- 571 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vatan Ya da İsviçre - 1
Dumanaltı olmuş odanın havasından yanan gözlerini biraz ovuşturup, soluk renklerine alıştırdıktan sonra; ekseriyetle yorgunluktan, biraz da yaşlılıktan kırışmış olan karşısındaki yüze bakarak konuşmaya başladı;
- Sizin hastanede bi şeyler olmuş yine.
- Ne gibi?
- Haberlerde gördüm geçen, sonlarda çıktı. Hani; haber bulamadıkları zaman saat doldursun diye “Darıca hayvanat bahçesinin bu günlerde sevimli bir konuğu var” tarzı haberler koyuyorlar ya işte öyle. Önce sizin hastanenin ismini söyledi, sonra hasta yakınlarından doktora şiddet diye bi şeyler geveledi. İzlemedim devamını.
- Evet, acilde. Bizim genç pratisyenlerden biriyle bi hemşireyi tartaklamışlar. Ben haberi görmedim; acilin sorumlu hekimi, doktor dinlenme odasında anlattı.
- Nasıl olmuş peki?
-Klasik hikaye… Hasta oğluyla geliyor. Acil çok kalabalık değil o gece. Birkaç dakika içerisinde muayeneye alınıyor. Oğluna da muayene sırasında dışarıda beklemesi söyleniyor. Vay efendim ben de gireceğim, ne yapacaksınız anneme, bişey olursa yaşatmam sizi diyerek tehdit etmeye başlıyor. Bizimkiler hastaya müdahale alanının yetersiz olduğunu, zaten refakatçiye gerek de olmadığını, muayeneden sonra kendisine bilgi verileceğini, sakin olmasını söylüyorlar. Adam bir, iki dakika geçmeden muayene odasına dalıp doğru düzgün bakacaksınız, siz bu kadını sahipsiz mi sandınız diye bağırarak pratisyenle, hemşireyi tartaklıyor. Yine iyi silahla yaralama, ölüm filan yok. Geçen sene o da yaşanmıştı biliyorsun.
- Doğrudur, hatırlamıyorum… Sen de karşılaşıyor musun bu tür şeylerle?
- Bu boyutta olmasa da arada sırada olmuyor değil.
- Ah be Remzi! Tıbbiyeden sonra gidecektik şu Avrupa’ya.
- Başladık yine…
- Yalan mı oğlum? Ben bu çiftlikte sen devlet hastanesinde sıkışıp kaldık işte.
- Hayatı boyunca ah bi Paris’te yaşasam diye mırın kırın eden insan psikolojisi bu.
- Ne alakası var? Hem ben İsviçre’de yaşamak isterdim biliyorsun.
- Aynı mantık işte. Paris olmaz, İsviçre olur.
- Pekiyi, söylesene Remzi mutlu musun? Ben, o kadar okuyup ettikten sonra, bir gün bile mesleği yapmadan bu çiftlik evinde sıkışıp kaldığımı söylüyorum? Sen ise günde seksen yüz hastaya bakıyor, bitkin bir halde evine gidip, tv deki programları izlerken yorgunluktan sızıp kalıyorsun. Sıkışıp kalmamış mı oluyorsun şimdi?
- ……………….
- Bizim gibi insanların; duygusal düşünen doğululara nazaran, analitik düşünen batılılara daha yakın olduğunu düşünüyorum ben?
- İlk başlarda; daha okulu yeni bitirdiğimde, buralardan çekip gitmeyi ben de istedim biliyorsun. Annem; “Bunca sene baktım okuttum, başımda baban da yoktu, tek başıma seni okutabilmek için yıllarca ayakkabı fabrikasında çalıştım, şimdi beni bırakıp avrupalara gitmekten bahsediyorsun, hakkımı helal etmem” diye ağlayarak, ellerimi tutarak durdurdu beni. Şimdi bazen; mesela Colin Farrell’in In Bruges ya da George Clooney’in The American’ı gibi, küçük Avrupa kasabalarında geçen filmleri izlerken; oradaki huzuru, sükûneti, sessizliği, yalnızlığı, kendi halindeliği gördüğümde, hislerim yeniden depreşiyor. Ancak geldiği gibi de gidiyor, devam etmiyor yani, beni yakıp kavuran bir istek olarak çevrelemiyor ruhumu.
- Sen annenden gitmeyeceksin ültimatomu aldın, ben de senden gelen etkiye çok yanlış bir tepki verdim. Senin hapşırmanla nezle oldum adeta. Çevremden de “Memleket gibi var mı abi ya! Çok ararsın çok! Dünyayı gezsen bizim buralar gibisi yok. Sonra, biz buraya kök salmışız. Kültürü, dili az şey değil bunlar” deyip aklımı çelenler oldu. Şimdi n’oldu peki? Annen rahmetli oldu. Yaşımız elliye geldi. Ne evlenip bir yuva kurabildik, ne de çoluk çocuğa karıştık. Şimdi gitsek ya…Ama heyhat! Gençlik gitti. Parmağımızı kımıldatacak halimiz kalmadı. Bırak Avrupa’ya gidip orada yeni bir hayat kurmayı; vize alıp seyahat etmeye mecalimiz yok. Saçlara ak düştü, gözlerde fer yok. Allah bilir kaç derece miyop gözlerinle balık gibi bakıyorsun bana.
- O kadar da değil oğlum, biz ölmedik daha. İstesem gider mesleği de yaparım, en kral hayatı da yaşarım. Geçenlerde Belçika’ya bi kongreye gittim. En iyi doktorların Türkiye’de olduğunu, tüm Avrupalıların tedavi için ülkemize geldiğini, Türkiye’nin sağlık turizminde çok önemli bir durak olduğunu anlattılar. Gurur duydum. Türk doktorlara çok iyi bakılıyor yurt dışında. Gitmek istesem şu dakka giderim yani. Bizi havada da kaparlar. Türkiye’nin en iyi üniversitesinden mezun olduk. Dahiliyeciyiz. Bilimsel çalışmalarım, yayınlanmış yüzlerce makalem var benim.
- ……………….
- Sadece yeteri kadar batı hayranı değilim :)
- Batı hayranlığı öyle mi? Sözlerimi batı hayranlığı olarak nitelendiriyorsun demek.
- Evet, öyle nitelendiriyorum... Zira bizim tıp talebelerinde de var bu. Erasmus tarzı şeylerin de etkilemesi sonucunda ortaya çıkan; gençken bizim de duyduğumuz türden bir hayranlık. Maalesef ki kendini henüz gerçekleştirememiş toplulukların örnek alma, referans belirleme veya hedef koyma konusundaki hastalıklı tavrı.
- Dur şimdi…Bu hamur çok su götürür daha. İçerden yeni bi paket alıp geleceğim, sonra devam edeceğiz.
- Off, alçıya aldın yine. Sabaha kadar anlat babam anlat.
- Sen bi şey istiyor musun, getireyim gitmişken.
- Bi çay koy bari.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.