı. İşte Ay’ın yansıması sonucu perdeden sızan bir ışık onun üzerine uzanmış, beni bekliyor. Kalbim hızla çarpamaya başladığı için ürperiyorum. Sonra birden oturur pozisyona geliyorum. Bir balkonu olmalı bu odanın. Dua etmek için mi oturur pozisyondayım, hayır, dua nasıl edilirdi, bunu hatırlayamıyorum. Kimi zaman secdenin sıcaklığında gecenin en karanlık anında dua ettiğimi anımsıyorum. Nerede o günler?
Birisinden özür dilemeliyim, bu af edilmek için rica da sayılabilir. Kendimden dileyemem. Böyle bir şeyin olmasını isterdim, kendinden af dilenmenin. Rol yapıp, yalan atar mıyım? Komodin üzerinde suyum olmalı. Elimi atıyorum, ses çıkaracak bir pet şişe bu. Bir sinek pet şişenin üzerinde durmuş, yaşam sıvısına tapınıyor. Boğazımdan geçerken su, nasıl da acı! Aynı hayatın suyu gibi acı ve boğazımın yangını dinmiyor. Sonra içim, içim felaket! Odadan çıkmalıyım. Bir yer olmalı, gidebileceğim bir yer. Bir gün iki seven insanın yan yana öpüşmelerine dair anlam çıkarımları yaparken, ruhun bedenden çok daha esnek olduğu aklıma gelmişti. Kendi ruhunun kıvrımlarında ilginç bir şekilde dans ediyorlardı aslında. Sahi, öpüşmek; niye iki insan dudaktan öpüşür ki? Ruhlarının dansına ortak olmak için olmasın.
Odadan çıktım. Bu kaçıncı çıkışım bilmiyorum. Koyu yeşil gövdesiyle cam şişe karşımda, ona bakıyorum. Uzun bir süre bakışabiliriz. Gevrek bir gülüş fırlatıyorum. ‘Çal beni’ diyorum, ‘çal beni benden, ben kendimde artık rahat duramıyorum.’ Şişe o kadar da pişman durmuyor. Duracağı yer de aptal olmayacak kadar da derinleri açık ve net gözüküyor. ‘Ben buyum’ diyor, ‘işte, sadece bu, olmak istediğim gibi bir sıvıyım.’ Elimin tersiyle şişeye vurursam çok ses çıkabilir. Yaşarken rahat olan insanları ürkütebilirim. Yağmur başladı tekrar. Sırf karşıdaki insan romantik değil diye boşanan çiftler biliyorum. Yağmur yağarken ıslandım. Çok normal. Rengini alıyorum damlaların. Hayat taşıyorum. Nefesim elma kokuyor. Kendimi kuş gibi hafif hissedeceğim dakikaları çoktan kaybettim. Elimin tersi hala cam şişeye değecek kadar yakın. Bir tokat atabilirim, bir gece vakti yalnızlığı da diyebilirim, o tokatla kendime gelebilirim.
Bugün gizlice çamaşır odasına girdim. Yastık isteyebilirdim insan gibi ama hayır, utanıyorum. Böyle bir yöntem daha uygun bana. İçimi sessiz sedasız bitirmeliyim. Tam gelirken hayat karşıma, ‘dur’ demeliyim, ’ben çoktan geldim.’ Karakaşlı, siyah saçlı bir genç kız otelin bahçesinde kaldırım taşlarında sekip duruyordu. ‘Ceylan misali’ dedim, ‘ne de güzel sekiyor ceylan gibi.’ Hırsız değildim, hayır. Hayatta yaptığım tek hırsızlık haksızlığa uğradığım için yaptığım hırsızlıktı. Kimsenin asla parasını çalmak istemezdim ama o cebinden yere düşürünce paraları, almıştım. O parayı da başka bir hırsıza vermiştim. Evet, belediye bazı durumlarda bir şehre yabancı insanlar için gerçekten pahalı bir ulaşım hattı sunuyor. Arkadaşım ‘sen bedava binebilirsin’ derken, nasıl da gülüyordu. ‘Evet, binebiliyorum’ dedim, ‘hakkım var ama öyle binince diğer insanlara haksızlık yaptığımı düşünüyorum.’ Gece olunca artık üç yastıkla beraber yatıyorum ama hala rahat değilim. Deve kuşları gibi uyumayı tercih ediyorum; yüzükoyun. Yüzümü yatağa gömüyorum. Kollarımla yüzümü kapatıyorum. Korkuyorum, yüzüm, lanet olası yüzümden tiksiniyorum. Ah! Bu yetersiz sözcüklerle nasıl anlatacağım? Zaten anlatmak istediğim bir şey de kalmadı kendime. Uzun bir zaman sonra rüyamda onun yüzünü gördüm. Yanaklarından sağlık fışkırıyordu al al. Gençliğinin en güzel yıllarından birindeydi. Ne de güzeldi, nasıl da alımlı. Oysa bana öyle geliyor. Çelimsiz, çıtkırıldım bir vücuda sahip olduğunu kendisi de iyi biliyor. Giyinmeyi bilmiyor. Kederlenirken dahi gerçekten üzülemiyor. Gri şehirde kollarını gökyüzüne kaldırdığında, üzüm gibi kokuyor avuçları. Avuçlarında üzüm taşıdığı günlerden geliyorum, çok acımasızım. İyi olan bir şey yok. Ellerinin bir gün yitip gitmesinden o kadar çok korkuyorum ki! Sahi, korkağın tekiyim ben; korkak, akılsız, gerizekalı biriyim. Ayrıca çok acımasız. Uçurtma uçuyor ayrıca, iki renkli uçurtma. Çocukken uçurtma yapmanın inceliklerini kendime dert edinmiştim. Önce kâğıttan yaptığım uçurtmaları geliştirmeye başlamıştım. Sonra çıtadan yapmayı deniyordum ki, neyse ki kırtasiyeci bu işi gerçekten iyi beceriyordu. Viski şişeleri arasında mantar patlattıktan sonra, etrafa dağılan bira şişelerinin ölü parçalarına basarak, ipi sonuna kadar salıyordum. Uçurtma hiç gelmeyeceği bir yere gidiyordu. Tek derdim o uçurtmayı geri getirtmekti. Tekrar ipi sarmam gerekiyordu ama ondan önce mutlaka birileri gelir, ipi ayağıma ya da direğe bağlar, uçurtmanın gökyüzünde yükseldiği noktaya gururla bakıp alakasız konulardan muhabbete başlardık. ‘Ancak bir çocuğum olursa, bir daha uçurtma uçururum’ dediğimde, çoktan inancımı kaybetmiştim.
Rüyamdan çıkıyor. Çıkmakla iyi ediyor, biraz daha kalırsa hata yapabilirim. Ben ona karşı hislerimi adamakıllı açamadığım için pişman değilim, bu saygısızlık olurdu, yalnızca bunaldığım zamanlarda onun yüzünü düşünüyorum. Biraz sonra, belki iki gün sonra o yüzü de unutacağım ama zamana kadar bende kalmalı diye düşünüyorum. Asla beni rahatsız etmiyor. Seviyor ayrıca, sevimli buluyor ama ben bir oyuncak kaderinin rolünü dahi oynayamıyorum. Gözlerim kamaşıyor. Ruhuma in düşünüyor. İçim ölü. Düşlerim kötürüm.
Yüzümü silmek istiyorum. Yazdıklarımı da. Kendi sesimi bazen duyuyorum. Ne kadar da rahatsız edici! Dünyada böyle bir ses olmamalı. Sonunda korkum da bir gün ölecek, tüm iğrençliklerim gibi. ‘Erken bir vakte alabilir misin’ diye bir dua vardı. Bu dua sevgiyi düşünür gibi yapar ama sevgi bu değildir. Radyo programlarında konuşan gerzek insanların seslerinden daha kötü benim sesim. Bazen her şey ve herkes daha fazla tiksindiriyor beni ama sesim; ona tahammül edemiyorum. Ben hakkını aramak için dahi sesini çıkaramayanlardan bile değilim. O sesim orada hiç olmamalı. Varlığım gibi. Sahi, ne işe yarıyorum? Bir çöp bile değilim henüz.
Otel odasından çıkacağım, bu sefer çıkamıyorum. İkide bir yazıp duramam. Kağıtlar azalıyor. Hem kağıtlar içinde para gerekli. On kuruşun lafını yapmıyorum, buna anlam veremezler. Kimse de vermesin zaten. Kendimi ispatlamak için tekrar yazmalıyım. Okuduğumda, kendimi okuduğumda;’ hayır şimdi değil ama başka bir zaman mutlaka’ demeliyim. Boş bir kağıt alıyorum. Yazdığım bir soru cümlesi. Boş kağıdın tam ortasına ‘gerçek nedir’ diye yazdım. Ne kadar acınası durum, Allah’ım, teslim oluyorum, uygun bir vakit, işte, vursunlar en derinlerime bir daha kapanmayacak yaralar açacak bıçağı! Gerçek nedir? Gerçek nedir? Gerçek nedir? Sayıklıyorum. Eğer bir sözcüğüm varsa, yaşıyorum, yaşatıyorum; hala seviyorum yaşamayı.
En güzel kelimeleri tenine yazıyorum. Sırtında bir şiir var şimdi. Sırtı ürperiyor. Sırtımı duvara yaslıyorum. Yaşlanıyorum. Korkuyorum bir şiirim bile olmayacak. Benim duvarım yıkılmaya müsait. ‘Yol geçecek’ diyorlar; ‘yol.’ Gece. Oysa ne kadar da uygun yazmak için vakit dedikleri mefhum. Gecenin kollarındayım. Sarıyor beni. Kaba etlerinde dolgun bir çağrı; ‘gitme.’ Karanlıkta çağrının sahibini göremiyorum ama göğsünün biri açıkta; soğuk ve sert bir kaya gibi ucu. İç diyor, iç ve uyu.
YORUMLAR
çocukken hatırlıyorum da ciddi anlamda uçurtmalara çok özenirdim. babam bir sürü malzeme alırdı, ama sanırım kullandığı çıtalar kalın olduğu için o uçurtmalar bir türlü havalanamaz ve hemen yere çakılırdı. biz de sanırım babamıza ayıp olmasın diye hazır uçurtmalardan almazdık, azimliydi bu konuda çünkü:) yıllaaar sonra Çağrı diye bir çocuktan rica etmiştik arkadaşlarla da ilk uçurtmamı uçurabilmiştim. çocuk benden küçüktü ama uçan bir uçurtması vardı:))
amaaan aslında bakarsan artan trafik, gerilen sinirler, gülsen bir dert ağlasan bir dert modunda bir şehir. uyarılar, alarmlar... her zamankinden daha gri. ne yazdığımı bilemiyorum. ama bu sayfada dertleşmeyi seviyorum, bu sayfada yazılanları okumayı seviyorum. yine ama... yorgunum. hem de çok.
HakkınSesi
https://m.youtube.com/watch?v=UjoTppWpaYQ